ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER

ZEHRA BETÜL ÖZSEÇER

ÜRETMEDEN TÜKETTİKLERİMİZ-2

Ağır ağır ölür yolculuğa çıkmayanlar, okumayanlar, müzik dinlemeyenler,

Pablo NERUDA

 

Modern dünyanın bize sunduğu sektörlerden birisidir sinema. Modern insanın, hakim olmasa bile uzak da durmaması gereken bir kitle iletişim aracıdır. İletişim aracıdır; çünkü ekipmanlar, teknikler, zaman ve mekanlar birbirlerinden ne kadar farklı olsa da özünde anlatma ihtiyacıdır beyaz perdeye aktarılanlar. Her filmin anlattığı bir tema, her yönetmenin attığı bir imzası vardır. Kimilerinin yazarak, kimilerinin çizerek, kimilerinin öfkelenerek, kimilerinin severek, kimlerinin konuşarak katıldığı var olma yarışına; sinema sektörü de, insan hareket ve mimiklerini, ve doğayı kullanarak, zamanı sıkıştırarak katılır. Kim ki Duk’da bu işin duayeni senarist ve yönetmenlerdendir zannımca. Toplumsal birçok duruma; siyahın beyazla, beyazın siyahla imzası gibi atar imzasını sinemada. Bu yüzden medeniyetin ürettiği, üretirken de tahrip ettiği kadını; Kim ki Duk’ ın “Zaman” filminden okumayı tercih ediyorum. Kaçışı anımsatan bir çıkışla giriş yapıyor yönetmen filme. Plastik cerrahi doktorunun muayenehanesinden, bir seri estetik operasyon geçirmiş olarak, yüzü gözü sargılar içinde çıkan bir kadın ile olduğu kişi, olmak istediği kişi ve olması gerektiğini düşündüğü kişiler arasında sıkışıp kalmış bir başka kadının çarpışması ile başlıyor hikaye. Aslında medeniyetin ürettiği estetik operasyonlar geçirmiş bir kadın ve medeniyet onu tükettiği için estetik operasyonlar geçirmek isteyen bir başka kadın karşı karşıya geliyor ilk sahnede. İşte tam burada iki farklı hayatı anlatmaya başlıyor yönetmen. Bir tarafta tüm o değişim çabalarının arkasında tatmin olamamış bir kadın diğer tarafta değişirse mutlu olacağına inandırılmış bir başka kadın. Bu kadınların var olma çabaları, yani hayatları akıyor gözlerimizin önünde. Duyguları, düşünceleri, kavgaları, sevgileri, beklentileri, hayal kırıklıkları, korkuları sırasıyla geçiyor sahnelerde. Hayatın kendince bir sıraya koyma şekli var tüm bu durumları. Ve yönetmenin başarısı hayatın sıraya koymasına en yakın sıra ile anlatması bütün bu yaşanılanları. Kim ki duk da o kadar hayata yakın anlatıyor ki herkes kendinden bir parça buluyor anlatılanlarda. Ve film boyunca bir kadının üretilirken tükenişineşahit oluyoruz. Ve film başladığı yerde bitiyor. Aynı hayat gibi. İşte tamda bu yüzden başladığımız yer önemli diyerek bir şerh koyuyoruz.

Modern toplumun kadından sınırsız beklentilerine maruz kalırken, nedenlerini ve sonuçlarını düşünmek en iyi seçenek olarak görünüyor. İlk olarak ne eğitimi almanız gerektiğine salık veren sistem, ne iş yapmanız gerektiğine, ne giyinmeniz gerektiğine, nerede oturmanız gerektiğine, hangi aksesuarları kullanmanız gerektiğine karar vermekle yetinmiyor. Saçımızın rengine, modeline, gözümüzün üstündeki kaşımıza dahi müdahil olmaya başlıyor. Dahası ilişkilerinizi nasıl yürütmeniz gerektiğiyle ilgili sürekli bişeyler fısıldıyor kulağınıza. Aslında var olmayan sorunlara, çözümler üretiyor sürekli. Ve kadın bir “makinadan çıkıyormuşcasına” bir “kadın” olmaya zorlanıyor.

Peki modern dünya, modern kadını üretirken kadın dışında hangi hammaddeleri kullanıyor. Belki çok rijit gelecek ama, modern kadın üretilirken doğmamış çocuklar mı tüketiliyor? Çünkü modern kadının sahip olması gereken çocuk sayısı da, ne zaman çocuk sahibi olması gerektiği de, çocuk sahibi olduktan sonra çocuklarını hangi zaman diliminde nasıl bir sistemin içine bırakması gerektiği de belirleniyor. Teknoloji duayenleri anne kucağı titreşimleri yayan beşikler üretip çocukları annelerin kucağından alıp makinalara teslim etmenin hesabını yapıyor. Bu hesapları yaparken aslında çocuklarımızı çoktan makinaların ellerine teslim ettiğimizin yavaş farkına vardığımız bu dönemde bile hayatları başladıkları yerde bitsin istiyoruz. Madem makinaların kucağında bitecek ömür neden makinaların kucağına doğmasın modern çocuklarımız diye makinaların rahatlığına kapılıp asıl tehlikenin farkına varamıyoruz ve üretemediğimiz çocukları ve hatta daha vahimi ürettiğimiz çocukların çocukluklarını tüketiyoruz. Burada sadece çocuk değil anne de tükeniyor, annenin tükendiği yerde aile tükeniyor. Çünkü binlerce yıldır yuvayı dişi kuş yapıyor. Artık dişi kuşlar yuva yerine mekan inşa ediyor. Aynı şey olduğu ile ilgili algı oluşturuluyor olsa da mekanlar asla yuva olamıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar