İftira denilen o acımasız kılıç, bazen bir insanın hayatına mal olurken, bazen de onurunu paramparça edip onu geri dönülmez bir uçuruma sürükler. Peki ya böylesine yıkıcı iddialar karşısında bir siyasetçi, hiçbir tepki göstermeden, olağanüstü bir soğukkanlılıkla duruyorsa? Bu haber, iftiranın derin yaralarını, onurlu insanların trajik sonlarını ve nihayetinde Ekrem İmamoğlu hakkındaki çarpıcı iddialar karşısındaki şaşırtıcı duruşunu mercek altına alıyor ve çok daha fazlası için okumaya devam edin!
Yakın tarihimiz, masumiyetleri sonradan ortaya çıksa bile iftiranın pençesinden kurtulamayan sayısız isme tanıklık etti. Örneğin, Bilal Akyıldız'ın adı, tek bir cümleyle 'Ümraniye Sapığı'na çıkarıldı. Bu korkunç iftira yüzünden linç edildi, mapus yattı, işkence gördü ve hatta mide kanaması geçirdi. Masumiyeti kanıtlanıp iftirayı atan Fatih Altaylı'ya dava açıp tazminat kazansa da, üzerinden yıllar geçmesine rağmen bu iftiranın etkisinden kurtulamadı. Benzer bir trajedinin kurbanı olan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek ise çok parlak bir amiral olmasına rağmen, günlüklerinin Ergenekon tertibinde delil olarak kullanılmasıyla büyük bir acı yaşadı. Oğlu Burak Örnek de babasının günlüklerini medyaya sattığı iftirasına maruz kaldı. Burak, bu cümle yüzünden kanser oldu ve genç yaşta aramızdan ayrıldı. Kardeşi Tolga Örnek, yaşadıkları trajediyi anlatırken, Fatih Altaylı'nın "Burak babasının günlüklerini çaldı ve milyonlarca para karşılığında sattı" cümlesinin Burak'ı onlardan aldığını açıkça ifade etti. Ne acıdır ki, Özden Paşa da oğlundan sadece üç ay sonra aynı hastalıktan vefat etti.
İftiranın onurlu insanlarda açtığı bu onulmaz yaralar, bazen cana kıymayı bile bir 'kurtuluş' olarak görmeye yol açabiliyor. Yarbay Ali Tatar'ın yaşadıkları bunun en acı örneklerinden biri. "Amirallere Suikast" iftirasıyla başlatılan soruşturma neticesinde gözaltına alındı ve tutuklandı. Serbest bırakıldıktan kısa bir süre sonra, flash bellek ve karargah evleri gibi kumpaslarla canından bezdirildi ve tekrar tutuklamak için kapısına dayanıldı. Onurlu bir asker olarak bu durumu daha fazla kaldıramadı, eşine bir mektup bırakarak şakağına bir kurşun sıkıp intihar etti. Mektubunda "Hepinize bir hakkım geçtiyse helal olsun, sizin de bana hakkınızı helal edeceğinize eminim" derken, ailesine ise "Öncelikle başınızı öne eğdirecek hiçbir şey yapmadım, başınızı dimdik tutun. Gökçenim canım kızım, derslerine çok iyi çalış ve önemli yerlere gel ki benim hesabımı sorabilesin" vasiyetinde bulundu. Not olarak belirtmek gerekir ki, 15 Temmuz sonrası merhum Ali Tatar'ın tutuklanmasını talep eden savcı ve tutuklayan hakim FETÖ üyeliğinden mahkum edildi. Bu gibi korkunç olayların ardındaki gerçekleri ortaya çıkarmak için https://www.avazturk.com gibi bağımsız haber kaynakları hayati bir rol oynamaktadır. Görüldüğü üzere, iftira, onurlu her insana dünyayı zindan edebilir, kimi zaman da canına kıymayı kurtuluş sanacak kadar onları bezdirebilir.
Peki ya bu yıkıcı tablonun tam ortasında, aylardır hakkında çarşaf çarşaf iddiaların medyaya yansıdığı bir siyasetçi, Ekrem İmamoğlu'nun duruşu neden bu kadar farklı? Yaklaşık üç aydır süregelen bu iddialar, herhangi bir gazetecinin uydurması değil; bizzat kendi partisinden, birlikte yola çıktığı, hatta belediyede en önemli makamlara getirdiği çalışma arkadaşlarından geliyor. Üstelik 'tüyü bitmemiş yetimin hakkına çökmek' gibi yüz kızartıcı ithamlar bunlar. Normal bir insan, bu denli ağır iddialar karşısında etkilenir, yıpranır, hakkındaki iftiraları çürütmek için çırpınır, uykuları kaçar. Ancak kaynaklarda belirtildiği üzere, İmamoğlu hiç de öyle değil. Son mektubundan da anlaşıldığı üzere, aşırı profesyonel, sanki özel eğitimden geçmiş bir insan evladı gibi. Bu kadar etkilenmiyor ki, "Hakkımdaki iddiaların bir teki doğruysa Taksim'de kendimi asarım" tarzı bir rest çekmeye bile tenezzül etmiyor. Peki, İmamoğlu'nun bu 'imparatorluk' düzeyindeki profesyonelliği nereden geliyor? İşte asıl merak uyandıran soru bu!
Bu 'malum profesyonellik', kaynağımızda belirtildiği üzere, akıllara bazı çarpıcı soruları getiriyor. İmamoğlu'nun söz konusu profesyonelliği, FETÖ'ye yurt inşa ettikleri yıllardan, Beylikdüzü'nde FETÖ'nün belediye imamı ile çalışmasına, FETÖ'nün Samanyolu kanalında spor yorumculuğu yapmasına ve hatta FETÖ'cülerin Paris'te orada burada İmamoğlu maskeleriyle arzı endam etmesine kadar bir yığın karineden hareketle açıklanabilir mi? Kaynak, bu konuda kesin bir yanıt vermese de, İmamoğlu'nun bu olağanüstü soğukkanlılığı ve iddialar karşısındaki tepkisizliği, "maşallah imparatorluk düzeyinde" olarak nitelendiriliyor. Kolpaçino 3 Devre filminde Ganyotçu'nun mafya liderinin vahşeti üzerine "imparator" demesi gibi, İmamoğlu'nun bu sakinliği de adeta bir 'imparatorluk' seviyesinde. Acaba bu denli 'profesyonel' bir duruş sergileyen İmamoğlu'nun geçmişindeki bu 'karineler', hakkında çıkan iddialar karşısında sergilediği şaşırtıcı tepkisizliğin birer ipucu olabilir mi? İşte tüm bu soruların cevabı, sadece zamanla değil, derinlemesine bir araştırmayla gün yüzüne çıkacaktır.