AK Partili Külünk:’ FETÖ, taşeron silahlı terör örgütüdür’

AK Partili Külünk:’ FETÖ, taşeron silahlı terör örgütüdür’

AK Parti İstanbul Milletvekili Metin Külünk, FETÖ'nün 15 Temmuz'da taşeronluk üstlendiğini ve Türkiye'yi iç savaşa sürükleyerek, işgale açık hale getirmek istediğini söyledi.

İşte Külünk'ün 15 Temmuz ve sonrasındaki yaşananlarla ilgili değerlendirmeleri:

 

15 Temmuz Darbe Girişiminin arkasında kim ya da hangi güçler var?

15 Temmuz tek başına sadece bir darbe girişimi değildir. Asıl itibariyle Türkiye’yi işgal etme, parçalama ve teslim alma girişimidir. Türkiye’yi; Afganistan, Irak, Suriye gibi iç çatışma ortamına çekerek uluslararası müdahaleye ve dolayısıyla işgale açık hale getirme girişimidir.

O sebepledir ki, 15 Temmuz’a sadece FETÖ’nün bir grup hain silahlı terörist eliyle iktidarı teslim almak üzere giriştiği darbe olarak bakmak büyük yanlışlara kapı açacaktır. Büyük fotoğrafın görülmesini engelleyecektir. 15 Temmuz gecesi yaşanan saldırıların boyutları FETÖ ile sınırlandırılamaz. 15 Temmuz 2016’da Türkiye uluslararası büyük bir saldırıya maruz kalmıştır. Bu saldırının içerideki ve dışarıdaki ayakları eş zamanlı olarak harekete geçmişlerdir. Fethullahçı Terör Örgütü bu işin sadece içerideki taşeronlarından bir tanesidir. Bu katil terör yapısının ihaneti ve hıncı o kadar büyüktür ki, o gece bütün güçleriyle saldırmışlar, bir nevi intihar girişimi yapmışlardır.

 

FETÖ nasıl bir örgüttür?

FETÖ, 40 yılı aşkın bir süredir devlet ve toplum içerisinde hücre mantığı ile örgütlenmiştir. Siyasi, askeri, istihbarı, dini, ticari ve bürokratik tüm hücrelerini bu mantık çerçevesinde eğitmiş ve dizayn etmiştir. FETÖ özellikle halkın saf dini duygularını, dinin esasında olmayan, dine sonradan bir şekilde eklemlenmiş, çoğu uydurma inanç manzumesini de kullanarak manipüle etmiş, bu sayede kitleleri örgüte ve özünde tek bir kişiye iman mertebesinde bağımlı hale getirmiştir.

Genel olarak dünya tarihi, özel olarak dinler tarihi kitaplarında hemen hemen her dinsel toplulukta dinin esasında olmayıp dine sonradan katılmış birçok inanış tarzının kitleler üzerinden afyon olarak kullanıldığı çok sayıda vakıa ile karşılaşmak mümkündür. Ortaçağ Hristiyanlık inanışında Kilise’nin cennetten tapu satması ile FETÖ’nün kitleleri kullanmak üzere ürettiği jargonlar arasında bir fark yoktur. Bunlardan bir tanesi ve belki de en önemlisi Mehdilik mantığıdır. Örgüt mensupları terörist başına mehdi (kurtarıcı) gözüyle bakmakta ve bu sebeple de ona karşı adeta dinsel bir bağlılık duymaktadırlar. Bu inanış tarzı maalesef ve üzülerek ifade edeyim ki, sadece FETÖ’de değil, coğrafyamızdaki birçok ülkenin insanında ve dini yapılarında mevcuttur. Örneğin İran’da Mehdi inancı bir iman meselesidir. Bu inanış tarzı Sünnilik içerisinde de oldukça yaygındır. Bu konu üzerinde İslam tarihinde yaşanmış yoğun tartışmalar gibi üretilen literatür de bir o kadar fazladır.

Dinin temelinde olmayan, inanç ya da iman esası olarak görülemeyecek birçok konu hem fraksiyonların ve gruplaşmaların oluşmasına zemin hazırlamış, hem de İslam’ın temel referans kaynaklarının toplumun yaşam merkezinden çıkmasına sebep olmuştur. Dinin esasında olmayıp halkın inanışları içerisine tarihi süreç içerisine eklemlenmiş, adeta dinin esası haline getirilmiş birçok uydurma düşünce insanın özgür iradesinin yok edilmesinin aracı haline gelmiştir. FETÖ yapılanması her türlü tehdit ve şantaj aracını da kullanılarak bireyleri teslim almış, örgütün amaçları doğrultusunda kullanmıştır. FETÖ bu haliyle tam bir Haşhaşi yapılanmasıdır.

Her dinde görülen uydurma, sonradan üretilme inanışları doğru kabul edip, o inanışları bir kişinin varlığı ve işareti üzerine somutlaştırıp buna iman eden kişilerin yapamayacakları hiçbir canilik yoktur. 15 Temmuz gecesi yaşananlar bu en net örneğidir. Bir takım sapık yaklaşımlar, seküler yaşamın nimetleri, tehdit ve şantaj gibi unsurlar üzerinden özgürlükleri ellerinden alınmış kitlelerin insanlık için ne denli büyük tehlike arz ettiğinin en somut örneği FETÖ’dür. Bu haliyle FETÖ uluslararası güçlerin hizmetinde, ülkemiz başta olmak üzere tüm İslam dünyasını içeriden çökertmek üzere yapılandırılmış, taşeron bir silahlı terör örgütüdür.

 

FETÖ’nün 15 Temmuz darbe girişimine kadar terörist faaliyetleri hakkında neler söyleyebilirsiniz?

FETÖ yapılanmasının en başından itibaren devleti ele geçirmek üzere faaliyet yürüttüğü göz önüne alındığında teröristlikten daha da öte bir işgal örgütü mantığı ile hareket ettiği sonucuna ulaşırız. Bu terörist örgütün ülkemizi içeriden çökertmek, işgal etmek için faaliyet yürüttüğü bugün gün gibi ortadadır.

Geriye doğru gidecek olursak Gezi Olayları, MİT Tırları, devlet sırlarının ifşa edilmesi, Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi’nin akamete uğratılması, PKK, PYD, DHKP-C gibi örgütlere açıktan ve örtülü destek verilmesi, faili meçhul birçok suikast gibi hadiselerin 15 Temmuz’a kadar bu örgütün terörist faaliyetleri arasında olduğunu görebiliriz. Lakin devletimiz de milletimiz de genel olarak bu örgütün asıl yüzünü özelikle Sayın Cumhurbaşkanımızın onlarla açıktan mücadele etmesiyle görmeye başlamıştır. Büyük kitleler gerçek durumu 15 Temmuz’da fark etmiştir. Hala fark etmeyenler de bulunmaktadır. Bunlardan biri de Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Çünkü Kılıçdaroğlu, Baykal’a düzenlenen kaset komplosu ile iş başına gelerek hem bu örgütün, hem de bu örgütün arkasındaki güçlerin esiri haline getirilmiştir. Yani bugün o da isteyerek ya da istemeyerek bir nevi Haşhaşi Örgütü’nün mürididir.

 

15 Temmuz’da darbenin engellenmesinde en önemli rolü kim ya da kimler üstlenmiştir?

15 Temmuz’da bu millet ikinci kurtuluş destanını yazmıştır. Bu destanın merkezinde millet vardır. Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, Başbakanımız Binali Yıldırım, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, milletin içinde tanklara karşı dimdik duran milletvekillerimiz, TBMM’yi toplayıp orada tüm saldırılara karşı göğüs geren başta meclis başkanımız olmak üzere milletvekili arkadaşlarımız, vatansever polis ve askerlerimiz vardır.

Özellikle burada ifade etmeliyim ki; bu tablonun içerisinde kesinlikle Kemal Kılıçdaroğlu yoktur. “Darbe olursa tankların önüne ilk ben çıkarım” diyen Kılıçdaroğlu milletimizin kendisine yakıştırdığı tabirin gereğini yine yerine getirmiştir: Çark etmiştir. Tankların önünde durmak yerine bir belediye başkanının evine kaçarak oradan rahat bir şekilde koltuğa yayılıp darbenin başarılı olup olmayacağını izlemiştir. Son çıkan görüntüler ortaya koymuştur ki Kılıçdaroğlu ülkede bir kalkışma olacağından haberlidir. Yolu açılmak suretiyle kontrollü bir şekilde havaalanını terk etmiştir. Bunun adı kontrollü kaçıştır.

 

15 Temmuz ve sonrasında insanların sokağa çıkmasının gerekçesi neydi?

Milletimizin bu topraklara karşı taşıdığı aşk, devletine karşı beslediği inanç ve en önemlisi de Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a duyduğu güvendir.

Bu noktada şunu ifade etmek gerekiyor ki, kim ne yaparsa yapsın bu milletin bayrağına, ülkesine ve devletine karşı beslediği sevgiyi kimse örseleyemeyecektir. Devlet geçmişte CHP programını uygulayarak, askeri darbeler ile tekrar tekrar o programa dönüş yaparak milleti ile kavgalı hale gelmiştir. Özellikle 1938 sonrasında Anadolu’nun mütedeyyin insanlarının inançlarına karşı topyekün bir yok etme politikası geliştirilmiştir. Bunun sonucunda ise bu ülkenin asıl sahibi olanlar Anadolu’ya çekilmek zorunda kalmışlardır. Devletin merkezi Ankara, İttihat ve Terakki kadrolarından üretilmiş Cumhuriyet kadrolarına bırakılmıştır. Milletle ve milletin değerleriyle kavgalı bu kadrolar devletin asıl hâkimi haline getirilerek millete zulmetmişlerdir. Rahmetli Âşık Veysel’in yazdığı destanı Mustafa Kemal Paşa’ya okumak üzere geldiği Ankara’ya 40 günü aşkın süre beklemesine rağmen nasıl sokulmadığını, dönemin CHP’li Valisi ve Belediye Başkanı Tandoğan’ın bugün ismi Anadolu olan meydanda Anadolu’dan gelen insanları bekletip kılık kıyafeti Ankara’ya girmeye uygun değil deyip binlerce insanı geri çevirdiği günleri unutmamak lazım…

Bugün sözde Adalet diye yürüyenlerin sicili bozuktur. Maltepe’de çıkıp CHP’nin parti programını okuyarak adalet isteyenlerin bu ülkeyi yeniden o günlere götürmek istedikleri de aşikârdır. Millet bu oyunu yine bozacaktır. Cumhuriyet elitlerine karşı geçmişte Anadolu’ya çekilen bu millet nasıl toparlanıp devletine sahip çıktı ise bundan sonra da sahip çıkmaya devam edecektir.

Herkes şunu bilmelidir ki, devlet hepimizin devletidir. CHP programı uygulanırsa “adalet vardır, aksi olursa yoktur” mantığı tam bir delalet işaretidir. Bu milletle kavgalı klasik CHP mantığıdır. Bu mantığın milletimize katacağı bir şey olmadığı gibi, milletten gasp ettikleri de geçmiş örneklerle sabittir. Bu devlette herkes var olacaktır ama devlet hiçbir grubun, yapının, topluluğun devleti olmayacaktır. 80 milyonun devleti olacaktır.

 

Bu insanlar hangi siyasi görüşü taşıyordu? MHP ve diğer muhalefet partilerinin duruşunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

15 Temmuz gecesi sokağa çıkanların ekseriyetinin yukarıda arka planını izah ettiğim sebeplerle Anadolu’ya çekilmek zorunda bırakılan bu ülkenin gerçek sahipleri olduğu noktasında tartışma yoktur. Farklı siyasi görüşlerden, farklı sivil toplum örgütlerinden, çok farklı yaş gruplarından insanlar sokağa çıkmıştır. O gün sokağa çıkanlar arasında şunlar vardı, bunlar yoktu diye ayırım yapmayı, bunun bir tartışma zemini olmasını doğru bulmuyor. Lakin bu görüşüm bir tek kişiyi kapsamıyor. O da bugün Ankara-İstanbul arasını 25 günde özgürce yürüyebilen Kemal Kılıçdaroğlu’dur. Çünkü o gece tankların önünde duranlar, silahlı işgal güçlerine karşı şehadete yürüyenler sayesinde o yolu özgürce yürümüştür. Milleti ile bütünleşip meydanlara çıkan Cumhurbaşkanımız sayesinde özgürce yürümüştür. Eğer o gece bu millet Kemal Kılıçdaroğlu gibi evde televizyonlarının başında yaşananları izlemiş olsa idi, ne bugün Kemal Kılıçdaroğlu o yolları yürüyüp sözde adalet arayışında olabilirdi, ne de “Adalet” kelimesini ağzına alabilirdi. O gece eve kaçmasına sebep olan saikler ya da varsa vaatler bile işgal başarılı olsa idi Onun “Adalet” kelimesini ağzına almasına yetmezdi. Varsa diyorum çünkü bugün yaşananlar o gece Kılıçdaroğlu’nun havaalanından elini kolunu sallayarak eve gidip rahat koltuğunda televizyondan olayları izlemesinin bir alt plan dâhilinde olduğunu düşünmemize sebep olmaktadır. Zaman elbette her şeyi tüm boyutlarıyla ortaya çıkaracaktır.

 

KHK marifetiyle kamuda görevden almalar ve olağanüstü hal iddia edildiği gibi hukuka aykırı mıdır?

FETÖ terör örgütü başta olmak üzere PKK, DHKP-C, DAEŞ ve diğerleri ile mücadele eş zamanlı olarak yürütülmektedir. Devletimizin ilgili kurumları teröre karşı amansız bir mücadele vermektedirler. KHK ile kamudan ihraç edilenlerin durup dururken ihraç edilmeleri mümkün değildir. Lakin bu durum bazı masumların da iftira ya da başka yollarla haksızlığa uğrayabilecekleri gerçeğini gölgelememelidir. Tüm kurumlarımız bu noktada hassas davranmaktadırlar. Davranmak mecburiyetindedirler. Bu hem Sayın Cumhurbaşkanımızın, hem de Başbakanımızın her daim ifade ettikleri bir talimattır. Mahkemelerimiz çalışmaktadır. Kimi zaman bizler de davaların daha hızlı görülmesi gerektiğini ifade ediyoruz. Özellikle suçları sabit olan, ellerinde silah olup o gece o silahları millete doğrultan katillerin yargılandığı ana davalar biran önce tamamlanmalıdır. Milletimiz suçu sabit olan, tüm delillerin toplandığı ana davaların sonuçlanmasını ve bu işgalci örgütün terörist mensuplarının cezalandırılmasını beklemektedir. Bu noktada milletin temsilcisi olarak davaları sürekli takip ediyoruz ve etmeye devam edeceğiz. OHAL’in de, KHK’lerin kanuna aykırı olduğunu iddia edenler bizzat ya terör örgütünün mensupları ya da onun kontrolüne girmiş olanlardır.

 

Hükümet ABD’den Gülen’in iadesini talep etti mi? Süreç hakkında neler söylemek istersiniz?

Hükümetimiz ABD’den tüm delileri ortaya koyarak terörist başının iadesini talep etmiştir. Bu konu her platformda, ikili görüşmelerde tekraren dile getirilmektedir. ABD, ikili anlaşmalara uymak zorundadır. Suçluların iadesi anlaşması hiçe saymanın kimseye faydası olmaz. ABD’nin yaklaşımı, yine diğer örgüt mensuplarına kucak açan başta Almanya olmak üzere bazı ülkelerin yaklaşımları gösteriyor ki, suçlular asıl sahiplerinin koruması ve kollaması altındadırlar. Bu ülkeler şunu bilmelidirler ki, teröristten hiç kimseye dost ve yoldaş olmaz. Teröre giden her destek, teröriste verilen her silah dönüp o silahın sahiplerini de vurma potansiyeline sahiptir. Hiçbir ülke “benim teröristim iyidir” şeklinde bir yaklaşım içinde olamaz, olmamalıdır. Bugün maalesef bu yaklaşım içerisinde olan ülkeler vardır.

 

Dindarlar ve dolayısıyla muhafazakâr kesim 15 Temmuz’u anlayabildiler mi, nasıl değerlendiriyorlar?

15 Temmuz’un tam olarak anlaşılabildiği kanaatine sahip değilim. Sadece dindarlar ve muhafazakâr kesimler değil, toplumun tüm kesimleri; Kemalistler, laikler, anti laikler, Sünniler, aleviler, hangi etnik kökene mensup olursa olsun bu ülkenin tüm insanları 15 Temmuz’u iyi anlamak zorundadırlar. 15 Temmuz’un sosyolojik temellerini, felsefi alt yapısını iyi analiz etmek zorundayız. Özellikle yukarıda FETÖ’nün inanç eksenli yaklaşımları nasıl kullandığı meselesinde izah etmeye çalıştıklarım bu soru için çok önemlidir. Dindar ve muhafazakâr insanlarımız ve bazı cemaatlerimiz kendilerini sorgulamak zorundadırlar. Yaşadığımız hayat, inançlarımız Allah’ın ve Resul’ünün bize ilettikleri dinin inançları mıdır? Yoksa bir takım felsefi akımların, dinler arası etkileşimlerin, kültürel birikimlerin ürünü bir sosyolojik dini mi içselleştirdik? Bu noktada ilahiyatlar, dini müesseseler ve en başta da Diyanet İşleri Başkanlığımız insanlarımızın yeni bir uyanış, yeni bir diriliş için motive edilmesine, toplumun yeniden İslam’ın öz değerleri ile buluşmasına aracılık etmek zorundadırlar. Toplumsal yapılar, cemaatler kendilerini, inançsal referanslarını sorgulamak zorundadırlar. FETÖ gibi yapıların tekrar ortaya çıkmamasının yegâne yolu budur. Aksi takdirde bugün FETÖ gider yarın başkası gelir.

Sadece dindarlar değil Kemalistler, laikler de kendilerini sorgulamalıdırlar. Din dediğimiz şey sadece ilahi buyruklar ile oluşmuyor. İnsanların oluşturdukları inançlarla da oluşabiliyor. Kendi dünya görüşlerini, inançlarını başkalarına sorgulanamaz buyruklar olarak dayatmak da seküler temelli bir din yaklaşımıdır. Bunu yapanlar bilmelidirler ki, bu ülkede bir Ergenekon süreci yaşanmıştır. Öyle birilerinin iddia ettiği gibi bu tamamıyla FETÖ kumpası, hepten yok olan bir şey değildir. Türkiye’nin 2000’li yıllarda yaşadıklarını tamamen yok sayarak ETÖ’yü aklamaya çalışanlar aynı yanlışları tekrar ederler ki, sonucunda ETÖ gider yerine başkaları gelir. Vesayet devam eder.

Herkes her konuda tüm vesayetçi odaklara karşı çok dikkatli ve titiz olmak mecburiyetindedir. Bu devlet, bu topraklar, bu bayrak hepimizindir. Tek başına hiçbir kesimin değildir. Bu devlet ne salt Kemalistlerin, laiklerin, ne de anti-laiklerin, muhafazakâr ve dindarların devletidir. Hep söylüyorum Anadolu ana kucağıdır. Bu kucakta O’nu sahiplenen herkese yer vardır. Devlete dâhil olmak herkesin hakkıdır, lakin müdahil olmak; yani “sadece benim dünya görüşlerim, benim inançlarım hâkim olsun, benim topluluğumun üyesi, benim cemaatimin mensubu belirli noktalarda bulunsun” demek yanlıştır. Geçmişte bunu CHP zihniyeti yaptığı için bugün bu haldedir. Onların hatalarını tekrar etmenin kimseye faydası yoktur. Liyakat ve ehliyet ekseninde devlette herkes olacaktır. Devlet 80 milyonu kucaklayacaktır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nde milletimiz beş yıllığına yetkiyi verecektir. Kazanan aday seçim öncesi millete ne vaat etti ise o hizmeti yapacaktır. Bu ülke Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile tüm vesayet unsurlarından tamamen kurtulacaktır. Maltepe’de çıkıp halen milletin iradesine rest çeken Kılıçdaroğlu gibilerin derdi vesayet rejimlerinin sürmesidir. Bu millet yarın aksi bir karar verene kadar son karar geçerlidir. Hiç kimse milletin kararını bir takım temelsiz iddialar ile hukuksuz ve yok sayma haddine sahip değildir. Herkes milletin iradesine saygı göstermek zorundadır. Kimse milletin üzerinde güç aramaya kalkmasın. Arayanların sonu ortadadır. Bu minvalde 15 Temmuz’u hala anlamayanlar var mı? Var. Lakin herkes 15 Temmuz’u da, milletin verdiği mesajları da anlamak zorundadır. Başka Türkiye yok. Bu toprak ayağımızdan kaydığı anda ne çıkar çatışmaları, ne makam kavgaları olur, ne de adalet talepleri… Herkes önce bunu iyi düşünmelidir.

 

Emperyalist güçlerin 15 Temmuz’da her hangi bir rolü var mı?

15 Temmuz’un görünen yüzü FETÖ’dür. Lakin yukarıda da ifade ettiğim gibi hadiseyi salt FETÖ’ye indirgersek arkasındaki büyük fotoğrafı göremeyiz. Ağaca bakar ama ormanı kaybederiz. Bu işgal girişiminin arkasında topyekün bir emperyal saldırı şebekesi vardır. Bu şebekenin saldırıları halen de devam etmektedir. Türkiye büyümeye, dünyada güç ve söz sahibi olmaya devam ettiği sürece de bu saldırılar devam edecektir. Çünkü artık eline vurup ekmeğini aldıkları, bir tane IMF memuru ile hizaya geçirebildikleri Türkiye yok. Dünya siyasetine yön veren bir ülke ve lideri var.

 

 7 Ağustos Şehitler ve Demokrasi Mitinginin düzenlenme amacı neydi? Bu mitingle kimlere ne gibi mesaj verilmek istendi?

Türkiye’nin tüm vesayet güçlerine karşı milleti ile bir ve beraber olduğunu göstermek, tek yürek, tek vücut olduğunu tüm dünyaya ifade etmek amaçlı bir buluşma idi. Her ne kadar millete rağmen sonradan çark edenler olsa da milletimiz oradan tüm dünyaya gerekli mesajı vermiş, tüm dünyada milletimizin mesajını almıştır. Mesaj gayet açık ve nettir: Türk Milleti ayakta, Türk Devleti görevinin başında, Türk Bayrağı gönderde, Türk toprağı emin ellerde. Aksini düşünenlerin, aksine yeltenenlerin başı her daim ezilecektir.

 

Türkiye’nin benzer tehlikeler yaşamaması için neler yapılmasını tavsiye edersiniz?

Hangi dünya görüşünden, hangi inanç ikliminden, hangi etnik kökenden olursak olalım bu devletin hepimizin olduğuna ve esas olanın devlete değil, beş yıllığına milletin verdiği iktidara sahip olup millete hizmet etmek olduğuna inanmak zorundayız. Millet temeldir, devlet ise milleti koruyan bir çatıdır. Temel olmaz ise o çatı ayakta durmaz. O çatı ayakta olmaz ise temeller yıpranır. O sebeple millet temelli hadim devlet anlayışıyla birbirimizi ötekileştirmeden, birbirimize saygı göstererek yaşamayı öğrenmek zorundayız.

 

Kaynak: Sivas Milli İrade ve Demokrasi Gazetesi