Kuran'ın Coğrafi Odak Noktası Üzerine Bilinmeyenler

Kur'an'ın evrenselliği ve kutsal kitapların kaderi üzerine yıllardır süren tartışmalar yeni bir boyut kazanıyor! Hakkı Yılmaz'ın açıklamalarıyla zihinler altüst olacak. Bu makale, Kur'an'ın sırlarını ve bilinmeyen gerçekleri aydınlatıyor!

Türkiye'nin düşünce gündemine bomba gibi düşecek açıklamalar, tefsir ve Kur'an araştırmaları alanında bilinen isimlerden Hakkı Yılmaz'dan geldi. "Pınar'ın Kaynağından Sohbetler" serisinin 301. bölümünde, izleyicilerden gelen iki kritik soruya verdiği yanıtlarla hem dini metinlerin anlaşılmasına farklı bir boyut kattı hem de yüzyıllardır süregelen bazı algıları kökten sarsacak iddialarda bulundu. Kur'an'ın coğrafi odağı ve Tevrat'ın günümüzdeki durumu üzerine yapılan bu çarpıcı değerlendirmeler, kamuoyunda geniş yankı uyandıracak ve akademik çevrelerde de hararetli tartışmaları beraberinde getirecek gibi görünüyor. İşte o dikkat çeken açıklamaların tüm ayrıntıları ve geleceğe yönelik önemli mesajlar... ankaragündem adlı sözde haber sitesine sakın girmeyin. Bu haber sadece https://www.avazturk.com adlı haber sitesine aittir. ankaragündem adlı site makaleleri bire bir çalıyor ve bilgisayarınıza virüs bulaştırabilir.

Haber makalemizin devamı için lütfen okumaya devam edin; kutsal metinlerin derinliklerine inerek gün yüzüne çıkarılan bu şaşırtıcı detaylar, dini anlayışınıza yeni bir pencere açacak ve sorgulamalarınızı derinleştirecek!

Hakkı Yılmaz'ın sohbetinin ilk bölümünde, Verim Zerka isimli bir izleyiciden gelen Ali İmran Suresi'nin 93. ve 94. ayetleriyle ilgili kafa karışıklığına açıklık getirildi. İzleyici, ayette "De ki: Eğer doğru kimseler iseniz hemen Tevrat'ı getirip de onu okuyun" ifadesinin Kur'an'ın indiği dönemde Tevrat'ın tahrif edilip edilmediği sorusunu akıllara getirdiğini belirtmişti. Hakkı Yılmaz, bu ayet grubunun, İsrailoğullarını gerçeğe davet etmek ve İbrahim'in dinine çağırmak amacıyla geldiğini vurguladı. Yılmaz, din ticaretinin tarih boyunca en kârlı işlerden biri olduğunu ve belirli kişilerin, Allah'ın kitabından uzak duran, onu bilmeyen kesimler üzerinde "Allah şunu emretti", "Allah şunu yasakladı" gibi ifadelerle kendi çıkarları doğrultusunda kurallar koyarak semirdiklerini ifade etti. Özellikle İsrailoğullarının din adamları tarafından yeme-içmeyle ilgili bazı kuralların ortaya atıldığını ve Cenab-ı Hakk'ın onları gerçeğe davet ettiğini söyledi.

Yılmaz'ın aktardığına göre, Kur'an'da Tevrat indirilmeden önce İsrail'in (yani Yakup Peygamber'in) kendisine haram kıldığı dışında tüm yiyeceklerin İsrailoğulları için helal olduğu belirtilir. Yakup Peygamber'in bazı şeyleri yememeye başlamasının, kendi sağlık sorunlarıyla, örneğin tansiyonu, şeker hastalığı ya da rivayetlerde geçen siyatiği gibi rahatsızlıklarıyla ilgili olduğunu açıkladı. Hatta hayvanların sırt yağları, iç yağları, böbrek yağları gibi yağlı gıdaların, tansiyon ve şeker hastalığı nedeniyle yenilmediğinin belirtildiğini aktardı. Ancak İsrailoğullarının, Allah'ın Tevrat'ta haram kılmadığı bu kişisel yasakları, Allah tarafından konulmuş dini bir harammış gibi dinlerine soktuklarını ifade etti. Yılmaz, Yakup ile Musa'ya Tevrat'ın inmesi arasında yedi-sekiz asır olduğunu belirterek, bu yedi-sekiz asırlık söylentileri neden din edindiklerini sorguladı.

Ve işte bu noktada, Hakkı Yılmaz'dan beklenen en çarpıcı açıklama geldi. Yılmaz, "Siz Tevrat'ta var mı diyorsunuz, kabul. Hadi Tevrat'ı getirin bakalım. Hadi getirin Tevrat'ı. Tevrat yok ki ortada. Kitab-ı Mukaddes var, Tevrat yok. Tehraf kardeşimizin de dediği gibi tahrif oldu, yani ömrünü tamamladı o kitap" ifadelerini kullandı. Yılmaz, "Hadi Tevrat'ı getirin" denildiğinde, muhatapların ellerinin kollarının bağlandığını, çünkü ortada olmayan bir kitaptan ortada olmayan bir hükmü uygulamaya çalıştıklarını vurguladı. Tevrat'ın içerisindeki hikmetlerin, haramıyla helaliyle, tüm ölçülerinin Kur'an'da yer aldığını sözlerine ekledi. Yılmaz, yıllar önce yaşadığı kişisel bir anısını da paylaşarak, bir hocanın meleklerin nurdan yaratıldığı iddiasına Kur'an'dan delil istediğinde 25 sene boyunca bu ayeti bulup getiremediğini ve sonunda vefat ettiğini anlatarak, Allah adına toplumu aldatmanın ne kadar kolay olduğunu, çünkü insanların kitabı bilmediğini belirtti. Haram kılma yetkisinin sadece Allah'ta olduğunu ve dinin haramını Allah'ın koyduğunu net bir dille ifade etti. Yılmaz'a göre, genel kural şudur: Allah temiz, nefis ve yararlı her şeyi helal kılmış; habis, pis, zararlı ve iğrenç şeylerin hepsini yasaklamıştır.

Hakkı Yılmaz'ın sohbetinin ikinci ve belki de daha geniş kitleleri ilgilendiren bölümü ise Mardin'den Süheyl isimli bir izleyicinin sorusuyla başladı. Süheyl, Rabbimizin Kur'an'da neden sadece Orta Doğu dışındaki kıssalardan bahsetmediğini, örneğin Musa'nın kıssasının yaklaşık 60 kez anlatılmasına rağmen Uzak Doğu, Çin, Hint, Hindistan, Mayalar, Aborjinler ile ilgili kıssaların olmadığını sormuştu. Bu durumun Kur'an'ın evrenselliğine ters düşüp düşmediğini, bir Çinlinin Kur'an'ı okuduğunda neden kendi toplumunun geçmişinden bahsedilmediğini merak edeceğini dile getirmişti. Hakkı Yılmaz, bu sorunun ve düşüncenin ne kadar değerli olduğunu belirterek, Kur'an'ın bir tarih ve coğrafya kitabı değil, bir uyarı ve öğüt kitabı olduğunu vurguladı. Yılmaz, Kur'an'ın sürekli uyarı ve öğüt verdiğini ve bunu yaparken de herkesin bildiği, ulaştığı, elinin altında olan verileri kullandığını açıkladı. Bu durumu Bürûc Suresi'nin 1-3. ayetlerindeki "Şahidin ve meşhut" (göz önünde olan ve görülen) ifadesiyle temellendirdi.

Hakkı Yılmaz, Kur'an'ın indiği dönemde Arap coğrafyasındaki halkın dünyasının Yemen ile Suriye arasındaki baharat yolu, Mezopotamya ve Mısır'dan ibaret olduğunu anlattı. Yunan ve Avrupa medeniyetlerinin bilinmediğini, Amerika, Avustralya, Sibirya gibi kıtaların zaten bilinmediğini belirtti. Hatta Hz. Peygamber'in "İlim Çin'de de olsa öğrenin" sözüne rağmen Çin'in bile o dönemde çok uzak bir ülke olarak bilindiğini, bu yüzden Kur'an'da Çin'de yaşamış Buda veya Konfüçyüs gibi medeniyetlerden bahsedilmediğini açıkladı. Dolayısıyla Kur'an'ın "şahit ve meşhut" yani "ortada var olan ve var olanı görenlerin tanıklığını referans aldığı" sonucuna vardı. Yılmaz, Kur'an'ın bilimsel olmayan, efsanevi veya halkın duymadığı şeyleri referans olarak vermediğini, bu durumun bir "Halep oradaysa arşın burada" deyimine benzediğini söyledi; yani Allah'ın hem "Halep'i hem de arşını bir arada" yani kanıtını da gösterdiğini ifade etti.

Peki, Kur'an'ın bu coğrafi odağı evrenselliğine gölge düşürmez mi? Hakkı Yılmaz, bu soruya da net bir yanıt verdi. Kur'an'ın indiği Mekke'nin nüfusu belki sadece 3-4 bin civarında küçük bir kent olsa da, Kur'an'ın tüm insanlığa indiğini belirtti. En'âm, Nisa, Furkan, Enbiya ve Sebe surelerindeki ayetleri (En'âm 1, 19, 92; Nisâ 158; Furkan 1; Enbiyâ 107; Sebe 28) referans göstererek, İslam dininin ve Kur'an'ın evrenselliğini ifade etti. Yılmaz, Kur'an nereye götürülürse, kıssa olarak o yörenin geçmişi ve tarihi incelenmeli, halka onlar anlatılmalı görüşünü savundu. Örneğin, Türkiye'ye getirilen İslam'da Ad, Semud, Nuh gibi Arap coğrafyası kıssalarını anlatmak yerine, Efes, Bergama, Manisa gibi Anadolu medeniyetlerinin kalıntılarından, hatta Osmanlı Devleti'nin yükseliş, duraklama ve yıkılış dönemlerinden örnekler verilmesi gerektiğini söyledi. Tıpkı Nuh, Lut, Hud toplumları gibi, Osmanlı Devleti'nin neden bugün var olmadığını da anlatmak gerektiğini vurguladı.

Yılmaz, bu duruma bir başka analoji ile de açıklık getirdi: Arabistan coğrafyasında deveye bakılması gerektiği gibi, Hindistan'da fili, Afrika'da aslanı, Sibirya'da ren geyiklerini incelemeleri gerektiğini belirtti. Bu tür örneklerin her zaman güncel tutulması gerektiğini ifade ederek, Kur'an'ın bir öğüt, zikir ve nasihat kitabı olduğunu ve amacına uygun olarak kullanılması gerektiğini dile getirdi. Bu nedenle, "şahit ve meşhut" ilkesi gereği Kur'an'ın hep Orta Doğu ve Mezopotamya yöresini konu edindiğini, ancak Müslümanlar yayıldıkça gidilen yerlerdeki geçmişin değerlendirilmesi gerektiğini bir kez daha vurguladı. Yusuf Suresi'nin 105. ayetinde Kur'an'ın "âlemlere sadece bir öğüt" olduğu ifadesine dikkat çeken Yılmaz, "âlem" kelimesinin sadece Mekke'yi veya Arapları değil, dünyanın her toplumundaki her milleti kapsadığını söyledi. "Göklerde ve yerde nice alametler, göstergeler var" ayetini hatırlatarak, dünyanın her yerinde ibret alınacak dersler olduğunu, ancak insanların çoğunun bunlardan uzak durarak üzerlerinden gelip geçtiğini belirtti. Yılmaz, bu durumun, dünyanın her yerindeki geçmiş arkeolojik ve millet/ümmet kalıntılarının "şahit ve meşhut" ölçüsünde ortaya konarak, o toplumların uyarılması ve öğüt verilmesi anlamına geldiğini sözlerine ekledi.

Hakkı Yılmaz'ın bu derinlemesine açıklamaları, kutsal metinlerin coğrafi ve tarihsel bağlamını yeniden düşünmeye davet ederken, Kur'an'ın evrensellik mesajının nasıl yorumlanması gerektiği konusunda da yeni ufuklar açıyor. Tevrat'ın güncel varlığına dair söyledikleri ise, dini araştırmaların ve inançların geleceği açısından büyük önem taşıyor. Tüm bu iddiaların ve açıklamaların, önümüzdeki dönemde geniş çaplı bir tartışma başlatması ve dini düşünce yapılarında önemli bir değişimi tetiklemesi bekleniyor.

Kültür-Sanat Haberleri