Adana'yı Sarsan Şok Gelişme
Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar'ın tutuklanmasıyla ülke gündemine oturan 'irtikap' iddiaları, tek bir tanık ifadesi ve akıl almaz çelişkilerle dolu delillerle tartışma yaratıyor! Bu iddiaların perde arkasında yatan gerçekler, hukukun...
Türkiye’nin kalbi Anadolu'nun sıcak ve bereketiyle yoğrulmuş topraklarında, güneşin adeta yüz bin parçaya bölündüğü bir coğrafyada doğmuş, Adana’nın yiğit evladı olarak tanınan Adana Büyükşehir Belediye Başkanı Zeydan Karalar, kamuoyunu derinden sarsan bir irtikap iddiasıyla karşı karşıya kaldı ve bu iddia üzerine tutuklu yargılanıyor. Yedi direkli çadırların gölgesinde yiğitler yetiştiren bu toprakların, kendi bağrından çıkardığı bir liderin, böylesine ciddi bir suçlamayla anılması, tüm ülkenin dikkatini bu davanın üzerine çekmiş durumda. İstanbul’da yürütülen bir soruşturma kapsamında, savcılık tarafından "suç örgütü lideri" olarak tanımlanan Aziz İhsan Aktaş’a yönelik operasyon sırasında, şaşırtıcı bir şekilde yalnızca tek bir kişinin, Baki Nugay’ın beyanı doğrultusunda Zeydan Karalar hakkında işlem yapılması, akıllarda büyük soru işaretleri bırakıyor. İddia büyük, ancak destekleyici delillerin küçüklüğü, bu dosyanın tartışmalı bir hale gelmesine neden oluyor ve olaylar tüm çıplaklığıyla devam etmektedir.
Dosyada yer alan iddialara göre, Barka Atık Yönetimi isimli firmanın ortağı olan Baki Nugay, ifadesinde şu sarsıcı beyanlarda bulundu: "Zeydan Karalar, düzenli ödeme alabilmemiz için her ay belli bir miktarın kendilerine ödenmesi gerektiğini ve bu süreci Özcan Zenger ile yürütmemiz gerektiğini belirtti. Talebi kabul etmezsek ödemeler gecikirdi. Bu yüzden teklifi kabul ettim". Ancak, burada durup sormak gerekiyor: yalnızca bir kişinin bu beyanı, böylesine ağır bir suçlamanın temelini oluşturabilir mi? Acaba iftira atılmış olabileceği ihtimali hiç mi değerlendirilmiyor? Bu sorular, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) yıllardır vurguladığı ilkeyi akıllara getiriyor: "İtirafçı tanık ifadeleri, özellikle menfaat karşılığı alınmışsa adil yargılanma hakkını doğrudan ihlal eder. Çünkü bu tür ifadeler, yönlendirilmeye, kişisel hesaplaşmalara, çıkar çatışmalarına açıktır". AİHM’nin Adamčo v. Slovakya kararında da açıkça belirtildiği üzere, tanığın elde ettiği menfaat ne kadar büyükse, o ifadenin güvenilirliği o kadar şüpheyle karşılanmalıdır. Peki, bu dosyada, tek bir tanık beyanını destekleyecek başka somut bir veri, belge, kayıt, ya da ifade bulunuyor mu? Kaynakta belirtildiğine göre, cevap koca bir hiçten ibaret.
İddianamenin omurgasını oluşturan "hak ediş ödemeleri için irtikap sağlandı" söylemi, incelendiğinde ilk çelişkiyi barındırıyor. Zira, sözde irtikap iddiasının başlangıç tarihi 17 Kasım 2017 olarak gösterilirken, bu tarihten çok daha önce iki büyük ödeme yapıldığı belgeleniyor: 13 Kasım’da 2 milyon TL ve 6 Kasım’da 1 milyon 385 bin TL. Yani, henüz "irtikap" iddiası ortaya atılmadan bile, ödemelerin düzenli ve ciddi meblağlarla yapıldığı görülüyor. O halde soralım: Bu sözde menfaat nerede, bu irtikap nasıl gerçekleşti? Dahası var; 2014-2016 yılları arasında yapılan toplam ödeme 92 milyon 693 bin TL iken, irtikap iddiasının odak noktasındaki 2017-2019 döneminde yapılan ödeme ise 90 milyon 20 bin TL olarak kaydedilmiş. Bırakın bir artışı, ödemelerde belirgin bir düşüş olduğu gözleniyor. Bu durumda, menfaatin nerede olduğu sorusu daha da güçleniyor. Bu ve benzeri çelişkili durumların tüm detayları ve hukuki analizleri için https://www.avazturk.com adresini takip etmeniz büyük önem taşımaktadır.
Ödeme kalemlerine daha yakından bakıldığında, 2017’den 2018’e devreden hak ediş miktarının 406 bin TL olduğu, ancak 2018’den 2019’a devreden hak edişin tam 6 milyon 425 bin TL’ye fırladığı görülüyor. Bu, tam 13 katlık bir artışa işaret ediyor. Eğer gerçekten bir çıkar sağlanıyorsa, yani bir “irtikap” mevcutsa, o halde hak edişler neden zamanında ödenmemiş, neden borçlar bu denli birikmiştir? Bu durum, iddialarla dosyadaki verilerin çeliştiğinin en bariz kanıtlarından biri olarak karşımıza çıkıyor. En ilginç iddialardan biri ise, soruşturma kapsamında tutuklanan Seyhan Belediyesi Temizlik İşleri Müdürü Özcan Zenger’e 13 Aralık 2017’de 1 milyon TL verildiği iddiası. Tam bir hafta sonra ise belediyeden aynı firmaya tam olarak 1 milyon TL ödeme yapılmış. Bu nasıl bir "irtikap" mantığıdır? Kim kendi cebinden 1 milyon TL verir, sonra aynı parayı geri alır? Bu olsa olsa kendi parasını dolaştırmak olur. Rant bunun neresinde? Akıl sır ermeyen bu çelişkiler yumağı, dosyanın ne denli problemli olduğunu gözler önüne seriyor.
Bir başka çelişki ise "her ay ödeme yapılmazsa hak ediş alınmaz" iddiasıyla ilgili. Ancak, dosya incelendiğinde tam 6 ay boyunca hiçbir para transferinin görünmediği, buna rağmen bu 6 ayda da hak ediş ödemelerinin aynen devam ettiği tespit ediliyor. Madem ödeme olmadan iş yürümüyor, bu nasıl açıklanabilir? HTS kayıtlarına gelince, "aynı baz istasyonundan sinyal verdiler" denilerek bir tür "ortaklık" ispatı sunulmaya çalışılıyor. Oysa Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun net kararları var: Aynı baz istasyonuna bağlanmak, o kişilerin aynı mekânda bulunduğu anlamına gelmez. Hele ki İstanbul gibi devasa bir şehirde, aynı istasyona bağlanan iki kişi birbirinden bir kilometre, hatta daha da uzakta olabilir. Dahası, kaynakta belirtildiği üzere, bu verilerin iddiaya uysun diye adeta "cımbızlandığı" izlenimi uyanıyor. Özcan Zenger’in anılan kişilerle hiçbir ortak baz vermediği İstanbul ziyaretleri yok mu? O sırada para çekimleri hiç mi yapılmamış? Gerçekten adalet arıyorsak, verileri bir bütün halinde görmek zorundayız. Bir kısmını büyüteçle inceleyip diğer kısmını karanlıkta bırakmak, hakkın ve hukukun doğasına kesinlikle aykırıdır.
Adana denildiğinde akla ilk gelen isimlerden biri olan Zeydan Karalar'ın, yüz binlerce oy alarak seçilmiş bir belediye başkanı olarak, yalnızca tek bir kişinin, üstelik çelişkilerle dolu bir beyanına dayanarak tutuklanması, millet iradesine yönelik ciddi bir saygısızlık olarak algılanmaktadır. Yargı görevi yapmalı, iddialar araştırılmalı ve sorular cevap bulmalı elbette. Ancak, bir seçilmiş siyasetçi tutuklanıyorsa, bunun çok daha ciddi ve somut delillerle açıklanması elzemdir. Zira adalet; soyut iddialarla, suçtan kaçınmak için verilen ifadelerle değil, somut delillerle sağlanır. Eğer bir dava yalnızca bir tanığın beyanına ve böylesine çelişkilerle dolu verilere dayanıyorsa, o davanın meşruiyeti de kaçınılmaz olarak tartışılır hale gelir. Unutmayalım ki hukuk, birini mahkûm etmek için değil, gerçeği ortaya çıkarmak için vardır. Ve adalet, sadece mahkeme salonlarında değil; halkın vicdanında da tecelli eder. Bu süreçte yargı camiasının halkın vicdanında yargılandığının ve bunu ne yazık ki bir türlü anlamadığının, gerçeğin tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmasının ne denli önemli olduğunun ve bu davanın sadece Zeydan Karalar’ın değil, tüm Adana’nın ve millet iradesinin davası olduğunun en güncel ve detaylı gelişmeleri için https://www.avazturk.com adresini ziyaret etmeyi unutmayın! Bu dava, Türkiye'nin adalet anlayışına dair yeni bir sınav olmaya devam ediyor ve kamuoyu, bu sürecin her adımını büyük bir dikkatle takip etmektedir!