Yüz Yıllık Mesele

Yüz Yıllık Mesele

‘’Musul Vilayeti Türkiye Devleti’nin milli sınırları dahilindedir. Buraların anavatandan koparılıp şuna buna hediye etmek hakkı hiç kimseye ait olamaz. Milletler Cemiyeti ile bu meselenin münasebeti yoktur.’’  Mustafa Kemal Paşa, 30 Ocak 1923

Irak, bilhassa Kuzey Irak Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türkiye’ye büyük sıkıntılar yaşatmıştır. Bölge İngiliz işgaline uğramış ve sahip olduğu zengin petrol yatakları nedeniyle Türkiye’den koparılmıştır. O günün süper gücü İngiltere idi bugün de Amerika aynı rolü oynamaktadır.

Amerika Irak’ı işgal ettikten sonra Irak’ın bölünmesi gündeme gelmiştir ve bölgedeki terör örgütlerini adeta müttefiki gibi kullanarak gerektiğinde Türkiye’ye karşı tehdit oluşturmaktadır.

Saddam döneminde Irak'ta Araplaştırma politikası uygulanmış, Amerika’nın işgali ile de Kürtleştirme başlatılarak Türkmen nüfus azınlık haline getirilmiştir. Amerika PKK’yı başımıza bela ederek Irak’ta ve bölgede bizi etkisizleştirmektedir. Amaç günü gelince Türkiye’nin güney doğusundan toprak koparmaktır.

Türkiye Demokratik Açılım ve Çözüm Süreci ile üzerine düşeni yapmıştır. Kürtçenin öğretilmesi için adımlar atmış, bölgeyi ekonomik anlamda kalkındırmaya çalışmış, havalimanları, hastaneler ve okullar yaparak yatırımlarda bulunmuş ve gündelik hayatı normalleştirmeye çalışarak Türkiye’nin doğusu ile batısı arasındaki farkı azaltmaya çalışmıştır. Ayrıca bu dönemde PKK’nın yaptıklarını çözüm adına sineye çekmiş ancak Türkiye’nin bu iyi niyeti ağır şekilde cezalandırılmıştır.

(Misak-ı Milli sınırları)

Musul meselesi ve sınırımızda Kürdistan kurulması tehdidi yaklaşık yüz yıla dayanmaktadır. Millî Mücadelemizden sonra sınırlarımızın da belli olacağı Lozan’a gidilirken umutlar daha önce belirlenmiş olan Misak-ı Milli sınırlarımızın korunması yönündeydi. Bugünkü Musul, Kerkük ve Süleymaniye de Misak-ı Millî‘ye dahil ve Türk nüfusun yoğun olarak yaşadığı yerlerdi. Beklenti buraların bizde kalması yönündeydi ancak bölge İngiliz işgali altındaydı.

(Lozan, Türk heyeti, Rıza Nur ve İsmet İnönü)

Görüşmelere heyetin başında Rauf Bey gitmek istiyordu ama Lozan’a baş murahhas olarak seçilen isim herkesi şaşırtmıştı. İsmet Paşa’nın kendisinin de şaşırdığını, asker olduğunu bildirerek özür dilediğini Atatürk Nutuk’ta belirtir. Gazi Mustafa Kemal Yusuf Kemal Bey’den Hariciye Vekilliğinden (Dış İşleri Bakanlığı) istifa etmesini ister. Yerine İsmet Paşa Dış İşleri Bakanı ve Lozan Heyet-i Murahhasa Reisi olur.

İsmet Paşa’nın Lozan’a gider gitmez Lord Curzon’a Musul meselesini kendi aramızda halledelim diyerek büyük taviz verdiğini birçok tarihçi nakleder. Bu ikili görüşme teklifinin büyük bir diplomatik hata olduğu bildirilir. Mecliste de yoğun eleştiriler vardır. Örneğin Ali Şükrü Bey İngiliz kamuoyunun savaştan bıktığını, mandacılığı bırakmak istediğini ve Avam Kamarası’nda Irak’taki İngiliz kuvvetlerinin giderlerinin bütçeden çıkarıldığını söyler. Tunalı Hilmi Bey ‘Musul giderse Güneydoğu tehlikeye düşer’ der. Rauf Bey, Sırrı Bey, Emin Bey ve daha birçokları burayı kaybetmenin ciddi bir sınır ve güvenlik sorunu yaratacağını söyler. Mecliste yapılan konuşmalarda daha birçok Milletvekili Musul ve havalisini kaybetmenin güneydoğu sınırımızda tehlikeler yaratacağını öngörür. Ayrıca oradaki Türkleri kaderine terk etmek, Anadolu’dan koparmak düşünülemiyordu.


(Lord Curzon)


O gün herkes Musul'dan vazgeçilmesi durumunda Türkiye'nin sınırında ilelebet tehlike ve güvenlik sıkıntısı yaşayacağını biliyordu. Bu görüşmelerin İsmet Paşa tarafından Lozan’da kamuya açık değil de daha sonra İngiltere ile ikili olarak yapılmasının teklif edilmesi elimizi iyice zayıflatmış, bu mesele yüzünden barışın gecikmesinden korkan Lord Curzon’u ve İngilizleri rahatlatmıştı.


(İsmet İnönü, Lozan’da)

İsmet Paşa Lord Curzon’a Musul’u istediğini söylediğinde Curzon, Kurtuluş savaşında Yunanlıları yendiniz, bizi yenmediniz diye cevap veriyor. Bir aralık İngilizler petrolden pay vererek ve Süleymaniye’yi içine alan dağlık bir bölgeyi Türkiye’ye vermek istiyorlar ancak İsmet Paşa bunu reddediyor! Musul’u da istiyor. Ankara’ya çektiği telgrafta ise konferansa ara vererek Ankara’ya gelmek veya Musul’dan feragat edip barış imkânı aramak seçeneklerinden hangisini yapayım diye soruyor. Musul’dan vazgeçerek sulh aramak fikrindeyim diye ekliyor. 2. Murahhas Rıza Nur Bey ‘Musul petrolleri memleketin gelişmesi için elzemdir, elimizden çıkarsa başımıza Kürdistan belası çıkarır’ diyor ve Curzon’un blöf yaptığını iddia ediyor. Başvekil Rauf Bey cevaben Musul’u Milletler Cemiyeti’ne terk katiyen uygun değildir dese de İsmet Paşa Milletler Cemiyeti’ne gitmeyi kabul ediyor.

Mustafa Kemal Paşa 1922 yılında Musul vilayetine giderek Kürt ve Türkmen aşiretlerini ayaklandırmak ve bu bölgeyi kurtarmak üzere bir milis yarbayı olan Özdemir Bey’i görevlendirmişti. Özdemir Bey Mustafa Kemal’in temsilcisi olarak Musul’da büyük saygı ve sevgi görüyor. İngiltere’nin İslam birliğini bozmak istediğini anlatıyor. Bu sayede kalabalık Türkmen ve Kürt aşiretlerinin desteğini sağlıyor. 1922 sonlarında ciddi çarpışmalar oluyor ama Lozan görüşmelerinin kesintiye uğradığı 1923 yılı mart ayında başarılı giden askeri hareketin durdurulması emri veriliyor ve Özdemir Bey Türkiye’ye çağrılarak terhis ediliyor.  

Musul’u almak için bir başka teklif Cafer Tayyar Paşa’dan geliyor. Cafer Tayyar Paşa Musul’a girip alacağını, bu durumda sorunun hallolacağını söylüyor, başarısız olursam da hükümetten emir almadan kendi başına böyle bir harekata kalkıştı deyip Divan-ı Harp’e verin diyor yani kendini feda ediyor ama Cafer Tayyar Paşa’ya da harekât emri verilmiyor. Rauf Bey bu şekilde büyük bir fırsatın kaçtığını anılarında anlatıyor.

Daha sonra Mustafa Kemal Paşa yine panislamizm vurgusu yapan açıklamalarda bulunuyor ancak bunlar Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu kadar etkili olmuyor. Çünkü hilafetin kaldırılması dünya Müslümanları nezdinde iyi karşılanmamıştı. Oysa Kurtuluş savaşı öncesi islam birliği söylemi Hindistan Müslümanlarının maddi yardımını ve İngiltere’ye baskı yapmalarını sağlamıştı. Bu noktada hilafetin dini açıdan çok siyasi bir güç olarak ele alınıp düşünülmesi gerekmektedir.

Mustafa Kemal Paşa defalarca Misak-ı Milli sınırlarımızın içinde Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin yer aldığını belirtse de tekrar harp riski göze alınamadığından buradan feragat ediliyor. Türk İngiliz ikili görüşmeleri 1924 yılında Haliç Konferansı adıyla yapılıyor ama buradan bir sonuç çıkmayarak sorun Milletler Cemiyeti’ne devrediliyor. Sonuç olarak Haziran 1926’da İngiltere, Irak ve Türkiye arasında bugünkü sınırlarımızı belirleyen Ankara Antlaşması imza ediliyor. Musul Meselesini Taha Akyol tüm boyutlarıyla ‘Ama Hangi Atatürk’ adlı eserinde incelemiştir. Tafsilat isteyenler için mutlaka okunması gereken bir kitaptır.

Kuzey Irak meselesi birkaç günde olagelmiş veya birkaç günde halledilecek bir mesele değildir. Biz millet olarak bıçak kemiğe dayanana kadar tepki vermiyor veyahut sorgulamıyoruz. Bugün Kuzey Irak’ta referandum gündemde ve bunun engellenmesi için acil bir çözüm istiyoruz ancak bu bölgede geçmişte neler olmuş, yakın geçmişte bu referandumun alt yapısı nasıl hazırlanmış buna bakmıyoruz. Burada kurulacak Kürdistan Devleti ile Türkiye’nin güneyden kuşatılması resmen başlıyor. Amaç gelecekte daha içerilere ilerlemektir. Buralara İsrail askeri üsler kuracaktır. 95 yıl önce meclis kürsülerinde bu endişeler dile getirilmişti. Devam eden süreçte de son gün gelip çatana kadar burada ne oluyor demedik. Yıllardır bölge buna hazırlanıyor. Maalesef müttefik bildiğimiz devletler de bunun oyun kurucuları. Bize dost görünerek kendi hesaplarını bölgede yürütüyorlar. Görünen o ki güney sınırımızda işler hep daha kötüye gidiyor. Türkiye’nin mutlaka yaptırımları olacaktır, ilginç olan bölgede bu denli yalnız bırakılmaya çalışılmamızdır.


Harun Yılmaz/Avaztürk