Prof. Dr. Celal Şengör'den Türkiye'yi Sarsacak Yeni Deprem Uyarısı

Bilim dünyasının duayen ismi Prof. Dr. Celal Şengör, Ege depremlerinden İTÜ'nün sırlarına, gençlere tavsiyelerden korkutan İstanbul depremi gerçeğine kadar her şeyi Cansu Canan Özgen'e anlattı. Hazırlıksız yakalanılan büyük felaketin bilinmeyen detayları

Bilim dünyasının en saygın ve renkli figürlerinden biri olan Profesör Doktor Celal Şengör, gazeteci Cansu Canan Özgen’in YouTube kanalında yayınlanan ve büyük ses getiren bir sohbetinde, gündemdeki depremlerden eğitim sistemine, kişisel motivasyonundan İstanbul’un kaçınılmaz kaderine kadar pek çok konuda çarpıcı açıklamalarda bulundu. Akademisyen kimliğinin ötesinde, her zamanki gibi cesur ve doğrudan ifadeleriyle dikkat çeken Şengör, izleyicileri ve okuyucuları hem düşündürecek hem de derin bir endişeye sevk edecek önemli bilgiler paylaştı. Bu kapsamlı röportajın tüm detaylarını ve özellikle İstanbul için yapılan o kritik uyarıyı bu yazının ilerleyen bölümlerinde bulabilirsiniz.

Sohbetin başlangıcında, Cansu Canan Özgen’in Ege’deki deprem hareketliliğine dair duyulan korkuyu dile getirmesi üzerine, Prof. Dr. Celal Şengör, "Yok aslında korkutmasına gerek yok" diyerek şaşırtıcı bir giriş yaptı. Şengör, Amorgos Adası’nın önündeki normal fayın aktif olduğunu ve bunun bir dizi deprem ürettiğini belirtti. Geçmişte Simav civarındaki Emet’te ve Japonya’nın Toyama kentinde de benzer "deprem fırtınaları" yaşandığını hatırlatan Şengör, son zamanlarda meydana gelen 5-5,1 büyüklüğündeki depremlerin çok büyük bir deprem üretme şansının düşük olduğunu vurguladı. Zira bir büyüklük mertebesi atlamak için 30 adet önceki büyüklükteki depremin gerektiğini ifade etti. Tsunami riskinin de Santorini Adası’ndan uzak olmaları ve fay hattının konumu nedeniyle çok küçük olduğunu ekledi. Ancak bu sakinleştirici açıklamaların aksine, Şengör, "Ege’de her an 6.5, 7 hatta yer yer 7,5 belki deprem olabilir" diyerek bölgenin kıtalar üzerindeki en faal sismik alan olduğunu, hatta Kaliforniya ve Yeni Zelanda’dan bile daha aktif olduğunu belirtti. Muğla Belediyesi’nin kendisini davet etmesi üzerine bölgeye gideceğini ve son verileri paylaşacağını dile getiren Şengör, Emet’te yaşanan benzer fırtınalarda tatil edilmeyen okulların, Ege’deki bu hareketlilikte "olağanüstü hal" ilan edilerek kapatılmasını "Allah akıl versin" diyerek eleştirdi, bu durumun gereksiz bir korku olduğunu vurguladı.

Prof. Dr. Celal Şengör, deprem gerçeğine hazırlanmanın en önemli noktasının "nasıl hazırlanılmalı" sorusu olduğunu belirtti, "evini adam gibi bir yere yapacaksın, ikincisi adam gibi yapacaksın başka çare yok" diyerek yapılaşmanın önemine dikkat çekti. İnşaat mühendisliği alanındaki bu temel prensibin kökenlerini açıklarken, zemin mekaniğinin kurucusu olarak bilinen Karl von Terzaghi’nin 1910 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) İnşaat Fakültesi’nde verdiği dersleri örnek gösterdi. Terzaghi'nin İTÜ'de asistan olarak çalışmaya başladığına ve burada yaptığı deneylerle bilime büyük katkılar sağladığına değinen Şengör, Hamdi Peynircioğlu’nun mektubundan alıntı yaparak İTÜ’de kurulan zemin mekaniği bilim dalının, Harvard’daki milyon dolarlık makinelerle yapılan deneylerle aynı sonuçları verdiğini aktardı. Bu durum, iyi bilim yapabilmek için çok paraya değil, "iyi bir kafaya" ihtiyaç olduğunu net bir şekilde ortaya koydu. Bu tür hayati bilgiler, güncel gelişmeleri takip eden https://www.avazturk.com gibi platformlarda detaylarıyla yer bulmalıdır.

Sohbetin devamında Prof. Şengör, Türkiye’deki üniversite sistemine yönelik sert eleştirilerde bulunarak "üniversitelerimiz yok ki nitelik kaybı olsun, üniversite yok Türkiye’de" ifadelerini kullandı. Ancak İTÜ’ye ayrı bir parantez açtı ve burayı bir üniversite olarak değil, "adamın suyunu çıkararak mühendis yapan" bir kurum olarak tanımladı. Şengör’e göre, İTÜ’nün 1944’te üniversite yapılması büyük bir hataydı; tıpkı İsviçre’deki ETH Zürih veya Fransa’daki École Polytechnique gibi "Grand École" statüsünde kalarak diğer üniversitelerin üzerinde olması gerektiğini savundu. İTÜ’nün öğrenci seçimindeki zorlu sınavlara ve okul içindeki "epey zor" hayata dikkat çekerek, bu zorlukların öğrencileri hayata hazırladığını ve mezun olduklarında onları "muazzam bir kriz çözücü" yaptığını vurguladı. Kendisine Cornell Üniversitesi’nden gelen tam profesörlük teklifini, İTÜ’nün kendisine sunduğu "müthiş serbestlik" ve "muazzam özgürlük" nedeniyle reddettiğini anlattı. Ayrıca İTÜ’nün "kanun kural tanımayan bir adama 40 sene tahammül edip yardımcı olduğunu" belirterek kuruma olan aidiyetini dile getirdi. Erdoğan Yüzer’le yaşadığı bir anıyı aktararak, İTÜ’nün çalışanlarına ne kadar sahip çıktığını ve "görgü" öğrettiğini vurguladı. Türkiye’nin 250 yıllık kesintisiz tek kurumu olan İTÜ’nün, Bahriye ve Kara Harp Okulları gibi pek çok önemli müesseseyi bünyesinden çıkardığını, hatta İsmet İnönü’nün bile İTÜ mezunu bir subay olduğunu ekledi. İTÜ’nün 1770’teki donanma felaketi sonrasında cehalete bir tedbir olarak kurulduğunu ve Kurtuluş Savaşı sonrası Türkiye’yi imar edenlerin İTÜ’lüler olduğunu ifade etti.

Prof. Şengör, bir insana "vatana nasıl faydalı olunur" sorusuna kendi hayatından örnekler vererek yanıt verdi. "Bir kere kendine bak ne yapabilirsin, ondan sonra bak memleketinin ne ihtiyaçları var; senin yapabildiğinle memleketin ihtiyacının birleştiği yerde sen faydalı olabilirsin" diyerek kişisel yeteneklerle ülkenin ihtiyaçlarının kesişim noktasının önemini vurguladı. Jeolog olmaya ilkokuldayken karar verdiğini, Robert Kolej’deyken efsanevi jeolog İhsan Ketin ile tanışmasının kariyerine yön verdiğini anlattı. Ketin’in kendisine "genç meslektaşım" diye hitap etmesinin nasıl bir onur olduğunu dile getirdi. Ketin ile beraber Amerika’da doktorasını yapıp Türkiye’ye dönerek İTÜ’de profesör olma planı yaptıklarını ve bu planın tıkır tıkır işlediğini anlattı. Şengör, mesleğini "inanılmaz keyif" alarak yaptığını ve ilk jeolog olmaya karar verdiğindeki heyecanı hala hissettiğini belirtti. Gençlere "çok sevdiğiniz, tutkuyla bağlandığınız bir şeyi erken keşfedin" tavsiyesinde bulundu. Jules Verne’in eserlerinin kendisine ilham verdiğini, bol dil bilen, keşifler yapan bir insan olmayı hayal ettiğini paylaştı. İlk yazdığı makalesinin reddedilmesini bir başarısızlık değil, kendini geliştirmek için bir hediye olarak gördüğünü vurguladı.

İyi bir eğitimcinin nasıl yetişeceği konusunda da tavsiyeler veren Şengör, öncelikle "zeki olması lazım" diyerek zekânın önemine dikkat çekti. İkincisi "iyi hocaları olması lazım," üçüncüsü ise "iyi hocası yoksa kendine tarihten hoca seçmesi lazım" dedi. Kendi hayatından örnek vererek, Hamit Nafiz Pamir sayesinde Edward Suess’i tanıdığını ve onun kitaplarını okuduğunu anlattı. Pamir’le tanışmasının bir aile dostu vasıtasıyla gerçekleştiğini ve bu sayede Türk jeoloji tarihi hakkında çok şey öğrendiğini dile getirdi. Şengör, cesaret, çok çalışmak ve ilham arasındaki ilişkiye de değinerek, "çok çalışmak lazım" vurgusunu yaptı. İlhamın ve şansın çok bilgi birikimi olan ve çok çalışan akıllara geldiğini ifade etti. Bir günde sabah kalktıktan sonra tüm zamanını kütüphanesinde çalışarak geçirdiğini, çünkü işinin aynı zamanda hobisi olduğunu ve bundan "inanılmaz keyif" aldığını söyledi.

Gençlere okumaları gereken kitaplar hakkında da tavsiyelerde bulunan Şengör, ilkokul ve ortaokul öğrencilerine Jules Verne’in eserlerini okumalarını, sonrasında popüler ansiklopedilere yönelmelerini önerdi. Genel kültür için tarih okumalarının önemine dikkat çekerek Enver Behnan Şapolyo, İlber Ortaylı ve Halil İnalcık’ın kitaplarını tavsiye etti. Ayrıca "her insan bence Nutku okumalı" diyerek Atatürk’ün Nutuk’unu bir "deney protokolu" olarak nitelendirdi ve bu deneyin başarıyla sonuçlandığını belirtti. Türk gençlerinin Atatürk’ün açtığı yolda ilerlemesi için öncelikle "iyi ve görgülü bir aileden gelmeleri" gerektiğini, ancak bunun pek çoğu için mümkün olmadığını ifade etti. Dolayısıyla "mümkün olduğu kadar iyi okullara gitmeli", okulda öğretilenleri "iyi öğrenmeli" ve "bol bol okumalı" diyerek sürekli öğrenmenin altını çizdi. En önemlisi olarak ise "yabancı dil öğrenmeli" ifadesini kullandı. Kendi asistanlık döneminde çok dil bilmesinin İhsan Ketin’i çok etkilediğini, çünkü o dönemde çoğu akademisyenin dil bilmediğini anlattı. İTÜ’nün dil öğretme görevi olmadığını, öğrencilerin bu bilgiyi liseden edinerek gelmeleri gerektiğini savundu.

Şengör’ün sıkça dile getirdiği ve biyografi kitabına da adını veren "Senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor" sözü sohbetin önemli bir parçasıydı. "Bir taksicinin tutumu, öğretmenlerimizin kötü eğitilmiş olmaları… Bunların hepsi cehaletin neticesi ve bunların hepsi bizim yaşamımızı etkiliyor" diyerek bu felsefesini somut örneklerle açıkladı. Kendini motive etmek için dışarıdan bir motivasyona ihtiyaç duymadığını, çünkü bir hedefi olduğunu ve o hedefe yaklaştıkça mutlu olduğunu belirtti. Popüler kültüre göre şekillenmek yerine niteliğe odaklanmanın önemini vurguladı ve kendi makalesinin Nature dergisine kapak olmasının ve kıta kabuğunun nasıl oluştuğu gibi büyük sorunlara çözüm bulmasının kendisine nasıl bir keyif verdiğini paylaştı. Çok gezen mi çok okuyan mı sorusuna ise "ikisi de" yanıtını verdi. Gezmeden önce okumanın, okuduktan sonra gidip görmenin ve sonra kendi gözlemlerini yazmanın önemine dikkat çekti. Türkiye’de İstanbul’un, Avrupa’da ise Atina, Roma, Viyana, Paris, Londra, Berlin gibi şehirlerin mutlaka görülmesi gerektiğini, buraların müzelerinin inanılmaz zengin olduğunu ve her birinde bir ömür geçirebileceğini tavsiye etti.

Ancak sohbetin en çarpıcı ve endişe verici kısmı, kaçınılmaz İstanbul depremi gerçeğine dair açıklamaları oldu. Celal Şengör, İstanbul’da normal şartlarda 7’den büyük bir deprem beklendiğini ve bunun yüzde 70 ihtimali geçtiğini vurguladı. Ne yazık ki bu depremin tarihini öngörmenin mümkün olmadığını belirtti. Şengör’e göre, depremden en çok etkilenecek yerler İstanbul’un güney sahilleri, yani Tuzla’dan Silivri’ye kadar olan hattın "hakil yeksan" olacağını, yani yerle bir olacağını öngördü. Ancak asıl felaketin depremle bitmeyeceğini, "en büyük felaket depremden sonra olacak" diyerek korkutan bir tablo çizdi. Şengör, deprem sonrası "yangınlar, yağmalar, bilmem neler korkunç olacak" ifadelerini kullanarak, İstanbul’da "depremden sonra hayatta kalanlar keşke ölseydik diyecekler" cümlesiyle felaketin boyutunu gözler önüne serdi. Bu denli vahim bir durum karşısında dahi "bugün dahi hiçbir şey yapılmış durumda değil" eleştirisinde bulundu. Bireysel olarak kişilerin ne yapabileceği sorusuna ise "hiçbir şey yapamaz" diyerek bu işin kişiyi çok aşan bir mesele olduğunu belirtti ve ekledi: "kişi şunu yapabilir, çeker gider. O en akıllı çözüm, daha emin bir yere gider". Bu sözleriyle, "senin cahilliğin benim yaşamımı etkiliyor" prensibinin en trajik örneğini gözler önüne serdi.

Gündem Haberleri