Türkiye, üst düzey bürokratların elektronik imzalarının çalınarak yüzlerce kişiye sahte diploma ve akademik unvan verildiği, hatta bu "okumuş çocuk"lar arasında 2. Abdülhamit'in dördüncü kuşaktan torununun bile bulunduğu korkunç bir skandalla sarsılırken, aynı zamanda gazeteci Fatih Altaylı'nın haksız yere tutukluluk durumu ve ülkedeki hukukun geldiği nokta hakkında endişe verici sorular ortaya çıkmaya devam ediyor, bu kritik gelişmelerin derinliklerine inmek için okumaya devam edin.
Mehmet Yılmaz'ın "HALİL FERAH İLE SESLİ KÖŞE" adlı YouTube kanalında Halil Ferah ile yaptığı "Mehmet Yılmaz: 'Yaz kızım: Torpilleri var, beraatlarına!' 04/08/25 Halil Ferah ile Sesli Köşe" başlıklı yayında aktardığı bilgilere göre, sahte belgelerle akademik unvan alanlar arasında hukukçular, hekimler, mühendisler, eczacılar ve öğretmenlerin de bulunduğu ve bu kişilerin sayısının 400 civarında olduğu bildirilirken, 65 kişilik bir çetenin kişisel verileri ele geçirmek, bozmak, yok etmek ve sahte belge üretmekle suçlandığı ortaya çıktı, bu dehşet verici ağın nasıl işlediğini görmek için okumaya devam edin.
Toplamda 465 suçlunun tespit edildiği bu skandalda, sadece 200 kişi hakkında suç duyurusunda bulunulmuş olması dikkat çekerken, Mehmet Yılmaz bu durumun, haklarında işlem yapılmayan 265 kişinin "sırtı kalınlardan" yani iktidar merkezine yakın ya da hatırı kırılamayacak yakınları olan "masum suçlular" olabileceği yönünde güçlü bir şüphe uyandırdığını belirtti, bu çarpıcı çifte standardın ardındaki gerçeği öğrenmek için okumaya devam edin.
YÖK Başkanı'nın, Ekrem İmamoğlu’nun diplomasının iptal edilmesini sağlayan kurumun başındaki kişi olmasına rağmen, bu konuda "yasal boşluklar var, mevzuatımızda bu konulara ilişkin net hüküm yok" demesi ve sahte belgelerle profesör, doçent, doktor unvanlarını kapanların kimler olduğunu ısrarla açıklamaktan kaçınması, Mehmet Yılmaz tarafından iktidara çok yakın isimlerin olabileceği şüphesini daha da güçlendirdiğini ifade etti, bu suskunluğun nedenlerini anlamak için okumaya devam edin.
Mehmet Yılmaz, bu sahtekârların tam listesine ancak iktidar değiştiğinde ulaşılabileceğini ve o zamana kadar bu "sırtı kalın" kişilerin üniversitelerde öğrenci yetiştirmeye devam edebileceklerini vurgularken, böyle bir akademik kadronun yetiştirdiği öğrencilerin ne kadar hukuk öğrenebildiklerini merak edenler için adliyenin bugünkü haline bakmanın yeterli olacağını sözlerine ekledi, bu ağır eleştirinin altında yatanları kavramak için okumaya devam edin.
Diğer yandan, gazeteci Fatih Altaylı'nın, İstanbul’da “faaliyet gösteren” bir ağır ceza mahkemesi tarafından kabul edilen iddianame doğrultusunda 3 Ekim 2025 günü ilk duruşmasına tutuklu olarak çıkacağı ve 21 Haziran günü akşam saatlerinde gözaltına alınıp 22 Haziran günü tutuklanmasıyla bu süreçte 104 gün hapiste tutulmuş olacağı bilgisi kamuoyunda büyük yankı uyandırırken, şikâyetçinin Cumhurbaşkanı olduğunu da dikkate alacak olursak davanın seyrinin büyük bir merakla beklendiği belirtildi, bu hukuki sürecin seyrini takip etmek için okumaya devam edin.
Savcının hazırladığı iddianamede, Fatih Altaylı’nın programda söylediği “milletin daha önce hoşuna gitmeyen padişahları öldürdüğüne ve boğduğuna” dair sözleri ile "hakiki bir diktatörlük kurma hayali olanlar asla kuramazlar, tam kurduklarını zannederken bir de bakarlar ki kuramamışlar ve tam aksine bu onların da lehine de olmaz ülkenin de lehine olmaz" ifadelerinin “Cumhurbaşkanına karşı kanunsuz fiiller kapsamında” imiş ve “Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanının hayatına yönelik bir saldırı gerçekleştirileceğinden bahisle tehdit” suçu oluşturduğu iddia ediliyor, bu suçlamaların ne anlama geldiğini kavramak için okumaya devam edin.
Mehmet Yılmaz, Türk Ceza Kanunu’nun 310. Maddesi’nin 2. Fıkrası’nın “Cumhurbaşkanı’na fiili saldırı” suçunu düzenlediğini ve bunun sözle veya yazıyla gerçekleşemeyeceğini, eğer öyle olsaydı “Cumhurbaşkanı’na hakaret” suçunun ayrı bir düzenlemeye gerek duymayacağını belirterek, bu maddenin yaralamaya yol açmayacak düzeydeki fiili saldırıları kapsadığını, örneğin Cumhurbaşkanı’na yumurta atmak gibi eylemleri içerdiğini, ancak Altaylı’nın eyleminin adı üzerinde sadece “konuşma” olduğunu açıkça ifade etti, bu hukuki yorum farkını anlamak için okumaya devam edin.
TCK’nın 106. Maddesi’nde düzenlenen “tehdit” suçuna ilişkin olarak da Mehmet Yılmaz, bir hukukçunun Altaylı’nın video yayınında söylediği sözleri kanunun bu maddesi ışığında “tehdit” olarak değerlendirebilmesi için bizzat “tehdit altında” olması lazım gibi geldiğini, tıpkı İmamoğlu’nun diploması ile ilgili davaya bakan idari yargıçların ya da Ayşe Barım’ın tutuklanmaması gerektiğini düşünen yargıcın başlarına gelenlere benzer örneklerin günümüzde görülebileceğini sözlerine ekledi, bu kritik değerlendirmenin anlamını çözmek için okumaya devam edin.
Türkiye’nin hukuk devleti olmaktan çoktan çıktığı, Anayasa’da öyle yazmasına rağmen kimsenin buna aldırış etmediği ve artık kanun devleti olmaktan da çıkarak, muktedirin keyfine göre vatandaşlara ceza kestiği bir düzene geçildiği eleştirisi Mehmet Yılmaz tarafından dile getirilirken, hatta padişahlar ve kralların bile kendilerini çıkardıkları kanunlara bağlı kabul ettiği halde Türkiye’de artık böyle bir kuralın kalmadığı ağır ifadelerle belirtildi; işte bu büyük skandal ve hukuki krizlerin tüm detayları için gözler şimdi bu davalarda ve derinleşen adaletsizliklerdeyken, https://www.avazturk.com adresi üzerinden de bu ve benzeri haberlerin takibi yapılabilecek, bu gelişmeler Türkiye'nin geleceği adına hayati önem taşırken, sahte diplomalarla unvan alanlar ve adaletin terazisini bozanlar hakkındaki nihai kararların ne olacağı ise büyük bir merakla bekleniyor.