Türkiye, son günlerde Milli Eğitim Bakanı'nın "geri zekalıya anlatır gibi anlatıyorum" sözleriyle çalkalanırken, bu talihsiz açıklama, aslında ülkenin dört bir yanında yankılanan çok daha büyük bir krizin sadece buzdağının görünen yüzü oldu. Bu makale, sadece eğitimdeki değil, sağlığa, turizme, siyasete ve hatta uluslararası ilişkilere kadar uzanan, her geçen gün daha da derinleşen bir sistem çöküşünün detaylarını gözler önüne seriyor. Hazırlanın, çünkü bu haber, Türkiye'nin geleceğini derinden etkileyen, sıradan bir skandalın çok ötesinde, tam anlamıyla akıl almaz bir gerçeği gün yüzüne çıkarıyor ve okumaya devam ettikçe sarsıcı ayrıntılarla karşılaşacaksınız.
Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin'in dilinden dökülen bu hakaretin ardından, Türkiye'deki sınav sistemine dair yıllardır süregelen güvensizlik ortamı bir kez daha zirveye çıktı. Erk Acarer ve Lale'nin sohbetinde aktarıldığı üzere, Ali Mahir Başarır'ın sınav devam ederken WhatsApp üzerinden soruların paylaşıldığı iddiası, olayın vahametini gözler önüne serdi. Soruların PDF'ye çevrilerek sızdırıldığına dair iddialar ve hatta bazı dershanelerde soruların daha önceden verildiği yönündeki veli şikayetleri, akıllara Fethullah Gülen cemaatinin taktiklerini getirdi; zira Erk Acarer'e göre, AKP iktidarı bu işleri adeta eline yüzüne bulaştırıyor ve durum eskisinden de vahim bir tablo çiziyor. Yusuf Tekin'in kendi vakfı olan Cihan Nüma Derneği'nden yakın çevresini bakanlık içindeki kritik teknik görevlere getirme çabası, kamuoyunda kabine revizyonu öncesi koltuğunu sağlama alma ve suçu başkasının üzerine atma girişimi olarak yorumlandı. Bu durum, "tek adamlık sistemi" olarak adlandırılan yapıda yaşanan akıl dışı ve sürreal problemlerin kaçınılmaz bir sonucu olarak görülüyor. Detaylar için avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu sistemik çöküş, yalnızca Milli Eğitim Bakanlığı ile sınırlı kalmıyor; Lale'nin de belirttiği gibi, eğitimden sağlığa ve turizme kadar ülkenin tüm ana damarlarını etkiliyor. Örneğin, Turizm Bakanı Nuri Ersoy'un bir kamu arazisini kullanarak otel ihalesi alması ve bu işlemlerin "gözümüzün içine baka baka" yapılması, bakanların kendi alanlarındaki çıkar çatışmalarının çarpıcı bir örneği olarak gösteriliyor. Sağlık Bakanlığı'nda ise bebeklerin ve yaşlıların para kazanmak amacıyla hastanede daha uzun tutularak ölüme terk edildiği gibi tüyler ürpertici iddialar dahi dile getirildi. Bu, "hırsızlığın meşrulaştırıldığı, katliamların meşrulaştırıldığı, insan hayatının değersizleştirilmesinin meşrulaştırıldığı vahşi bir sistemin varlığını ortaya koyuyor. Erk Acarer, bu piyasacı eğitim düzeninin özel okulların önünü açtığını ya da ideolojik olarak imam hatiplere yönelimi zorunlu kıldığını vurguluyor: "Özel okullara paranız varsa parayı vereceksiniz ya da borç harç bu işlere gireceksiniz ya da paşa paşa imam hatiplere gideceksiniz". Bu durum, gençlerin umutlarının çalınması ve Türkiye'nin geleceğinin karartılması anlamına geliyor.
Kabine revizyonu beklentisi içinde olan siyasiler arasında "yaranma" ve "kendini gösterme" çabaları, Meclis'teki "ayı kavgası" gibi utanç verici görüntülere yol açtı. Erk Acarer, sarayın altında "küçük saraycıklar" oluştuğunu, herkesin "kraldan çok kralcı" davrandığını ancak aynı zamanda kendi gruplarını kurarak iktidar içinde bir "elitler kadrosu" oluşturduğunu belirtiyor. Milli Eğitim Bakanı'nın "geri zekalıya anlatır gibi anlatıyorum" sözlerinin bile, Erdoğan'ın geçmişteki "Bilal'e anlatır gibi anlatma" klişesinden türemiş bir "yaranma dili" olduğu iddia ediliyor. Bu durum, Erdoğan'ın Fahrettin Altun ve özellikle Hakan Fidan gibi isimlerden çekindiği ve içerideki "Beratçılar," "Fidancılar" gibi grupların mücadelesiyle daha da karmaşık bir hal alıyor.
Öte yandan, DEM Parti ile yürütülen süreç ve Selahattin Demirtaş'ın serbest bırakılmaması, siyasi bir oyunun parçası olarak yorumlanıyor. Lale'nin de ifade ettiği gibi, bu kararın Erdoğan'ın Demirtaş'ı seçim öncesi fotodan düşürme amacı taşıdığı düşünülüyor. Erk Acarer, "demokrasi olmadan barışın, kıymasız lahmacun gibi" olacağını dile getirerek, Kobani davaları kapsamında birçok kişinin içeride tutulduğunu, CHP'ye operasyonlar yapıldığını ve Devlet Bahçeli, Erdoğan, Abdullah Öcalan üçgeninde bir sürecin yürütüldüğünü öne sürüyor. Suriye'deki gelişmeler de bu tablonun bir parçası; ABD Büyükelçisi Thomas Baran'ın "tek millet tek devlet" açıklamaları, Kürtlere ayar verme ve Selefi örgütler üzerinden bir Suriye dizayn etme çabası olarak görülüyor. Bu süreç, 2015'ten daha tehlikeli ve geri dönülmez bir noktaya evrilebilecek riskler taşıyor. Nagihan Alçı ve Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimlerin barış söylemlerine rağmen, geçmişte Kürt şehirlerinin yakılıp yıkılmasına ses çıkarmayanların bugünkü "barış havarisi" rolü, ikiyüzlülük olarak değerlendiriliyor.
Adalet sistemindeki çarpıklıklar, bu büyük tablonun belki de en acı verici kısmı. Lale'nin dile getirdiği gibi, Murat Çalık'ın annesiyle pencere başında çekilmiş dramatik fotoğrafı, hukuksuzluğun ve "düşman hukuku" uygulamasının sembolü haline geldi. Fatih Altaylı'nın tutuklu yargılanması, Ayşe Barım'ın ağır sağlık sorunlarına rağmen cezaevinde tutulması ve Osman Kavala'nın AİHM kararlarına rağmen serbest bırakılmaması, bu "vicdansızlığın ve kötülüğün" boyutunu gösteriyor. Yapay zeka ile hazırlanan basit bir videonun (Ekrem İmamoğlu'nun jandarmayla birlikte alkışlandığı görüntüler) bile soruşturmaya yol açması, iktidarın "korkusunun sınırına geldiği" bir gösterge olarak sunuluyor. Aynı zamanda, İletişim Başkanlığı'nın montaj görüntülerle muhaliflere operasyon çektiği, gazetecilerin keyfi olarak gözaltına alındığı ve hatta Oğuz Bakır gibi yayıncılığa destek veren isimlerin dahi hedef alındığı belirtiliyor. Bütün bu yaşananlar, Türkiye'de hukukun, demokrasinin ve insan hayatının adeta bir "beka sorunu" adı altında feda edildiği bir dönemin karanlık yüzünü ortaya koyuyor. Avaztürk.com olarak bu gelişmelerin takipçisiyiz ve sizleri bilgilendirmeye devam edeceğiz.
Ve işte o büyük gerçek; Türkiye'de yaşanan bu dehşet verici gelişmelerin altında yatan asıl neden, sadece münferit skandallar ya da birkaç kötü niyetli kişinin uygulamaları değil. Kaynaklarda da sıkça vurgulandığı gibi, bu, toplumun geneline yayılan bir adaletsizlik dalgası, liyakatsizliğin, ideolojik dayatmaların ve piyasacı bir zihniyetin birleşimiyle oluşan, sistemli bir tahakküm modelidir. Yusuf Tekin'den Nuri Ersoy'a, sınav sorularının çalınmasından uluslararası dolandırıcılık şebekelerinin ülkeyi mesken tutmasına kadar, her olayın arkasında, iktidarda kalmak için her yolu mubah gören, çıkar odaklı, ahlaksız ve toplumu hiçe sayan bir yönetim anlayışı yatıyor. Bu süreçte çalınan sadece sınav soruları değil, çocukların umutları, halkın geleceği ve ülkenin saygınlığıdır. Türkiye, ne yazık ki, "iki tane çürük yumurtanın paylaşamadığı, çarpışarak ülkeyi berbat ettiği" bir tabloya sürüklenmiştir ve bu dramatik düşüşün gerçek maliyeti, tüm toplum tarafından ağır bedellerle ödenmektedir.