CHP’lilerin ‘it’ dediği kitleyle Abdullah Gül’ün ‘troll’ dediği kitle aynı!

Türkiye’nin karmaşık kombinasyonlar çıkarabilen çoklu iktidar yapısı içerisindeki tüm unsurlarla çarpışarak, vuruşarak gelinmişti Nisan 2007’ye. Cezaevinde geçen aylardan siyaset yasağına bir çok badire milletin desteğiyle bir bir atlatılmıştı.

Her türlü baskı, her türlü karanlık plan, her türlü saldırıya rağmen, yılların ötekileştirilmişliği, başkalaştırılmışlığı ve bütün bunların öne çıkardığı zulmün zincirlerini kırmak için bir milim geri atmayan milletin desteği, her geçen gün çığ gibi büyüyordu.

2003-2004’te TSK koridorlarında birbirinden farklı darbe planları tartışılmasına, postallı oligarklar, siyaset kurumundaki paydaşlarıyla ülkeyi büyük bir siyasi krizin eşiğine taşımasına rağmen, ne Erdoğan pes ediyordu, ne de arkasındaki millet…

Nihayet, “Erdoğansız bir AK Parti” planını 2007’lerde işletmeye başlayanlara inat, Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Cumhurbaşkanı adayını "Abdullah Gül bey kardeşimdir" sözleriyle duyuruyordu.

O sahne televizyon ekranlarında canlı yayınlanırken, yukarıda işaret ettiğim o ötekileştirilen, başkalaştırılan, kılık-kıyafet ve yaşam biçiminden dolayı ceberrut devlet anlayışının olmadık zulmüne maruz kalan kitlelerin gözyaşları sel oluyordu.

Sadece bu ülke sınırlarında değil; Türk’ü bekleyen bütün bir İslam coğrafyasında akıyordu o gözyaşları. Aylar, yıllar geçti, o sahne her yayınlandığında ilk günkü gibi gürdü gözlerdeki yaşlar.

O gözyaşları sel olanlar, 7 yıl boyunca ülkenin en önemli makamının, Başkomutanlık ve Reis-i Cumhur’un kendilerinden biri olduğu avuntusu içinde yaşadılar.

Oysa 6 yıl sonra, 2013 Haziran’ında bir iç isyan manzarasından farksız olan çapulcu kalkışmasında ilk hayal kırıklığını yaşıyorlardı.

“Kendilerinden” zannettikleri Cumhurbaşkanı Abdullah Gül sükut içindeydi. Hatta “masumane talepler” diye değerlendirmelerde bulunduğu yayılıyordu kulaktan kulağa ortalığı savaş alanına döndürüp İstanbul Dolmabahçe’deki Başbakanlık Ofisiyle, Ankara Subayevleri’nde Erdoğan’ın yaşadığı konutu basmaya yeltenen Gezi teröristleri için.

17/25 Aralık’ta Fetullahçı yargı ve emniyetin jüristokratik darbe ve siyasi ve ekonomik casusluk faaliyetinde nihai hedef, kendisini “kardeşim” diye aday taktim eden Recep Tayyip Erdoğan olmasına karşın görmezden geliyordu Abdullah Gül.

Bugün “partim” dediği AK Parti’nin olmak ya da olmamak seçimi olan 1 Kasım-7 Haziran seçimlerindeki MUĞLAK duruşu, onun Cumhurbaşkanı seçilmesiyle gözyaşlarına boğulan milyonların yüreğinde derin bir yara açıyordu.

Hele 16 Nisan Referandumu süreci…

15 Temmuz’da tanklara, tüfeklere, F16’lara gövdesini siper eden 15 Temmuz ruhunun şekillendirdiği Evet cephesine yönelik, CHP, HDP, PKK, FETÖ’den oluşan Hayır cephesi, en azgın saldırıları, en ahlaksız söylemleri kullanırken Abdullah Gül de bu cephede yer almaktan zerre utanmıyor zerre vicdan azabı çekmiyordu.

Batı ve Batı’nın kumanda ettiği Arap diktatörler Erdoğan’ı yıkmaya yönelik her gün yeni bir plan devreye sokarken, Abdullah Gül bir gün o planın Batı’daki Başkentlerinde bir gün Ortadoğu’daki diktatör saraylarında ağırlanıyordu.

Ve nihayet 15 Temmuz’da ülkesi, milleti ve iradesi için canını ortaya koyarak Fetullahçı teröristlerin kanlı darbe ve işgal girişimine karşı gövdesini siper edenlerin, o gece darbecilere direnişini yasal güvence altına almak için 696 sayılı KHK’ya eklenen bir madde, Abdullah Gül’ün 2013’ten bu yana sürdürdüğü MUĞLAK duruşu netleştiriyordu.

KHK’ya eklenen o maddenin gerçekten 15 Temmuz ile sınırlı olduğunu adları gibi biliyorlardı. Ancak maddenin yeni bir 15 Temmuz sürecini de kapsama ihtimali kaçırmıştı uykularını. Mesela 15 Temmuz’u otel odalarında canlı izleyip avuçlarını ovuştururken, millet iradesinin galip gelmesi sonrasında yaşadıkları hayal kırıklığını, KHK düzenlemesiyle birlikte o gece canını siper edenlere “it sürüsü” diyerek dışa vuranlar gibi, Abdullah Gül de, aynı kitleye TROLL diyerek netleştiriyordu MUĞLAK duruşunu. Üstelik bugün TROLL dediklerinin kahir ekseriyeti kendisinin Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrasında gözyaşlarına hakim olamayıp 15 Temmuz gecesi de Fetullahçı cuntaya gövdesini siper ederek direnenlerin ta kendisiydi.

Aynı cephede oldukları ise 2007’de onun Cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek için her türlü hile ve desisenin merkezinde bulunanlardı.

Dün onu omuzlarına alıp bütün okları sırtından yiyerek Cumhurbaşkanlığı makamına taşıyan Recep Tayyip Erdoğan’a, o dönem Erdoğan’a ok atanların omuzları üzerinden ateş ediyor, kendisi için gözyaşı döken kitleleri ise trollükle suçluyordu.

Altını çizmek gerekirse, ne tarih bunu basit bir vefasızlık olarak kayda alacak ne de milyonların hafızaları bu erdemsizliği kendi başına bir siyasi evrilme olarak görecek…

2017’nin son günlerinde ihanet üzere belirginleşen o MUĞLAK duruşun arkasındaki karanlık planın 2018’de daha da berraklaşacağı mutlak.

Bekleyip göreceğiz, lakin bildiğimiz bir şey var; bu ülkenin ne toprağı ne suyun ne havası ne ekmeği ihaneti bedelsiz bı-rak-maz…

Önceki ve Sonraki Yazılar