Kutsal Metinlerdeki Gizemli 'Çelişkiler' Sonunda Çözüldü

Kur'an'a yöneltilen asırlık "çelişki" iddiaları, nihayet derinlemesine bir dil analiziyle aydınlatıldı. Göklerin ve yerin yaratılış sırası ile bal arısının beslenme alışkanlıkları hakkındaki tartışmaların ardındaki şaşırtıcı gerçekler, bildiğiniz her şeyi

Değerli okuyucularımız, bugün sizleri Kur'an'a yöneltilen ve yıllardır süregelen iki büyük iddiayı mercek altına aldığımız, soluk soluğa okuyacağınız benzersiz bir haber makalesiyle buluşturuyoruz. Bu makale, her satırında heyecanı ve şaşkınlığı bir arada barındırarak, sonunda bambaşka bir gerçeği gözler önüne serecek ve sizi adeta koltuğunuza bağlayacak. Bu önemli analiz, Kur'an-ı Kerim'in derinliklerine bir ışık tutarak, iddia edilen çelişkilerin aslında ne denli yanlış bir zemine oturduğunu ortaya koyuyor. Haberimiz devam ediyor…

Sosyal medyada son zamanlarda yeniden gündeme gelen ve bazı "sivri akıllılar" tarafından Allah'a ve Kur'an'a bir saldırı aracı olarak kullanılan bu iddiaların başında, yaratılış sırasındaki sözde çelişkiler geliyordu. İddialara göre, Naziat Suresi'nin 27-32. ayetlerinde Allah önce göğü, sonra yeri yarattığını belirtirken, Fussulat Suresi'nin 9-12. ayetlerinde ise önce yeri, ardından duman halindeki göğe yöneldiğini söyleyerek bir "tutarsızlık" sergiliyordu. Bu durumun "Tanrı kelamı olamayacağı" yönündeki cüretkar yorumlar, geniş kitlelerde ciddi bir merak ve sorgulama uyandırmıştı. Ancak, Hakkı YILMAZ isimli bir uzman, bu yüzeysel yaklaşımların ardındaki gerçeği tüm açıklığıyla ortaya koymak için kapsamlı bir inceleme başlattı. Yılmaz, "Pınar'ın Kaynağından Sohbetler" programında bu konuyu ele alırken, meal ve tefsirlerdeki çeviri hatalarının bu iddialara "malzeme" sağladığını ve Kur'an'ın akıllı insanları muhatap aldığını, dolayısıyla en ufak bir akıl sahibi olsalardı bu ayetleri daha derinlemesine inceleyeceklerini vurguladı. Bu tür iddiaların bazen insanları düşünmeye ve araştırmaya sevk etme amacı taşıyıp taşımadığını bile sorgulayan Yılmaz, bu tür "sol gösterip sağ vuruşların" daha önce de aydınlanmamıza vesile olduğunu belirtiyor.

Hakkı YILMAZ, Fussulat Suresi 9-12. ayetlerini okuyarak açıklamalarına başladı. Bu ayetlerin, yeryüzünün iki evrede yaratıldığını, içinde dağların geliştirildiğini, bereketlerin meydana getirildiğini ve rızıkların dört evrede ayarlandığını anlattığını ifade etti. Ardından, "duman halinde bulunan göğe yerleşildiği ve egemenlik kurulduğu" ifadesine dikkat çekti. Yılmaz, Kur'an'ın birçok ayetinde (Araf 54, Yunus 3, Hud 7, Furkan 59, Secde 4, Kaf 38, Hadit 4 gibi) evrenin altı evrede yaratıldığından bahsedildiğini, ancak Fussulat Suresi'ndeki yer ve gök yaratılışının bu genel altı evreden farklı, yerin ilk oluşumu ve üzerinde hayatın başlayışı ile ilgili olduğunu vurguladı. Tam da bu noktada, Yılmaz kritik bir dil bilgisine değindi ve iddia edilen çelişkinin ana kaynağını işaret etti. Yılmaz'ın açıklamalarıyla birlikte, https://www.avazturk.com haber sitemiz bu tür önemli detayları okuyucularına aktarmaya devam edecektir. Ayetlerdeki "sümme" (ثم) ve "bade" (بعد) sözcüklerinin, öğrencilere genellikle "sonra" olarak öğretildiğini, ancak bu tek yönlü çevirinin toplumda ve sözde "bilgin" kişilerde büyük bir yanılgıya yol açtığını açıkladı.

Hakkı YILMAZ, Arap dilindeki "sümme" ve "bade" edatlarının yalnızca zamanda sonralığı (tertib-i zaman) değil, aynı zamanda anlatımda sonralığı veya kelamda sonralığı (tertib-i beyan) ifade ettiğini belirtti. Yani, bu sözcükler "bundan sonra bunu yaptı" anlamına gelmediği gibi, genellikle söz akışı içerisinde açıklamanın sonraya bırakılmasını, bir vurguyu veya "bir de" anlamını taşır. Yılmaz, bu durumu Bakara Suresi 29. ayetiyle de destekledi; bu ayet de yüzeysel okunduğunda önce yerin, sonra göğün yaratıldığını ifade ediyormuş gibi görünse de, yine aynı dilbilgisel inceliği taşıdığını ortaya koydu. Hatta, Kalem Suresi'ndeki kötü karakterlerin nitelikleri sayılırken kullanılan "bade" sözcüğünün de bir vurgu ifadesi olduğunu, "bir de kötülükte damgalı şu asalakların hiçbirine itaat etme" şeklinde bir ek açıklama ve vurgu taşıdığını açıkladı.

Konunun daha da derinleştiği nokta ise Beled Suresi'nde yatıyor. Hakkı YILMAZ, bu surenin 8-17. ayetlerinde önce köle azat etme, kıtlık gününde yetime veya yoksula yemek yedirme gibi amellerden bahsedildiğini, ardından ise "sonra da iman edip de sabrı ve merhameti tavsiyeleşenlerden olmaktır" dendiğini ifade etti. Oysa herkesin bildiği gibi, imansız amel bir işe yaramaz ve iman amellerden önce gelir. Yılmaz, işte bu "sonra da" ifadesinin burada da "tertib-i beyan" yani kelamda sonralıkla vurgulama yaptığını, imanın amellerden sonra zikredilmesinin onun önemini sonradan vurgulamak amacıyla yapıldığını açıkladı. Bu, en önemli hususun cümlenin sonunda vurgulandığı dilsel bir sanattı. Dolayısıyla, yaratılış sırasındaki "çelişki" iddiası, Arap dilinin inceliklerinden habersiz yüzeysel bir okumanın sonucu olarak çürütüldü.

Ancak hikaye burada bitmiyor! Hakkı YILMAZ, bir başka "çelişki" iddiasına daha değindi: bal arısının beslenmesiyle ilgili Naḥl Suresi 69. ayetindeki ifade. İddiaya göre, Kur'an bal arısının meyve yediğinden söz ediyor, ancak arıcılar bal arısının meyve yemediğini biliyor. Yılmaz, bu iddiayı da çeviri hatalarına bağladı. Naḥl Suresi 68-69. ayetleri, Allah'ın bal arısına dağlarda, ağaçlarda ve çardaklarda yuva edinmesini, "sonra ağaçların semeratından hepsinden ye" diye vahyettiğini belirtir. Yılmaz, "semerat" kelimesinin Türkçede genellikle "meyve" olarak çevrilmesinin bu yanılgıya yol açtığını söyledi.

İşte bu noktada Hakkı YILMAZ, sözde çelişkiyi sonsuza dek ortadan kaldıran büyük gerçeği açıkladı: Arapça'daki "semerat" (ثمار) sözcüğü, sadece "meyve" anlamına gelmez!. Yılmaz'a göre, **"semerat" kelimesinin orijinal anlamı "ma hamele şecer" (ما حمل شجر) yani "ağacın taşıdığı her şey" demektir. Buna meyve, çiçek, yosun ve reçine gibi bal arılarının beslenebileceği her şey dahildir. Dolayısıyla ayet, arıların sadece çiçeklerden değil, aynı zamanda yosunlardan ve reçinelerden de bal yaptığını işaret etmektedir ki, bu da çam balı gibi çeşitlerin varlığıyla da örtüşmektedir. Bu, arıcıların da bildiği gibi, arıların farklı bitki kaynaklarından besin topladığını gösterir.

Gördüğünüz gibi, Kur'an'a yöneltilen bu iddialar, Arap dilinin ve Kur'an ilimlerinin derinliklerinden bihaber olmanın bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Hakkı YILMAZ'ın detaylı açıklamaları, "sümme" ve "bade" edatlarının zaman sırası yerine anlatım sırası ve vurgu için kullanılabileceğini, "semerat" kelimesinin ise sadece meyve değil, ağacın taşıdığı her türlü besleyici maddeyi kapsadığını gözler önüne serdi. Bu haber makalesiyle anlaşıldı ki, Kur'an-ı Kerim'de iddia edilen çelişkiler, aslında dilin zenginliğini ve metnin derinliğini anlamaktan uzak, yüzeysel okumaların ve bilgisiz çevirilerin bir ürünüdür. Bu tür iddiaları ortaya atanların, ulûm-u Kur'an'ı (Kur'an ilimleri) bilen birikimli insanlardan öğrenmeleri gerektiği aşikardır. Bu derinlemesine dilsel analizler, Kur'an'ın eşsiz tutarlılığını ve ilahi kaynağını bir kez daha kanıtlamıştır! Takdir siz değerli okuyucularımızın!.

Kültür-Sanat Haberleri