Türkiye'de son günlerin en çok konuşulan konularından biri haline gelen, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ihalelerine fesat karıştırma, rüşvet ve çıkar amaçlı örgüt kurma iddialarıyla başlatılan soruşturma, kamuoyunda büyük yankı uyandırmaya devam ediyor. Tam 136 günün geride kaldığı bu süreçte, önceki gün 5 belediye üst görevli çalışanı daha tutuklanırken, hapiste tutuklu belediye başkanı sayısı 7'ye, belediye görevli sayısı ise 105'e yükselmiş durumda. Bu dava, henüz MASAK veya Sayıştay raporlarıyla "kesin rüşvet bulgusu" ispatlanan tek bir belge, bilgi ya da kanıt ortaya konulmamış olmasına rağmen, siyasi atmosferi derinden etkilemekte ve pek çok kişi tarafından "tarihi bir dava" olarak nitelendirilmektedir. Bu soruşturmanın tüm detaylarını ve arkasındaki çarpıcı iddiaları öğrenmek için okumaya devam edin.
Soruşturmada ortaya konulan delillerin büyük çoğunluğu, iktidar gazetecileri tarafından CHP'yi hedef almak amacıyla yazılan ve etkin pişmanlıktan faydalanmak isteyenlerin ifadelerine dayanmaktadır. "Benden rüşvet istedi," "benden araba istedi," "benden avanta istedi" gibi sözlere rağmen, rüşvetin neyle verildiğine dair somut bir kanıt veya nasıl alındığına dair kesin bir bulgu bulunmamaktadır. Sadece "itiraf" adı verilen bu beyanlar, "anıdan hatırladım," "ansızın aklıma geldi," "birden fark ettim" diyerek hapisten salıverilen ve evlerine gönderilen, yazarın ifadesiyle geçmişi "kınalı, vicdanı kirli, mafya kılıklı" işadamları tarafından dillendirilmiştir. Bu durum, davanın sadece bir "itirafa" dayanması nedeniyle kamuoyunda güvenilirliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır ve detaylı bilgiler için okumaya devam edin.
Pek çok kişi tarafından "siyasi bir dava" olarak görülen bu soruşturmanın, halkın gözünde ve gönlünde birinci parti durumuna gelmiş olan CHP'yi kapatmayı, yenilenmiş genç kadrolarını; Özgür Özel, Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Zeydan Karalar ve sayısı 100'ü geçen genç yeni politikacıyı hapse koyup yıldırmayı amaçlayıp amaçlamadığı sorusu sıkça dile getirilmektedir. CHP lideri Özgür Özel, tüm meydan mitinglerinde bu davanın "siyasi bir dava olduğu" ve "savcının da iktidarın adamı olduğu" iddiasını halka anlatmakta ve büyük alkış almaktadır. Her yaştan yüzbinlerce insan, meydanları gece yarılarında "Hak-Hukuk-Adalet" diye haykırmak ve "Yiğidim-Aslanım Orda Yatıyor" şarkısına eşlik edip umut yükseltmek için doldurmaktadır. Bu siyasi atmosferin derinliklerini keşfetmek için okumaya devam edin.
Bu noktada, akıllara İtalya'da 1992'de başlayıp 4 yıl süren "Temiz Eller Operasyonu" adlı tarihi soruşturma ve dava gelmektedir. Savcı Di Pietro'nun liderliğindeki bu operasyon, başlangıçta küçük bir huzurevi müdürünün müteahhitten rüşvet alırken yakalanmasıyla ortaya çıkan, ancak daha sonra neredeyse tüm İtalyan siyasetini ele geçirmiş kirli ve pis bir rüşvet çarkına dönüştüğü anlaşılan devasa bir yolsuzluk ağını deşifre etmiştir. Di Pietro'nun aktardığına göre, bu soruşturmada 5.000 kişi sorgulanmış, 438 milletvekili ve 400 senatör hakkında işlem yapılmış, eski 2 başbakan ve çok sayıda üst düzey politikacı tutuklanmıştır. İtalya'nın köklü iki partisi DC ve PSI çökmüş, ülkede siyaset tam bir yeniden yapılanma yaşamıştır. Temiz Eller Operasyonu'nun detaylarını öğrenmek ve Türkiye'deki durumla karşılaştırmak için okumaya devam edin.
İtalya'daki Temiz Eller Operasyonu'nun en önemli farkı, savcılığın bağımsız olmasıydı. Savcılar, sadece ifadelerle yetinmeyerek, rüşvet paralarını banka kayıtlarıyla, sesli belgelerle, imzalı evraklarla belgeleyerek somut deliller, muhasebe kayıtları, hesap dökümleri ve telefon dinlemeleriyle soruşturmanın kanıt ayağını 'açık-şeffaf-güçlü bir yapıyla' kurmuşlardır. Siyasi baskı gördükleri takdirde anında kayda geçerek bağımsızlıklarını korumuşlardır. Hatta eski başbakan Bettino Craxi'nin İsviçre'deki bankada sakladığı rüşvetleri belgeleriyle bulup İtalyan halkını ve dünya kamuoyunu bilgilendirmişlerdir. Temiz Eller, İtalya'da 'Cesur Adalet Devrimi' adıyla tarihe geçmiştir. Türkiye'deki davanın bu standartlara uygun olup olmadığını merak ediyorsanız okumaya devam edin.
Türkiye'de İBB için başlatılan bu soruşturmanın da "Cesur Adalet Devrimi" yaratması temenni edilmekle birlikte, mevcut durum bazı soru işaretlerini beraberinde getirmektedir. İBB'de rüşvet ve çıkar amaçlı örgüt kurulduğu iddiasının savcısı, öncesinde mahkeme başkanı bir yargıçken Ankara'ya çağırılıp Adalet Bakan Yardımcısı yapılmış ve böylece iktidarla iç içe olmuştur. Ardından İstanbul'a Başsavcı olarak atanmış ve bu tutuklamalı soruşturma başlamıştır. CHP Genel Başkanı, her meydan mitinginde; "İstanbul'da savcıya otursun diye verilen boğaz manzaralı villa lojmana 40 milyon TL yenilenme masrafı yapıldığını" anlatmaktadır. Bu iddiaların doğruluğunu ve savcının bu konuda yapacağı açıklamaları beklemek için okumaya devam edin.
Savcının, basını çağırarak "kendisinin iktidar partisinin adamı olduğu iddialarına ve 40 milyon TL masrafla yenilenen boğaz manzaralı lojmanı hakkında halkı bilgilendirme gereği" duyduğunu dile getirmesi gerekmektedir. Çünkü İtalya'daki Temiz Eller Operasyonu, güçlü delillerle, bağımsız savcılarla ve şeffaf yargıyla yürütülerek siyasetteki kirlenmeyi temizleyen bir dönüm noktası olmuştur. Türkiye'deki İBB soruşturması ise şimdilik, sıfırdan müteahhit olup belediyelerden ihale kapan "kirli pasaklı tiplerin" "Ansızın hatırladım. Benden rüşvet istedi" şeklindeki itiraflarına dayalı ve halkın büyük bölümünce "inandırıcılığı sorgulanan" bir dosya olarak kalma eğilimindedir. Tüm bu tartışmalar ışığında, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş'ın çarpıcı açıklaması, davanın seyrini daha da karmaşık hale getirmiştir; "İtirafçı olarak verdiği ifadelerle CHP'li belediye başkanlarını tutuklatan Aziz İhsan Aktaş, 15 yılda 594 ihale aldı. Bunların 121'i CHP'li belediyelerden, kalan 473'ünü ise AKP'li belediyeler ile kamu kurumlarından aldı." Mansur Yavaş, ihalelerin %20.37'sini veren CHP'li başkanların 7'sinin tutuklanırken, ihalelerin %79.63'ünü veren AKP'li belediyeler ile kamu kurumlarının sorumlularına dokunulmadığını belirtmiştir.
Tüm bu tablo karşısında, Necati Doğru'nun da vurguladığı gibi, Sayın Savcı'nın basını çağırıp halkı aydınlatması büyük önem taşımaktadır. Halkın bilgilendirilmesi ve şeffaflığın sağlanması, bu davanın sadece siyasi bir hesaplaşma olarak algılanmasının önüne geçebilir ve adalete olan güveni yeniden tesis edebilir. Özellikle de savcıya atfedilen, Ankara'dan gelip İstanbul Başsavcısı olduktan sonra oturduğu iddia edilen o Boğaz manzaralı villa ve 40 milyon TL'lik yenileme masrafı gibi iddialar, bu davanın sadece hukuki değil, aynı zamanda etik ve siyasi boyutunu da gözler önüne sermektedir. Bu davanın detayları ve diğer tüm önemli gelişmeler için sürekli güncellenen haberleri https://www.avazturk.com adresinden takip edebilirsiniz. Halkın adalet beklentisinin yüksek olduğu bu kritik dönemde, savcının bu iddialara açıklık getirmesi, soruşturmanın bağımsızlığı ve güvenilirliği açısından hayati bir adım olacaktır.