Türkiye ekonomisi, son yılların en kritik virajlarından birini alırken, Hazine ve Maliye Bakanlığı'ndan gelen son veriler başkentin koridorlarında ve piyasalarda adeta bir deprem etkisi yarattı. Uzmanların bir süredir "geliyorum" dediği tehlike çanları, bu kez hiç olmadığı kadar yüksek sesle çalıyor. Rakamlar, ekonominin direksiyonunda oturanların ne denli zorlu bir yolda ilerlediğini gözler önüne sererken, vatandaşın geleceğine dair endişeleri de beraberinde getiriyor. Peki, devletin kasasında tam olarak neler oluyor?
Bakanlığın açıkladığı en taze veriler, ilk bakışta bir miktar rahatlama hissi yaratabilir. Temmuz ayında bütçenin yalnızca 23,9 milyar TL gibi beklentilerin altında bir açık vermesi, hatta faiz dışı denge kaleminde 110 milyar TL'yi aşan bir fazlanın oluşması, "Acaba en kötüsü geride mi kaldı?" sorusunu akıllara getirdi. Ancak madalyonun diğer yüzü, çok daha fırtınalı bir manzaraya işaret ediyor ve bu rakamlar, büyük resmin sadece küçük bir parçasını oluşturuyor. Haberimizin devamında, bu iyimser tablonun ardındaki devasa sorunu ve yedi aylık periyotta ulaşılan korkutucu boyutu detaylarıyla inceleyeceğiz.
Aslında Hazine, gelir toplama konusunda oldukça başarılı bir performans sergiliyor. Yılın ilk yedi ayında bütçe gelirleri, geçen yılın aynı dönemine kıyasla %46,8'lik bir artışla 6 trilyon 695 milyar lirayı aştı. Özellikle KDV ve ÖTV gibi dolaylı vergilerdeki artışlar, devletin kasasına giren paranın ana kaynağını oluşturdu. Bu durum, ekonomideki çarkların döndüğünü ve tüketimin devam ettiğini gösterse de, harcama tarafındaki artış bu başarının adeta üzerini örtüyor. Çünkü aynı dönemde bütçe giderleri, gelirlerden çok daha hızlı bir şekilde tırmanarak %42,4'lük bir artışla 7 trilyon 699 milyar liralık devasa bir seviyeye ulaştı.
Gider kalemleri incelendiğinde, tablonun neden bu kadar endişe verici olduğu daha net anlaşılıyor. Hükümetin sosyal güvenlikten personel maaşlarına, mal ve hizmet alımlarından cari transferlere kadar birçok alanda kesenin ağzını açtığı görülüyor. Ancak asıl tehlike, yıllardır ekonominin sırtında bir kambur olan ve giderek büyüyen bir "canavar" olarak tanımlanan kalemde yatıyor: Faiz harcamaları. Devletin hem iç hem de dış borçları için ödediği faiz, bütçedeki en kontrol edilemez ve en hızlı büyüyen giderlerden biri olmaya devam ediyor. Bu durum, toplanan vergilerin ve yaratılan gelirlerin önemli bir kısmının, yatırım veya refah artışı yerine borç sarmalına gitmesine neden oluyor.
Ve işte o kritik an, rakamların tüm çıplaklığıyla konuştuğu nokta... Temmuz ayındaki görece olumlu tabloya rağmen, 2025 yılının Ocak-Temmuz dönemini kapsayan yedi aylık süreçte merkezi yönetim bütçesi, tam 1 trilyon 4,3 milyar TL açık verdi. Evet, yanlış duymadınız. Sadece yedi ayda devletin kasasından, gelirinden tam bir trilyon lira daha fazla para çıktı. Bu rakam, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde yılın ilk yedi ayı için kaydedilen en yüksek bütçe açığı olarak kayıtlara geçti ve ekonomi yönetiminin önündeki dağın büyüklüğünü net bir şekilde ortaya koydu.
Peki, bu rekor açık ne anlama geliyor ve vatandaşı nasıl etkileyecek? Bütçe açığının bu denli büyümesi, hükümetin bu açığı kapatmak için ya daha fazla borçlanacağı ya da yeni vergi ve zamlarla halkın üzerindeki yükü artıracağı anlamına geliyor. Artan borçlanma, faiz sarmalını daha da büyüterek gelecek nesilleri ipotek altına alırken; yeni vergiler ise enflasyonist baskıyı körükleyerek alım gücünü daha da eritebilir. Uzmanlar, sürdürülebilir bir mali disiplin sağlanamadığı takdirde, bu açığın önümüzdeki aylarda daha da büyüyebileceği ve makroekonomik dengeleri temelden sarsabileceği uyarısında bulunuyor. Gözler şimdi, bu tarihi açık karşısında atılacak adımlara ve hazırlanacak yeni yol haritasına çevrilmiş durumda.