Suriye'deki Kanlı Katliamın Yankıları Türkiye Siyasetini Nasıl Sarsıyor?

Uluslararası bir haber ajansının Suriye'de yaşanan korkunç bir Alevi katliamını gün yüzüne çıkarmasıyla Türkiye'nin geçmişteki sorumlulukları yeniden gündemde. Bu derinlemesine analiz, Ankara Garı'ndan Saraçhane'ye uzanan siyasi oyunları ve Türkiye'nin...

Son günlerde Türkiye gündemine damgasını vuran birçok olayın arasında, uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandıran ve belki de yakın gelecekte Türkiye'nin dış politika ve insan hakları sicilini ciddi şekilde etkileyecek bir haber adeta bir fırtına öncesi sessizliği andırıyor. Bu özel haber, Suriye topraklarında yaşanan akıl almaz bir katliamı gün yüzüne çıkarırken, Türkiye'nin geçmişteki bazı politikalarının dolaylı sorumluluğunu da bir kez daha gündeme getiriyor. Bu makale, söz konusu katliamın detaylarından başlayarak, Türkiye'nin iç siyasetindeki güncel tartışmalara, özellikle de yargı süreçlerine yapılan müdahalelere ve en önemlisi ülkenin geleceğini belirleyecek asıl dinamiklere uzanacak kapsamlı bir yolculuk sunuyor. Okuyacağınız her satır, birbiriyle bağlantılı gibi görünmeyen bu olayların aslında nasıl büyük bir resmin parçası olduğunu gözler önüne serecek. Makalemizin devamında, bu çarpıcı gerçeklerin perde arkasına inerek, sizi şaşırtacak sonuçlara ulaşacağız.

Uluslararası Haber Ajansı Reuters, Serdar Akinan'ın aktardığına göre, dünya gündemine oturacak son derece ciddi bir özel haber geçti. Bu habere göre, 7-9 Mart 2025 tarihlerinde Suriye'nin Lazkiye-Tartus hattında yer alan 40 Alevi köyü, üç gün boyunca saldırıya uğradı. Reuters'ın şimdiye kadar yaptığı kapsamlı araştırmada, toplamda 1479 sivilin öldürüldüğü açıklandı. Katliamı gerçekleştiren gruplar ve öldürdükleri Alevi sivil sayıları ise inanılmaz bir titizlikle ortaya konuldu: HTŞ'nin (Jolani'nin başında olduğu grup) Unit 400 Ötman taburu ve genel güvenlik servisi 900 Alevi'yi, Türkiye destekli Süleyman Şah Tugayı ve Hamza Bölüğü 700 Alevi'yi, Ceyşel İslam ve Ahrar gibi Sünni gruplar 350 Alevi'yi, Uygur, Çeçen, Özbek gibi yabancı savaşçılar 500 Alevi'yi, yerel Sünni gruplar ise Banyas-Azra hattında 300 Alevi'yi öldürdü. Bu katliamların genellikle bıçaklama, bedenleri parçalama, evleri yakma gibi vahşi yöntemlerle gerçekleştirildiği ve kurbanlara "Sünni misin, Alevi misin?" soruları sorularak sistematik bir mezhep temelli katliam uygulandığı belirtildi. Esad rejiminin devrilmesinin hemen ardından gerçekleşen bu olayların bir savaş suçu niteliği taşıdığı vurgulandı. Jolani, bu görüntüler sosyal medyaya düştükten sonra uluslararası bir açıklama yaparak suçluları cezalandıracağını söylemiş olsa da, Reuters'ın araştırmasına göre bölgede kurulan araştırma komitesinden herhangi bir sonuç raporu çıkmadı ve bölgedeki şiddet eylemleri devam ediyor, hükümetin vadettiği hiçbir şey yerine gelmedi. İnsan hakları örgütleri de devreye girmiş durumda.

Bu korkunç katliamın Türkiye ile bağlantısı ise ayrı bir inceleme konusu oldu. Serdar Akinan'ın belirttiğine göre, haberde ya da başka kaynaklarda Türkiye'nin bu katliamlara doğrudan dahil olduğuna dair bir bilgi veya belge bulunmuyor. Ancak geçmişte bu gruplara verilen lojistik destekler, eğitimler, maaşlar ve askeri eğitimler gibi yardımlar, uluslararası hukukta "dolaylı devlet sorumluluğu" adı altında bir suça tekabül ediyor. Yapay zekaya dahi danışıldığında, suç ortaklığı için maddi, lojistik, askeri ve istihbari destek sağlamış olmak, desteklenen grubun uluslararası hukuku ve insan haklarını ihlal ettiğine dair bilgiye sahip olmak ve bu ihlalin gerçekleşmesine somut bir katkıda bulunmuş olmak gerektiği vurgulanıyor. Nikaragua ve Bosna-Sırbistan davaları gibi örnekler de bu dolaylı sorumluluğun nasıl işlediğini gösteriyor. Reuters'ın haberi toplarken kullandığı kriterler de araştırmanın ne denli kapsamlı olduğunu ortaya koyuyor: 40 farklı olay sahası araştırması yapıldı, 200'den fazla aileyle görüşüldü, güvenlik görevlileri, militanlar, yetkililerle mülakatlar gerçekleştirildi. Ayrıca Suriye Savunma Bakanlığı Telegram mesajları, CCTV kayıtları, videolar, el yazısı listeleri, aktivistler ve diaspora temsilcileriyle çapraz doğrulamalar yapıldı. Dolayısıyla, 3 gün içinde 1700 Alevi'nin sistematik bir şekilde bu gruplar tarafından öldürüldüğü belgelerle ortaya konmuş durumda. Türkiye'nin başından beri, Davutoğlu döneminden itibaren, bölgede uluslararası anlamda çok ciddi sorumluluğu olduğu Serdar Akinan tarafından dile getiriliyor. Serdar Akinan'ın kendi hazırladığı ve henüz yayınlanmayan bir belgeselde, en az 70 kişiyle röportaj yaparak Türkiye'nin bu gruplara nasıl yardım ettiğini, kapılarını nasıl açtığını detaylı bir şekilde anlattığı belirtiliyor. Türkiye, bu meselenin maliyetini Ankara Garı Katliamı, Diyarbakır HDP mitingi bombalaması, Mersin ve Adana HDP binalarına yapılan saldırılar gibi yüzlerce insanımızı kaybettiğimiz bombalı saldırılarla ödedi. Bu kapsamlı araştırmalar ve tarihi sorumluluklar, Türkiye'nin önemli gelişmeleri https://www.avazturk.com gibi platformlar üzerinden takip etmesinin önemini bir kez daha ortaya koyuyor.

Bu denli somut bilgiler, belgeler ve tanıklıklar olmasına rağmen, Serdar Akinan, Davutoğlu'nun "bazı şeyler açıklayamam" sözleriyle aslında herkesin bildiği bir sorumluluğu üstlendiğini belirtiyor. Reuters'ın detaylarını verdiği bu mezhep temelli katliamda, 3 günde 1700 kişinin bıçaklanarak, kafası kesilerek öldürülmesinin korkunç detayları ve görüntüleri olduğu ifade ediliyor. Haberde "Türkiye bağlantılı grup kaç kişiyi öldürdüğünü yazmış," hatta grubun adını somut delillerle verdiğini de ekliyor Serdar Akinan. Ancak bu haberin Türkiye'de büyük bir tartışma yaratıp yaratmayacağı konusunda şüpheler dile getiriliyor, zira başka gündem maddelerinin olduğu düşünülüyor. Yine de, uluslararası hukuk açısından Türkiye'nin bu anlamda vebal altında olduğu ve bunun çok ciddi bir mesele olduğu vurgulanıyor.

Bu kritik gelişmelerin gölgesinde, Türkiye'nin iç siyasetinde de dikkat çekici bir stratejik hamle yaşandığı belirtiliyor: Kılıçdaroğlu davasının ertelenmesi. Serdar Akinan, Erdoğan'ın istese bu davayı rahatlıkla reddettirebileceği halde, mahkemenin davayı neden 8 Eylül gibi ileri bir tarihe attığını sorguluyor. Bu kararın hukuki olmaktan çok, siyasi bir karar olduğunu, tıpkı İmamoğlu davasında olduğu gibi, bir stratejinin parçası olduğunu düşünüyor. İktidarın HSK ve atanmış hakim-savcılar üzerinden yargı kararlarını istediği gibi yönlendirebildiği, beğenilmeyen bir karar çıktığında hakimin derhal yerinin değiştirildiği bilinen bir gerçek olarak öne sürülüyor. Bu ertelemenin, tartışmaların bu şekilde sürmesini temenni eden bir kurgunun parçası olabileceği, eş zamanlı olarak Kılıçdaroğlu'nun CHP içindeki desteğine dair anketlerin servis edilmesinin de bu kurguyu desteklediği düşünülüyor.

Serdar Akinan'a göre, bu kurgunun temelinde Erdoğan'ın bir kez daha seçilmesi için anayasa değişikliği gibi daha genel bir strateji yatıyor. Kürt meselesi sürecinin de bu strateji kapsamında yürüdüğü ve Temmuz ayında gelecek görüntülerin içerde muazzam bir şekilde pazarlanacağı belirtiliyor. Bu durumun DEM Parti seçmeninin tepkisini ve potansiyel bir AKP-MHP-DEM ittifakına dönüşüp dönüşmeyeceğini göstereceği ifade ediliyor. Bir yandan da, en güçlü rakibi İmamoğlu'nun "fiilen tasfiye edildiği" düşüncesi dile getiriliyor; Akinan, ne kadar konuşulursa konuşulsun İmamoğlu'nun resmen siyaset sahnesinden çıkarıldığını savunuyor. CHP içinde ise Kılıçdaroğlu'nun partiyi parçalayabileceği bir kaos ortamı yaratılmaması ve milletvekillerinin destek açıklamalarının neden geciktirildiği sorusu akılları kurcalıyor.

Ancak tüm bu siyasi manevralara ve stratejilere rağmen, Serdar Akinan, Türkiye'nin en büyük ve belirleyici sorununun bambaşka bir yerde yattığına inanıyor: Ekonomi. Türk-İş'in Haziran 2025 verilerine göre açlık sınırının 26.115 TL'ye, yoksulluk sınırının ise 85.666 TL'ye yükseldiğini belirten Akinan, asgari ücrete zam yapılmasının artık hayati bir mesele olduğunu vurguluyor. Ona göre asıl sorun, milyonlarca insanın açlık sınırının altında yaşam mücadelesi verirken, aynı ülkede milyonlarca kişinin bir gecede veya tek bir ayakkabıya bu paraları harcayabilmesi. Bu gelir adaletsizliğinin Türkiye'deki en tehlikeli mesele olduğunu savunan Akinan, bu tablonun düzelmediği müddetçe, ne yaparsa yapsın normal şartlar altında Erdoğan'ın kalmasının mümkün olmadığını belirtiyor. Ayrıca, son dönemdeki orman yangınlarının sayısının fazlalığı ve söndürülememesi, Serdar Akinan'ın dikkat çektiği bir başka nokta. Bu kadar çok yangının bu kadar fazla yerde eş zamanlı çıkmasının sadece kuraklık ve sıcakla açıklanamayacağını düşünen Akinan, bunların PKK ile bağlantılı olabileceği şüphesini dile getiriyor.

Peki, Suriye'deki kanlı katliamın uluslararası yankıları, Türkiye içindeki siyasi manevralar ve derin ekonomik uçurumlar, tüm bu karmaşık tablo nereye varacak? Serdar Akinan'ın ortaya koyduğu tüm bu ayrıntılar, aslında büyük bir resmin parçaları: Ülkenin geleceğini belirleyecek olan, ne yargı kararları üzerindeki siyasi müdahaleler ne de rakip liderlerin tasfiyesi. Aksine, Akinan'a göre, tüm bu göstergeler tek bir büyük gerçeğe işaret ediyor: Türkiye'nin gelecekteki liderliği ve siyasi kaderi, nihayetinde ekonomik gerçekler, halkın yaşadığı derin gelir adaletsizliği ve toplumsal huzursuzluk tarafından belirlenecek. Başka bir deyişle, tüm siyasi hesaplamalar ve stratejiler, halkın mutfağındaki ateş sönmediği sürece bir anlam ifade etmeyecek; sandıktan çıkacak olan asıl ses, Türkiye'nin ekonomik uçurumlarından yükselecek ve bu durum, ülkenin yönetiminde köklü bir değişimin kaçınılmaz olduğunu açıkça gözler önüne serecek.

Gündem Haberleri