Türkiye'nin siyaset ve ekonomi gündemini derinden etkileyen gelişmeler, Murat Muratoğlu'nun YouTube kanalında Remzi Özdemir ve Profesör Doktor Soner Göktaş'ın katılımıyla gerçekleşen kritik yayında gün yüzüne çıkarken, özellikle Ankara'daki siyasi ortamın çok karışık olduğu ve iktidar partisi Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) içinde önemli bir kesim ile "Saray efradı" olarak tabir edilen ve kamuoyu tarafından pek tanınmayan yönetim çevreleri arasında ciddi bir sıkıntı yaşandığı belirtiliyor. Remzi Özdemir'in Merkez Bankası'nın son faiz kararı öncesinde dile getirdiği "50 lira masada" ifadesiyle dolar kurundaki beklentilerin gündeme damga vurduğu bu programda, mevcut Cumhurbaşkanı'nın anayasa gereği 2028'de görev süresinin dolacağı, ancak 2027 sonunda veya 2028 başında yapılacak bir erken genel seçim kararıyla bir kez daha aday olabileceği, aksi takdirde anayasayı değiştirmelerinin çok zorlu ve Türkiye'yi diktatörlüğe götürecek bir adım olacağı dile getiriliyor. Yaşanan bu gerilimlerin ve gizli operasyonların nedenlerini ve gelecekte Türkiye'yi nelerin beklediğini derinlemesine incelemek için okumaya devam edin.
Can Ataklı'nın aktardığı iddialara göre, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın çevresindeki bazı kesimlerin, özellikle de adı bilinmeyen "Saray efradı"nın, Erdoğan sonrası güç dengesini kendi lehlerine tutma çabası içinde panik halinde olduğu ve bu nedenle çeşitli operasyonlar yürüttüğü ifade edilirken, müthiş bir kalabalığı tek başına ayakta tutan mihenk taşı gibi Erdoğan'ın çekilmesi durumunda bir dağılma yaşanacağı, bu dağılmada büyük grubu elde edip iktidarı devam ettirmek isteyenler arasında bir kavga yaşandığı belirtiliyor. Remzi Özdemir'in vurguladığı üzere, önümüzdeki 15-20 gün içinde doğrudan AKP kaynaklı, hatta bizzat AKP'den sızdırılacak çok skandal olaylar yaşanabileceği, bakanlıktaki rüşvet, yolsuzluk iddiaları ve adam kayırmalar için hazırlıklar yapıldığı ve bu bilgilerin saklanmasının artık çok zor olduğu, çünkü çok sayıda kişinin çok şey bildiği bir düzen kurulduğu için herkesin kendisini garantiye almak adına dosyalamalar yaptığı ve "bana bir şey yapmaya kalkarsan canını yakarım" mesajı verdiği öne sürülüyor. Bu dosyalamaların sadece iktidar içine değil, geçmişte bu iktidarla "alışverişe" girmiş muhalefet içindeki bazı isimleri de kapsadığı ve kamuoyunun hoşuna gitmeyecek konuşmalar ve anlaşmalar içerdiği iddiaları, siyasetin geleceğine dair ciddi ipuçları sunarken, bu gelişmelerin Türkiye'nin kaderini nasıl etkileyeceğini anlamak için okumaya devam edin.
Bu çarpıcı iddialar zincirinde Remzi Özdemir, özellikle sahte diploma skandalına dikkat çekerek, 400 akademisyen ve devlet katında çalışanların sahte diploması olduğu iddialarının e-devlet üzerinden milyonlarca insanın verilerine ulaşıldığı anlamına geldiğini ve bunun devleti temelinden sarsan çok büyük bir skandal olduğunu belirtiyor. Özdemir, geçmişte Süleyman Soylu'nun herkese ait bilgilerin bulunduğu bir telefon uygulamasını göstermiş olmasını hatırlatarak, günümüzde yapay zekanın da güç kazandığı bir dönemde hiçbir bilginin gizlenemeyeceğini, e-devlet üzerinden yapılan işlemlerin dahi gerçek mühürle yapıldığını ve bu durumun yalanlanamayacağını vurguluyor. Ayrıca, iktidar kaynaklı yolsuzluk iddialarının ortaya çıkmasında iktidar içindeki kişilerin birbirlerini ihbar etmesinin rol oynadığını, "Reis gidiyor" düşüncesiyle birçok kişinin kendini sıyırmaya çalıştığını ve eğer Erdoğan iktidarı tökezlerse, eski AKP'lilerin ve müteahhitlerin "itirafçı" olup etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanarak her şeyi dökeceklerini iddia ediyor. Bu iddialar silsilesinde, ekonomik göstergelerin de siyasi baskıları tetiklediği görülürken, bu iç hesaplaşmaların Türkiye'yi nereye sürükleyeceğini görmek için okumaya devam edin.
Ekonomik cephede ise, Remzi Özdemir, AKP'lilerin sokağa çıkmakta zorlandıklarını ve halkın "seçime gidin" tepkisiyle karşılaştıklarını, para bulmada zorlandıklarını ve ekonominin kötüye gittiğini gözlemlediklerini belirtirken, özellikle dolar kurunun baskılandığını, ancak gerçek karşılık değerinin TÜİK'in sınırlandırılmış enflasyon rakamlarına göre 52 TL, ENAG'ın enflasyonuna göre ise 90 TL'lere kadar çıktığını öne sürüyor. Özdemir, bu kötü ekonomik durumun AKP'lilerin seçime gitmekten korkmalarına neden olduğunu ifade ederken, bazı AKP'lilerin ise erken seçim kararı alarak 5 yıl daha iktidarda kalmayı hedeflediklerini, ancak TBMM'nin erken seçim kararı almasının bir gerekçesi olması gerektiğini ve 2 yıl önceden böyle bir kararın ilan edilmesinin açık bir hile olacağını, bu konuda iktidar içinde karmakarışık bir kavga yaşandığını dile getiriyor. Öte yandan, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel'in mitinglerdeki "2 Kasım'da seçim korkmuyorsan gel" çağrılarının ve ateşli konuşmalarının, iktidar üzerinde ciddi bir baskı oluşturduğunu ve bu baskının iktidarı seçime gitmek zorunda bırakabileceğini belirtiyor. Bu baskıların, iktidarın geleceğini nasıl etkileyeceğini anlamak için okumaya devam edin.
Remzi Özdemir ayrıca, medyada dönen güncel bir tartışmaya değinerek, bazı gazetecilerin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu'ndan ya da Beşiktaş Belediyesi üzerinden ciddi paralar aldıkları (5-6 milyon lira gibi) yönündeki iddiaların Yeni Şafak gibi gazeteler tarafından haberleştirildiğini, ancak bu isimlerin çoğunu tanıdığını ve bu tür bir "bayraktarlık" yapmalarının mümkün olmadığını, bunun bir "yandaş medya" icadı olan "fondaş medya" kampanyası olduğunu düşündüğünü ifade ediyor. Özdemir, bu iddiaların doğru çıkması halinde meslekleri adına dehşet verici bir durum olacağını vurgularken, gazetecilerin özellikle bireysel yayın yaparken sponsorluk konusunda çok dikkatli olmaları gerektiğini, banka, borsa, finans kuruluşları veya kripto gibi "netameli" olabilecek kuruluşlardan sponsorluk kabul etmemeleri gerektiğini, zira bu tür ilişkilerin halkın güvenini sarsabileceğini veya vatandaşların yanlış yatırımlar yapmasına neden olabileceğini, bunun da kendi başlarına patlayabileceğini ekliyor. Konut piyasasına ilişkin ise, özellikle birinci el inşaat firmalarının satışlarında bıçak gibi bir kesilme yaşandığını ve bu durumun yaklaşık 6-7 aydır devam ettiğini belirtirken, Mehmet Şimşek'in konut kredisi faizlerini düşürmek istemediğini, çünkü bu tür düşüşlerin konut fiyatlarını daha da erişilmez hale getirdiğini (örneğin 0.77% faiz oranlarıyla konut fiyatlarının bir gecede %20 arttığını) ve BDDK'nın halen kredi kısıtlamalarını sürdürdüğünü (örneğin 5 milyonluk eve 750 bin ila 1 milyon lira kredi verilebildiğini) vurguluyor. Türkiye'de bankaların kredi alanlardan yüksek sigorta primleri kestiğini (örneğin 90 bin liralık ihtiyaç kredisinden 22 bin lira, 2 milyon liralık ilk evim kredisinden 190 bin lira sigorta primi kesildiği) ve bunun bir ahlaksızlık olduğunu dile getirirken, bu durumun insanların kredi çekmesini imkansız hale getirdiğini ifade ediyor. Tüm bu iddiaların ve siyasi manevraların ardında yatan gerçekleri ve Türkiye'nin siyasi ve ekonomik geleceğinin nasıl şekilleneceğini keşfetmek için okumaya devam edin.
Konut piyasasının acı gerçeklerini daha da derinleştiren gelişmeler arasında, Emlak Konut'un Damlakent projesiyle satışa sunduğu gayrimenkul sertifikaları öne çıkıyor. Remzi Özdemir bu projeye inanmadığını, bunun tamamen Emlak Konut'a nakit sağlamak ve insanları oyalamak amacıyla yapıldığını ifade ederken, Başakşehir çevresinde (Çam Sakura Hastanesi yakınları) bugün teslim edilebilecek 3+1 dairelerin 5.8 milyon liraya, 1+1'lerin ise 3.8-4 milyon liraya satıldığı bir ortamda, Damlakent'teki 1+1'ler için 2029-2030 teslim tarihiyle 4.8 milyon lira (yüzde 24 indirimle, gerçek değeri 6.3 milyon lira) istenmesini "kazıklama" olarak nitelendiriyor. Profesör Doktor Soner Göktaş ise, bu sertifika işinin bir şirketin nakit ihtiyacı için varlıklarını bölüp satması olduğunu ve Emlak Konut'un bunu düşük gelirliye sosyal konut projesi olarak pazarladığını, ancak bu fiyatların "sosyal konut" tanımına uymadığını belirtiyor. Göktaş, hala değerleme raporu yayınlanmamış olmasını eleştirerek, Türkiye'deki değerleme sektörünün fecaat durumda olduğunu, emlakçıların telefonlarından fiyat alındığını ve niteliksiz raporlar üretildiğini iddia ediyor. Bu projenin, eğer sertifikalar satılamazsa, Emlak Konut'un konutları açık artırmaya çıkaracağını ve bunun alıcılar için büyük bir tehlike yarattığını, TOKİ'nin ise bu "sözüm ona sosyal konut" projesine garantör olmasının kabul edilemez olduğunu dile getiriyor. Bu piyasa manipülasyonları ve riskleriyle yüzleşmek için okumaya devam edin.
Profesör Doktor Soner Göktaş'ın ifadeleriyle, Türkiye'nin aslında bir ekonomik programı olmadığını, bir finans programına sahip olduğunu ve bunun finansçılar, bankalar, Londra tefecileri ve zengin kaymak tabaka için servet maksimizasyonu amacı taşıdığını belirtiyor. Göktaş, hükümetin tarım gibi yapısal alanlarda reform yapmadığını, sadece 70 milyonun sırtına dolaylı vergiler yüklediğini ve ücretlilerin gelir vergisiyle sıkıştırıldığını dile getirirken, gelişmiş ülkelerin aksine Türkiye'de işsizliğe (geniş tanımlı işsizliğin her üç kişiden bir olduğu gerçeğine) bakılmadığını ve bunun talebi belirlemediği bir ülkede önemsiz olduğunu vurguluyor. Merkez Bankası Başkanı Hafize Gaye Erkan'ın "büyüyerek de enflasyonla mücadele edebiliriz" sözünü eleştiren Göktaş, bunun yanlış bir yaklaşım olduğunu ve aslında yapısal reformların (kamu tasarrufu, servet vergisi gibi) yapılması gerektiğini belirtiyor. Hükümetin açıkladığı "Nefes Kredisi"nin yarım saatte bitmesini ya insanların anormal ihtiyacı ya da önceden belli adamlara ayarlandığı şeklinde yorumlayan Göktaş, her iki ihtimalin de kötü olduğunu ve şirketlerin inanılmaz zor durumda olduğunu ifade ediyor. Ayrıca, sanayi ve ticaret odası başkanlarının ve iş insanlarının NAS döneminde faiz düşüşlerine itiraz etmeyip şimdi isyan etmelerinin, onların bu durumu hak ettiğini gösterdiğini ve Türkiye'nin 10 sene sonrası için bir sektör vizyonu olmadığını, geminin ciddi anlamda kaçtığını dile getiriyor. Konut piyasasında ise, artık enflasyonla zenginleşme döneminin bittiğini, para varsa %30 iskontolarla oturulacak ev alınabileceğini ancak yatırım amaçlı kazanç beklentisinin bittiğini, çünkü konutun altın gibi likit olmadığını vurguluyor.
Tüm bu çarpıcı gelişmeler ışığında, Remzi Özdemir'in öne sürdüğü Mehmet Şimşek ve ekibinin dolar kurunu 1-1.5 ay içinde 49.90 ila 50 lira bandına çekme hedefi, yabancı yatırımcılar için kur riskini sıfıra yakın seviyeye getirme ve yılın son çeyreğinde Türkiye'ye ciddi bir rezerv girişi sağlama stratejisinin bir parçası olarak görülüyor. Ancak Profesör Doktor Soner Göktaş'a göre, eğer bu senaryo gerçekleşirse, yani dolar kuru 50 TL seviyesine gelirse, bu durum son iki yılın çöpe gittiği ve finans programına yeniden başlandığı anlamına gelecek ve 70 milyon dar gelirli, fakir ücretli kesimin daha da fakirleşmeye devam edeceği bir tablo ortaya koyacak. Remzi Özdemir'in belirttiği gibi, dış ticaret açığının %38 artması ve Merkez Bankası'nın döviz rezervlerinin büyük bir bölümünün altın değer artışından kaynaklanması, acil para ihtiyacını gözler önüne seriyor. Bu ekonomik tablo ve iç siyasi çatışmaların yanı sıra, konut piyasasındaki mevcut kısıtlamalar, yüksek sigorta primleri ve sahte diploma skandalı gibi olaylar, iktidar partisindeki iç hesaplaşmaları ve olası itirafçıların ortaya çıkışını kaçınılmaz hale getiriyor. Dolayısıyla, Türkiye, hem siyasi hem de ekonomik anlamda, adı bilinmeyen "Saray efradından" AKP'li eski bürokratlara kadar birçok kesimin dahil olduğu büyük bir hesaplaşmanın eşiğinde bulunuyor; halkın büyük bir bölümü için konut sahibi olmanın hayal olarak kalacağı ve gelir adaletsizliğinin derinleşeceği bir döneme girildiği belirtilirken, tüm bu detaylı haber ve analizlere ulaşmak için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.