AK Parti İçinde Büyük Ayaklanma! Erdoğan'ın Gizli Kalesi Çatırdıyor mu?

Siyasette bomba iddialar! Ankara koridorlarında fısıltılar yükseliyor: AK Parti'nin geleceği tehlikede mi? Liderlik krizi kapıda mı? Olayları değiştirecek sır perdesi aralanıyor. Bu haberi kaçırmayın!

Ankara'nın siyasi kulisleri son günlerde hiç olmadığı kadar hareketli. Adeta fokur fokur kaynayan bir kazan gibi görünen AK Parti'nin içinde, bugüne dek bilinmeyen bir fırtınanın patlak vermek üzere olduğu konuşuluyor. Gazeteciler, siyasetçiler ve iş adamlarıyla yapılan görüşmeler, iktidar partisinde çok sayıda farklı kanadın varlığını ve bu kanatlar arasındaki gerilimin hiç olmadığı kadar arttığını ortaya koyuyor. Beştepe'den aileye, AK Parti genel merkezinden teşkilatlara, bakanlardan danışmanlara ve iş adamlarına kadar uzanan bu çeşitli odakların, artık tek bir sopayla hizaya sokulmasının imkansız hale geldiği belirtiliyor. Bu durum, siyasi gözlemciler tarafından "Erdoğan'ın artık yönetemediği" çok bilinmeyenli, çok sorunlu bir AK Parti fotoğrafı olarak yorumlanıyor.

Geçmişte Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın parti içindeki gücünü ve halk nezdindeki iktidarını pekiştiren en önemli faktör, kamuoyu araştırmalarından gelen sonuçlardı. Ne yapılırsa yapılsın, hangi badire atlatılırsa atlatılsın, Erdoğan'ın oylarının her zaman %50'nin üzerinde çıkması, parti tabanında ve halkın genelinde "reis ne yaparsa iyisini yapar" algısını pekiştiriyordu. Ancak bugün durum kökten değişmiş durumda. Gelen son araştırmalar, AK Parti'nin oy oranlarının adeta yerlerde süründüğünü gözler önüne seriyor. Düne kadar adını bile tahmin edemeyeceğimiz bir genel başkanın, Özgür Özel'in başında olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'nin, AK Parti'yi geride bırakması dikkat çekiyor. Daha da önemlisi, mevcut 50+1 sisteminden dolayı, sandığa gidildiğinde ortaya çıkan tablo iktidar cephesinde büyük bir şok etkisi yaratıyor. Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu gibi isimlerin aday olması durumunda, Erdoğan'a karşı çok büyük farkla kazanacakları öngörülüyor; hatta "başka birinin" bile kazanabileceği dile getiriliyor. Bu durum, uzun yıllardır süregelen "Erdoğan efsanesinin" fiilen sona erdiği yönündeki kanıları güçlendiriyor.

Peki, bugüne kadar her zorluğu aşan, şapkadan tavşan çıkarmakta usta bilinen Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu denli zorlanmasının ardında ne yatıyor? Geçmişte FETÖ ile yan yana gelmekten çekinmeyen, işine geldiğinde onlarla kol kola giren, "ne istediniz de vermedik" sözünü açıkça dile getiren, ardından işine gelmediğinde ilişkileri koparıp savaşa girerek, tasfiye edilmiş devlet adamlarını yanına alarak bu savaşı kazanan bir liderin, şimdi bambaşka bir durumla karşı karşıya kaldığı ifade ediliyor. Bu durum, ekonomiye verilen ağır zararın artık kendi tabanına bile izah edilememesiyle iyice belirginleşiyor. Mehmet Şimşek'in toparlamaya çalıştığı tablonun gerçek hayata yansımasının mümkün olmadığı, gelir gider dengesindeki ve gelir adaletindeki makasın o kadar açıldığı ki, parti tabanının bile bu durumu hazmedemediği belirtiliyor.

AK Parti'ye üye olmanın veya iktidara yakın olmanın, Türkiye'de bir zamanlar nasıl bir "ayrıcalık" teşkil ettiği sıkça dile getirilen bir gerçekti. Bir mesleği olmayan veya yaşamak için bir bağlantı arayan insanların, AK Partili belediyelerde işe girmesi, çocuklarını istedikleri okula kaydettirmesi, eşlerini işe sokması gibi "fırsat kapıları" açılıyordu. Liyakat ve diplomaların değil, cemaatlere yaslanmanın, sakal bırakmanın, eşinin başını örtmesinin bir şekilde çarkı döndürmenin yolu olduğu bir dönem yaşandı. Ancak bugün o ayrıcalığa mazhar olduğunu zanneden kitleler, piramidin tepesindeki bir ailenin inanılmaz bir zenginliğe kavuştuğunu görürken, kendi tencerelerinin kaynamadığını, çocuklarının işsiz evde oturduğunu fark ediyor. Halkbank Genel Müdürü'nün, Intercity patronuyla Bodrum'da lüks bir restoranda 900 bin liralık hesap ödeyerek şampanyalar patlatması, kamu bankasının yöneticisinin bu denli bir şatafat içinde olması, dondurma yiyen sıradan insanların gözleri önünde yaşanırken, "mücahit" diye bilinen tabanın içinde derin bir sorgulama başladığı aktarılıyor.

Üstelik sadece ekonomik sıkıntılar değil, hukukun ve devlet aklının da partizanlık eliyle erozyona uğraması büyük bir krize yol açmış durumda. Geçmişte bir komiserin, bir savcının yasa dışı bir emir karşısında "yarın bana hesabını sorarlar" diyerek direnebileceği bir devlet aklı varken, son 20 yılda "parti devleti" anlayışının hakim olduğu, partili hakim, partili savcı, partili bürokrat olma durumunun yaygınlaştığı belirtiliyor. Ancak bu durumun da bir kırılma noktasına geldiği ifade ediliyor. AK Parti içindeki bu "kaynama" bürokrasiye de yansımaya başlarsa, yani bürokratlar bilgi sızdırmaya, verilen hukuksuz emirleri yapmamaya başlarsa, bunun geri dönüşü olmayacağı konusunda uyarılar yapılıyor. Son olarak Ümit Özdağ'ın Cansu Çamlıbel'e verdiği röportajda dile getirdiği "ikinci cumhuriyet" tartışmaları ve anayasanın ilk dört maddesinin değiştirilmesine yönelik örtülü mesajlar, "hesap vaktinin" geldiği yönündeki iddiaları daha da güçlendiriyor. Bu tür planların ters tepebileceği ve "yedi ceddin, yedi sülalenin" hesabını veremeyeceği bir noktaya gelinebileceği uyarısı, siyasi kulislerde büyük yankı uyandırıyor.

Tüm bu gelişmelerin ışığında, Türkiye'nin içinde bulunduğu durum sadece iç siyasetle sınırlı değil. Ortadoğu'da fokur fokur kaynayan bir coğrafyanın tam ortasında yer alan Türkiye, Suriye'de YPG yani yeni adıyla PKK'nın çok güçlü bir şekilde tahkim olması gerçeğini halkına izah edemiyor. "Terörsüz Türkiye" söylemine rağmen yanı başında çok daha güçlü ve donanımlı bir terör örgütünün varlığı, bölgede büyük bir çatışmanın işaretçisi olarak görülüyor. Yakın zamanda Suriye'de HTŞ ve Arap aşiretlerinin SDG'ye karşı büyük bir savaşa gireceği ve Türkiye'nin bu savaşta rol alıp almayacağı, Amerika'nın ne kadar izin vereceği gibi belirsizlikler, ülkenin ucu gözükmeyen bir tünele girdiğini gösteriyor. İsrail'in Gazze işgal planının başlaması ve Rusya-Ukrayna savaşının yakın zamanda bitmeyecek olması da bu karmaşık tabloyu daha da derinleştiriyor.

Ancak tüm bu kaosun ortasında, belki de en kritik ve çarpıcı gerçek ortaya çıkıyor: Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın yaşadığı "fanus". Beştepe'de adeta bir fanusun içinde izole bir şekilde yaşadığı, en yakın çemberinde sadece Hasan Doğan, özel kalemi, Emine Erdoğan, oğlu Bilal Erdoğan ve iki damadı gibi isimlerin bulunduğu, dış çemberde ise sadece 5-6 kişinin kendisine erişebildiği belirtiliyor. Bilal Erdoğan'ın siyaset sahnesine hazırlanmakta olduğu iddiaları da bu çemberdeki dengeleri daha da karmaşıklaştırıyor. Ancak bu fanusun içinde, Erdoğan'ın dışarıdaki gerçek fotoğrafın ne kadar farkında olduğu, kendisine ne kadar bilgi verildiği bilinmiyor. Tüm bu büyük denklemin içinde Erdoğan'ın tek bir "nirengi noktası" olduğu belirtiliyor: Devlet Bahçeli'nin ağzından çıkan her kelime. Söylenenlere göre, Erdoğan sadece Devlet Bahçeli'nin iki dudağına bakıyor. Çünkü siyasi gözlemciler ve içeriden gelen fısıltılar, Bahçeli'nin yarın çıkıp "böyle olmuyor" diyerek erken seçim çağrısı yapması veya masayı devirmesi durumunda, tüm bu sistemin bir anda çökebileceğini gösteriyor. İşte bu, AK Parti içindeki kaynamanın ve Türkiye'nin adım adım yaklaştığı altüst oluşun en kritik noktasını oluşturuyor. Erdoğan'ın siyasi geleceği ve Türkiye'nin istikameti, şimdi hiç olmadığı kadar kritik bir denge üzerinde duruyor.

Gündem Haberleri