1128 ruhu ölmüş “yabancı”

1128 ruhu ölmüş “yabancı”

AK Parti Milletvekili, Avaztürk için kaleme aldığı yazısında, 'bu toprakların en büyük problemi'ni yazdı.

AYDIN yabancılaşması, bu toprakların en büyük problemi! Bu yabancılaşmayı oturtacağımız sebeplerin ilk sırasında mağlubiyet psikolojisi gelmektedir. Batı’nın aklî ve fizikî galibiyeti karşısında kendi olamayan insanların savrulmalarının ifadesidir bu. Yabancılaşmayı, hatta bu toprakların şahsiyetiyle mücadele etmeyi farklılık zanneden bir zihin yapısıdır bu.

Oysa dünyanın bütün ülkelerinde “yerlilik” şeklinde tarif bulan bir kavram vardır. Bu sadece aydın için değil, askerin, siyasetçinin, işadamının ve hatta alelade birey için de geçerlidir. Bu tarif, barındığı toprakların değerlerini kabullenmeyi anlatır bize. Bu kabullenme, yaşanan toprağa sadık olmayı getirir kendi peşinden. Sadık olmak, askerî, siyasî, ticarî veya entelijansiya anlamında yaşanan toprak için var olmaktır.

Hazreti Peygamber (sav) Mekke’den ayrılırken, sinesinde bir hüzünle yola çıkmıştı. Zira vatan sevgisi îmandandır. Küresel piyasa dalgaları, Neo-Liberalizm gibi düşünsel tarzların inanılmaz dönüşüm süreci, bizim yerlilik ve millîlik kavramlarımızı ortadan kaldıramaz. Dünya ne kadar fiber-optik devrim üzerinden küçülürse küçülsün, biz aynı toprak parçasında güneşten besleniyor, aynı toprak parçasında komşuluk ediyor, aynı toprak parçasında üretiyor, bu toprak parçsında ekmek mücadelesi veriyoruz. O hâlde her şartta, yani dünya ne kadar küreselleşme ve tekleşme dönüşümüne muhatap olursa olsun, biz bu vatandayız ve bu toprağın insanı olarak, “sadık” olarak kalacak, “sadık” biçimde yaşayacağız!

Önce evimi bilmeliyim, zira bir evim var, ailem var. Büyüklerimi bilmeliyim, zira bir büyük ailem var. Komşularımı bilmeliyim, zira koca bir mahallem var. İstanbul’u, Ankara’yı, Edirne’yi, Kars’ı, Şırnak’ı, İzmir’i bilmeliyim, zira içinde yaşadığım bir şehir var, şehirlerim var… Öyleyse bu vatanı bilmeliyim, zira altında da, üstünde de sevdiklerim var!

Bu noktada “şehir” kavramının ne kadar önemli olduğunu da belirtmeliyiz. Mesela “Efes nedir?” diye sorsak, nasıl cevaplar verirdiniz? Dünya tarihi “şehir” kavramını ilk olarak Efes ile tanır; “polis” adındaki şehir sistemiyle öncelikle Efes’te karşılaşırız. Şehir medeniyettir. Peki, Medîne nedir? Bu “münevver” şehir üzerinden insanlar Hakk’a çağırılmışlardır. Bu şehirde hukuk içerisinde yaşamın inşası gerçekleştirilmiştir. Yahut Londra nedir? İngilizler bu şehir üzerinden mesaj verir, dünyanın kendilerini bu şehir üzerinden okumasını isterler. Eğer şehirlerimize, medeniyetimize, vatanımıza yabancılaşırsak, ne dünyaya mesaj verebiliriz, ne de dünya bizi okuyabilir. Yani kendine yabancılaşmak, kendine yabancılaşanı mesajsızlaştırır.

Oysa insanlığa mesaj verebilecek nadir toplumlardan, nadir milletlerden, nedir ülkelerden biriyiz. Bizim bir mesajımız olmalı! Ancak problem, İslâm dünyasının yaşamış olduğu yenilgi. Ve bütün problemin özü de bu!

Bizim medeniyetimizde fikriyat sahibinin ismi “münevver”dir. Bu topraklara yabancılaşanların kendilerini “aydın” kavramıyla adlandırmalarının sebebi, kimliklerini Aydınlanma Çağı’na refere etme gayesiyledir. Zira onlar hâlâ 1789’lu tarihlerde yaşıyorlar. Bu yüzden de değişimin farkında değiller! Bu nedenle bütün insanlık, söz konusu mağlubiyetten kurtulmanın yollarını arıyor.

Yazının devamını bu linkten okuyabilirsiniz

http://www.avazturk.com/yazar-1128-ruhu-olmus-yabanci-57.html