Türkiye siyaseti, son günlerde peş peşe yaşanan olaylarla çalkalanıyor. Ülkenin dört bir yanında, özellikle de yargı alanında yaşanan "enteresan" gelişmeler, kamuoyunda derin bir endişe ve merak uyandırıyor. Bu olaylar zinciri, iktidar partisi içindeki ve ittifak ortakları arasındaki dengelerin ne denli kırılgan olduğunu gözler önüne seriyor. Görünen o ki, perde arkasında çok daha büyük bir güç mücadelesi yaşanıyor ve bu mücadelenin en kritik cephesi, ne yazık ki adalet sarayları haline gelmiş durumda.
Geçtiğimiz hafta yaşanan ve ülkenin gündemine bomba gibi düşen bir olay, bu resmin en çarpıcı parçalarından birini oluşturdu. İktidara yakınlığıyla bilinen bir gazetenin başlattığı yayın furyası, İstanbul Büyükşehir Belediyesi soruşturmasında tutuklu bulunan Fatih Keleş hakkında inanılmaz iddialar ortaya attı. Habere göre Fatih Keleş, belirli bir gruba "Aziz İhsan Aktaş’ı susturun" talimatı vermiş ve bu çerçevede Selahattin Yılmaz isimli şahıs kiralık katil olarak görevlendirilmişti. Bu iddialar, siyaset kulislerinde ve halk arasında büyük şaşkınlık yarattı.
Ancak olaylar, Fatih Keleş'in yaptığı sert açıklamayla bambaşka bir boyut kazandı. Keleş, hakkında çıkan iddiaları kesin bir dille reddederken, kamuoyuyla son derece dikkat çekici bir detayı paylaştı. İddiasına göre, Cem Duman isimli bir avukat, yanında başka bir avukatla birlikte kendisini cezaevinde ziyaret etmişti. Bu ziyaretin amacı, Keleş’e "para ve istenen ifadeyi ver, etkin pişmanlıktan yararlan ve cezaevinden kurtul" teklifinde bulunmaktı. Fatih Keleş bu teklifle ilgilenmeyince, avukatlar ikinci kez gelerek ellerinde bir istihbarat bilgisi olduğunu söylemişlerdi. Bu istihbarata göre, Keleş hakkında "suikast hazırlığı" konulu yeni bir soruşturma açılacaktı ve avukatlar bu defa kendisini bu soruşturmadan kurtarmayı vaat etmişlerdi. Keleş’in bu ikinci teklife de sırt çevirmesi, olayın seyrini değiştirdi.
Fatih Keleş’in bu şok edici açıklamalarının ardından hızlıca bir operasyon düzenlendi. Selahattin Yılmaz ile birlikte adı geçen avukatların da aralarında bulunduğu tam on üç kişi gözaltına alındı. Bu şahıslara yöneltilen suçlama ise "Silahlı suç örgütüne üye olmak"tı. Adliyeye sevk edilen on üç kişiden on tanesi, hakim karşısına çıkarıldıktan sonra tutuklanarak cezaevine gönderildi. Tutuklananlar arasında, iddiaların odağındaki Selahattin Yılmaz ile Avukat Cem Duman da yer alıyordu. Bu gelişme, yargı süreçlerindeki manipülasyon iddialarını bir kez daha gündemin en başına taşıdı.
Bu olay, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in daha önce yaptığı ve kamuoyunda büyük yankı uyandıran "avukat aracılığıyla itirafçı yapma" çabalarına ilişkin açıklamalarına yeni ve somut bir halka olarak eklendi. Özel, geçmişte de benzer yöntemlerin kullanıldığını teşhir etmiş, o dönemde adı geçen avukatlardan biri ev hapsine çarptırılırken, diğeri ise Adalet ve Kalkınma Partisi'nden istifa etmek zorunda kalmıştı. Bu durum, yargı içindeki bu tür "itirafçı üretme" girişimlerinin ne yazık ki münferit olmadığını, aksine sistematik bir yaklaşımın parçası olabileceği şüphelerini artırdı.
CHP lideri Özgür Özel, Aydın’da yaptığı bir mitingde bu konuya bir kez daha değindi ve Adalet ve Kalkınma Partililerin kendi içlerinde büyük bir hesaplaşma yaşadığını öne sürdü. Özel, "Güya Fatih Keleş suikastçı tutmuş. Kiralık katili tutacağını söyledikleri kişi Selahattin Yılmaz. Ne tanırız ne biliriz. Ancak Milliyetçi Hareket Partisi’nin gözbebeğidir. Devlet Bey’in yakınıdır. AK Toroslar çetesi Milliyetçi Hareket Partisi’ne de ayar vermektedir" sözleriyle dikkatleri Milliyetçi Hareket Partisi’ne çekti. Bu sert çıkışa yanıt ise Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’den geldi.
Devlet Bahçeli, Özgür Özel’in sözlerine ilişkin yaptığı açıklamada "Selahattin Yılmaz ismini temel alarak Milliyetçi Hareket Partisi’ne ayar verildiğini iddia etmek çok ağır bir bühtan, dayanıksız ve mesnetsiz bir uydurmadır. Kaldı ki Milliyetçi Hareket Partisi’ne ayar ve istikamet vermek hiç kimsenin yapabileceği bir şey değildir. Ezcümle ve tekraren, Selahattin Yılmaz ülküdaşım ve dava arkadaşımdır. İnanıyorum ki masum ve suçsuz olduğu da süreç içinde anlaşılacak ve açığa çıkacaktır" ifadelerini kullandı. Bu açıklama, siyasi kulislerde fırtına etkisi yarattı. Birçok siyasi gözlemci ve gazeteci, bu sözlerin asıl muhatabının Özgür Özel’den ziyade, iktidar partisi ve yargı olduğu yorumunu yaptı.
Bir meslektaşının bu açıklamayı "iktidara 'kimse bize ayar çekemez' mesajı veriyor" ve "Yılmaz’ın uzun süre cezaevinde tutulamayacağı anlaşılacak" şeklinde yorumlaması, açıklamaların derinliğini gözler önüne serdi. Nitekim, kısa bir süre sonra Özgür Özel’in Devlet Bahçeli’nin açıklamasına verdiği yanıt da bu yorumları güçlendirdi. Özel, Bahçeli’nin eleştirilerine rağmen "Sayın Bahçeli’nin beni yanlış anladığını düşünmüyorum. 'Özgür’üm sana söylüyorum, ittifak ortağım sen anla' diyor" sözleriyle, Bahçeli’nin asıl mesajının Adalet ve Kalkınma Partisi’ne ve iktidar ittifakına yönelik olduğu tezini bir kez daha ortaya koydu. Bu durum, iktidar ortakları arasındaki buzların çatladığı, hatta gizli bir savaşın başladığı yönündeki iddiaları güçlendirdi. Özellikle Özgür Özel’in "avukat üzerinden itirafçı üretme" konusunda yaptığı tüm açıklamaların bugüne dek doğru çıkması ve üç somut örneğin ortaya saçılması, İstanbul Büyükşehir Belediyesi soruşturması gibi önemli davalara dahi bir "itirafçı üretme" gölgesi düşürdü.
Siyasi sahnede yaşanan bu fırtınanın bir başka yüzü ise yerel yönetimlerde kendini gösterdi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin Aydın mitingi, Genel Başkan Özgür Özel’in son dönemdeki en büyük mitinglerinden biri olarak kayıtlara geçti. Mitingin bu kadar kalabalık olmasının ardında yatan önemli bir neden, Aydın halkının, yirmi altı yıldır Cumhuriyet Halk Partisi çatısı altında siyaset yaptığı halde "Ben Cumhurbaşkanımıza yakın bir siyasi anlayışa sahibim" diyerek Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçen Özlem Çerçioğlu’na duyduğu büyük tepkiydi. Meydandaki kalabalık, çoğu kez "Özlem İstifa" sloganları atarak mitingin Çerçioğlu ekseninde devam etmesini istedi, adeta o gece Çerçioğlu’nun rahat uyumaması için toplanmıştı.
Mitingden sadece bir gün sonra yaşananlar ise tabloyu daha da ilginç hale getirdi. Ankara’dan gelen "Yalnız değilsin" mealindeki telefonların ardından, Adalet ve Kalkınma Partisi Aydın teşkilatı hemen harekete geçirildi. "Başkan’a destek olun" talimatıyla yüzlerce Adalet ve Kalkınma Partili, belediye binasına akın ederek Çerçioğlu için "dik dur eğilme" ve "Recep Tayyip Erdoğan" sloganlarıyla destek verdi. Ancak bu "destek" ziyareti, bir destekten çok adeta "kaleyi zaptetme" havasındaydı. Yıllarca Cumhuriyet Halk Partisi mahallesinde yaşamış olan Çerçioğlu ve Cumhuriyet Halk Partili bürokratların, bu destek ziyareti sırasında yükselen tekbir sesleri ve "Recep Tayyip Erdoğan" sloganları arasında neler hissettiği büyük bir merak konusu oldu. Bu durum, yerel yönetimlerde dahi siyasi kontrolün nasıl ele geçirilmeye çalışıldığını ve Adalet ve Kalkınma Partisi’nin yeni "islamcı muhafazakar" figürler üzerinden nüfuzunu nasıl artırmayı hedeflediğini gözler önüne serdi. Gözlemciler, kalenin ele geçirilmesinin ardından bir sonraki aşamanın TÜGVA başta olmak üzere tarikat ve cemaat vakıflarına maddi destek vermek olacağını öngörüyor.
Türkiye’nin siyasi arenasında son günlerde yaşanan tüm bu gelişmeler, aslında çok daha büyük bir tablonun parçaları olarak karşımıza çıkıyor. Yargının, siyasi çıkarlar uğruna bir kumpas ve itirafçı üretim merkezi haline getirilme iddiaları; iktidar ittifakının en kritik ortağı olan Milliyetçi Hareket Partisi ile Adalet ve Kalkınma Partisi arasındaki buzdağı gibi görünen ancak derinlerde büyük bir çatışmaya işaret eden gerilimler; ve yerel yönetimlerde dahi siyasi manipülasyon ve parti değiştirme operasyonlarının, halkın iradesine karşı pervasızca uygulanması… Tüm bunlar, Türkiye'nin sadece ekonomik değil, aynı zamanda yargısal, siyasal ve toplumsal bir kırılma noktasına doğru hızla ilerlediğini gösteriyor. Adalet mekanizmasının güvenilirliğinin sorgulanması, siyasi ittifakların içten içe çürümesi ve iktidarın her alanda kontrolü ele geçirme çabasının yarattığı derin kutuplaşma, bir zamanlar "sağlam kale" olarak görülen iktidar yapısının artık içten içe nasıl çürüdüğünü ve hatta parçalandığını ortaya koyuyor. Siyasetin en üst düzeyinden en yerel birimine kadar yaşanan bu kaos ve gerilim, gizli bir savaşın sadece kapıda olmadığını, aksine çoktan başladığını ve ülkeyi derin bir belirsizliğe sürüklediğini açıkça işaret ediyor.