Değerli okuyucularımız, ülke ekonomisindeki suni enflasyon verileriyle halkın her geçen gün biraz daha fakirleştiği bir dönemde, Türkiye'yi çok daha büyük ve akıl almaz skandalların beklediği gerçeği gün yüzüne çıkıyor. Gazeteci Can Ataklı, "İsrail'le Savaşı Bile Göze Alabilirler!" başlıklı YouTube yayınında, enflasyonun TÜİK tarafından %33 açıklanırken, bağımsız ENAG'ın bunu %65-66 olarak belirtmesinin ve doların 40 TL'yi aşmasının sıradan bir durum olmadığını, asıl felaketin e-devlet üzerinden dönen sahte diploma skandalı olduğunu vurguladı. Bu büyük operasyonun derinliklerini ve ülkeyi bekleyen daha vahim tehlikeleri anlamak için okumaya devam edin.
Can Ataklı, asıl skandalın normal bir ülkede hükümetleri devirecek nitelikte olduğunu belirtirken, sahte diploma olayının sıradan bir sahtecilikten ibaret olmadığını, e-devlet sistemine hackleme usulüyle girilerek gerçekleştirildiğini ifade etti. Bilgisayar uzmanlarının yakından bildiği bu yöntemle, Üniversiteler ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın sistemlerine sızıldığı, okullardan sahte mezuniyet kayıtları oluşturulduğu, diplomalar düzenlendiği ve hatta başarısız adayların sınav sonuçlarıyla (örneğin 30 alanın notunun 70'e çıkarılması gibi) oynandığı ortaya çıktı. Bu işlemler karşılığında, diplomaların ihtiyaca göre 80.000 TL'den 400.000 TL'ye kadar ciddi paralarla satıldığı belirtilirken, bu olayların aslında üç ay önce ortaya çıktığı ancak kamuoyuna yeni yansıdığı bilgisi paylaşıldı. Ülkenin dijital güvenlik ağının ne kadar zayıf olduğunu gösteren bu durumun tüm detayları için okumaya devam edin.
Skandalın boyutları, sadece sahte diploma üretimiyle sınırlı kalmayıp, bu diplomaları alan kişilerin profilleriyle de derinleşiyor; Can Ataklı'nın Ali Mahir Başarır'dan aktardığına göre, aralarında Cumhurbaşkanlığı Denetleme Kurulu Genel Sekreteri Necdet Özel, Cumhurbaşkanlığı Koruma Daire Başkanı Osman Çangal, Sağlık Bakanlığı Müşaviri Gökhan Biçkur, eski Tarım Orman Bakan Yardımcısı Ebubekir Gizli Gider ve iki MHP milletvekilinin de bulunduğu pek çok kamu görevlisinin sahte diploma aldığı iddia edildi. Ünlü sporcu Hamza Yerlikaya'nın da benzer bir durumla karşı karşıya kaldığı ve Vakıfbank yönetim kurulu üyeliğine getirildiği, ancak diplomasız olduğu ortaya çıktığında olayın kapatılmaya çalışıldığı anımsatıldı. Bu tür sahteciliğin temel motivasyonunun, artık hemen her iş başvurusunda diploma şartı aranması olduğu, hatta AVM güvenlik görevlisi veya temizlik elemanı gibi pozisyonlar için bile diploma istendiği belirtilirken, Can Ataklı, bu kişilerin e-devlet üzerindeki bilgilerle tespit edilerek doğrudan kendilerine ulaşıldığı ve sır saklamalarının sağlandığı teorisini ortaya attı. Bu durum, e-devlet bilgilerinin muazzam ölçüde birilerinin elinde olduğunu ve bunun sıradan insanların yapamayacağı, devletin bir takım adamlarının da işin içinde olabileceği çapta büyük bir operasyon olduğunu gösterirken, olayın tüm boyutlarını öğrenmek için okumaya devam edin.
E-devlet sistemindeki bu sarsıcı güvenlik zafiyetlerinin sadece sahte diplomalarla sınırlı kalmadığı, hatta tapu üzerinden ev satışları gibi korkunç dedikoduların bile yayıldığı, sıradan vatandaşların evlerinin rızaları dışında satılabilme riskinin bulunduğu ifade edildi. Ancak Can Ataklı'ya göre, bu durumun en büyük ve ürkütücü tehlikesi, e-devletin bu kadar kolay ele geçirilebilmesi durumunda sahte seçmen üretilebilmesi ihtimalidir. Hükümetin, zulümden kaçtıkları iddiasıyla değil, adeta zorla getirdiği Suriyelilerin sayısının 10 milyona yaklaştığı ve bunları seçmene çevirme planının olduğu iddia edilirken, resmi açıklamaların sadece 175-200 bin vatandaşlık verildiğini belirtmesine rağmen, seçmen kütüklerinde 3 milyonluk bir fazlalık olduğu vurgulandı. Bu çarpıcı iddialar, 2023 ve 2024 seçimleri öncesinde belgelerle ortaya konulmuş ve siyasilere sunulmuş olmasına rağmen herhangi bir adım atılmadığı belirtilirken, Can Ataklı'nın İstanbul'un merkezi yerlerinden birinde yaşayan bir arkadaşının yaşadığı vahim bir olayı (tanımadığı bir Suriyeliye ait nüfus cüzdanının postayla ev adresine gönderilmesi) örnek göstererek, bu sahte vatandaşlık ve seçmen üretiminin somut bir tehlike olduğunu gözler önüne serdi. Seçim sonuçlarını manipüle edebilecek bu durumun Türkiye için ne anlama geldiğini kavramak için okumaya devam edin.
Son dönemde MHP lideri Devlet Bahçeli'nin iktidarı terörsüz Türkiye söylemi üzerinden zorlamaya başladığı ve bu konuda Erdoğan'dan bile daha şahin bir tavır sergilediği belirtilirken, özellikle İYİ Parti'nin Zafer Partisi ile işbirliği yapması ve merkez sağda bir çatı kurma arayışlarının sarayda endişe yarattığı, Bahçeli'nin bu duruma sert tepki göstererek İYİ Parti'ye "ipsiz sapsız" dediği de Can Ataklı tarafından aktarıldı. Bahçeli'nin "Terörden arınmış, terörle yollarını ayırmış... Türkiye'yi durduracak... gücün varlığı artık sadece hayal mezabesindedir" gibi ifadeleri, Ataklı tarafından sorgulanarak, eğer terör 40 yıldır ülkenin önünü kesiyorsa bu konuda ne yapıldığı soruldu. Ayrıca, "küresel kumpas" gibi belirsiz düşmanlardan bahsedilmesine rağmen, asıl güçlerin adının konulamaması eleştirilirken, terörle mücadeledeki bu komisyon çalışmalarının sadece göstermelik olduğu, alınan kararların Meclis'te kolayca bozulabileceği vurgulandı. Can Ataklı, "barış" lafının da anlamsız olduğunu, Türkiye'de bir savaş değil, terör sorunu olduğunu, Kürt halkıyla bir kavga yaşanmadığını belirterek, İzmir Kadifekale örneğiyle Türk ve Kürt halkının terör örgütünü her zaman ayırdığını gösterdi. Gelecekte terör örgütü liderlerinin "dostum" olarak anılma ihtimali gibi çelişkili bir politikaya sürüklenip sürüklenmeyeceğimizi görmek için okumaya devam edin.
Tüm bu iç sorunlar ve güvenlik zafiyetleri devam ederken, çok daha büyük ve ürkütücü bir senaryo kapımızda beliriyor; Milli İstihbarat Akademisi'nin hazırladığı 58 sayfalık bir raporda, İran-İsrail "dalaşması" sonrası Türkiye için "erken uyarı sistemi" ve "kitlesel sığınaklar" inşa edilmesi gerekliliğinin ortaya konulması, ülke içinde büyük bir korku ve endişe yaratıyor. Can Ataklı, bu kitlesel sığınak önerisinin, Türkiye'nin bir saldırıya uğrayacağı ve şehirlerin hedef alınacağı anlamına geldiğini, bu durumun ancak ülkeyi korkutmak amacıyla yapılmış olabileceğini belirtti. En çarpıcı iddia ise, Can Ataklı'nın çok yakından tanıdığı, deneyimli ve güçlü bir siyasetçi dostundan geldi: "Bunlar [iktidar] gitmemek için İsrail'le savaşı bile göze alırlar". Erdoğan'ın siyasi olarak "bitik" durumda olmasına rağmen, etrafındaki ekibin onu iktidarda tutmak için korkunç bir çaba içinde olduğu ve eğer Erdoğan düşerse bu ekibin de dağılacağı bu iddiaları destekliyor. Türkiye'nin ya parlamenter sisteme dönerek demokratik bir yolu tercih edeceğini ya da Erdoğan ve ekibinin gözünü karartıp diktatörlüğe doğru yöneleceğini, seçimleri öteleyerek veya ortadan kaldırarak fiili bir durum yaratacağını vurgulayan Can Ataklı, İsrail ile küçük bir atışmanın bile "savaş durumu" ilanına, OHAL'e ve muhalefetin susturulmasına zemin hazırlayarak Türkiye'yi derin bir karanlığa sürükleyebileceğini dile getirdi. Bu tehlikeli maceranın tüm boyutları ve ülkeyi bekleyen akıbetle ilgili daha fazla bilgi için, güncel gelişmeleri takip etmek ve analizleri okumak üzere https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz, zira iktidarda kalma uğruna bu denli büyük risklerin alınması, ülkenin geleceğini geri dönülmez biçimde etkileyebilir.