AK Parti Hükümetini Kim Yönetiyor? İmamoğlu'nun Akıbeti ve Erken Seçim Senaryoları Ortaya Saçıldı!

AK Parti Hükümetini Kim Yönetiyor? İmamoğlu'nun Akıbeti ve Erken Seçim Senaryoları Ortaya Saçıldı!

Halktv canlı yayınında İsmail Saymaz'ın çarpıcı analizleri: Türkiye'yi yöneten dar klik kim? İmamoğlu neden hedefte? Erdoğan'ın rakipsiz kalma stratejisi ve olası erken seçim senaryoları tüm detaylarıyla bu haberde.

Halktv ekranlarında gazeteci İsmail Saymaz, Türkiye'deki siyasi yönetimin görünmeyen katmanlarına dair dikkat çekici değerlendirmelerde bulundu. Saymaz'a göre, mevcut tablo, alışılagelmiş AK Parti hükümeti yönetiminden farklı bir yapıya işaret ediyor ve ülkenin en hayati kararları, partinin genel merkezinden ziyade, daha dar ve sınırlı bir "klik" tarafından alınıyor. Bu durum, siyaset bilimindeki "oligarşi" kavramını anımsatan bir yönetim biçimine yaklaşıyor; yani ülkenin sınırlı sayıda insan tarafından fiilen yönetildiği bir tablo çiziliyor.

Bu yönetici kliğin içinde Cumhurbaşkanının yanı sıra, belki bir iki bakan bulunsa da kabinede olmayan, yargıdan veya çeşitli kamu kurumlarından isimlerin de yer aldığı tahmin ediliyor. Saymaz, bu ekibin Türkiye'nin en temel, en yaşamsal kararlarını aldığını ve hayata geçirdiğini belirtiyor. Bu analize göre, AK Parti Genel Merkezi bu sürecin dışında kalıyor.

AK Parti'nin mevcut durumu ise, iktidarın arzu ettiği hizmeti veren bir "müesseseye" dönüştüğü şeklinde yorumlanıyor. Parti, ülkenin en yaygın ve kitlesel siyasi gücü olsa da, canlı bir yapılanma olmaktan çıkmış, bir tür "Tayyibi hareketine ve cemaatine" evrilmiştir. Bu bağlamda, ülkeyi yöneten Sayın Cumhurbaşkanı'nın bunu parti aracılığıyla değil, bu dar "klik" ile gerçekleştirdiği öne sürülüyor. Bu kliğin içinde AK Partili olanlar olduğu gibi, partili olmayan ancak Cumhurbaşkanına gönülden bağlı, "reisçi" olarak tanımlanan bürokratlar, danışmanlar ve memurlar da yer alıyor. Hatta bu kesim içinde, AK Parti'nin yeterince Cumhurbaşkanına sahip çıkmadığını düşünenler bile bulunuyor. Siyasi analizler, avazturk.com gibi platformlarda bu karmaşık yapıyı anlamaya yönelik detaylı incelemeler sunmaktadır. https://www.youtube.com/watch?v=qtjyzs0gdp8

Saymaz'a göre, bu "klik" yönetiminin bir "faz değişimi" veya "level atlama" yaşadığı süreç, özellikle 19 Mart ve sonrasında uygulanan sistematik bir programla belirginleşiyor. Bu programın temel hedefi oldukça net: Cumhurbaşkanının mevcut anayasaya göre tekrar aday olabilmesi için meclisten erken seçim kararı aldırılmasını garanti altına almak. Bu süreçte en az 360 oya ihtiyaç duyuluyor ki, erken seçime gidilerek tekrar adaylık yolu açılsın. Ancak hedef sadece adaylık değil, aynı zamanda seçilmenin garanti altına alınması. Bunun için 400+1 oya ulaşılması ve parlamentoda anayasa dahil istenen değişikliklerin yapılabilmesi hedefleniyor.

AK Parti kulislerinde tartışılan iki senaryo var: Ya anayasayı değiştirerek Cumhurbaşkanının 2+1 olan adaylık hakkının o "+1" kısmının meclisin erken seçim kararıyla "hak" olarak verilmesi, ya da "Cumhurbaşkanlığı" ifadesini "Başkanlık" olarak değiştirerek tüm adaylık haklarını sıfırlayıp yeniden başlamak.

Peki, bu planın önündeki en büyük engel ne? Kaynaklara göre bu engel, muhalefetin en güçlü adayı ve partisinin etkisiz kılınmasıdır. İşte tam bu noktada, muhalefetin o dönemki en güçlü cumhurbaşkanı adayı olarak görülen Sayın Ekrem İmamoğlu devreye giriyor. Saymaz'ın aktarımına göre, İmamoğlu bir yolsuzluk operasyonuna konu edilerek, bu gerekçeyle tutuklandı, arkadaşları da aynı operasyon kapsamında tutuklandı. Bu hamle ile eş zamanlı olarak, siyasi "diploması"nın da iptal edildiği belirtiliyor. Bu gelişmelerin 2.5 ay gibi kısa bir sürede hızla yaşandığı, İmamoğlu'nun CHP'nin kurumsal cumhurbaşkanı adayı olma fırsatı yakalayamadan tutuklandığı ifade ediliyor. Bu süreçle, İmamoğlu'nun Erdoğan karşısında en güçlü aday olma imkanının "zorla alınmış" olduğu değerlendirmesi yapılıyor.

Ancak İmamoğlu'nun durumunun gelecekte nasıl şekilleneceği belirsizliğini koruyor. Saymaz, bugünden bakıldığında karamsar bir tablo görülebileceğini, İmamoğlu'nun seçime kadar içeride kalabileceği, diplomasının iade edilmeyebileceği ve aday olamayabileceği yorumlarının yapılabileceğini belirtiyor. Buna karşın, Türkiye'nin her an her siyasi gelişmeye gebe bir ülke olduğunun altını çiziyor. Geçmişte Devlet Bahçeli'nin DEM grubuyla el sıkışması, Öcalan'a yönelik açıklamalar ve PKK'nın silah bırakma ihtimali gibi beklenmedik gelişmelerin yaşandığını hatırlatarak, bugünkü durumun da 6 ay sonra değişebileceğine işaret ediyor. Cezaevinde olan Ekrem İmamoğlu'nun siyasi gelişmelere bağlı olarak makamına dönebileceği ve siyasi hayatına devam edebileceği ihtimali vurgulanıyor. Malezya'da yolsuzluk (veya eşcinsellik suçlamasıyla) tutuklanan Enver İbrahim'in cumhurbaşkanı olması ya da Nikaragua'da tutuklu Sandinista liderinin ülkeyi yönetmesi gibi dünya örnekleri de bu tür değişimlerin mümkün olduğunu gösteriyor.

Bu programın tek hedefi Ekrem İmamoğlu'nu hapsetmek değil. Asli amaçlardan biri bu olsa da, aynı zamanda bir "yolsuzluk" ve "terör" operasyonu bağlamı oluşturularak, AK Parti karşısındaki en güçlü seçenek olan olası Cumhuriyet Halk Partisi iktidarının doğarken lekelenmesi hedefleniyor. Gelecekte Türkiye'yi yönetmeye aday kadroların, şimdiden "hırsız", "yolsuz" gibi ithamlarla vatandaş nezdinde mahkum edilmesi amaçlanıyor.

İktidarın bu programı uygularken birçok hamleyi aynı anda yaptığı belirtiliyor. Örneğin, bir kurultay soruşturması yürütülerek CHP'nin kendi içinde kavgalı hale getirilmeye çalışıldığı ifade ediliyor. Bu kavgaya müsait bir CHP delegasyonu görüldüğü yorumu yapılıyor. Diğer yandan, Özgür Özel'e kürsüden açıkça "İmamoğlu'ndan kop gel" çağrısı yapılarak, kopması halinde kurumsal bir CHP genel başkanı olarak muhatap alınabileceği, aksi takdirde kurultay soruşturması tehdidinin devam edeceği mesajı verildiği aktarılıyor. Kurultay soruşturmasında Özgür Özel ve A takımının dokunulmazlıklarının kaldırılması istemiyle meclise dosya gönderilmesinin de bu tehdidin bir parçası olduğu belirtiliyor.

Tüm bu stratejinin çok somut ve yalın bir hedefi var: En güçlü cumhurbaşkanı adayını siyaset dışına iterek Erdoğan'ı rakipsiz bırakmak ve en güçlü iktidar seçeneğini lekeleyerek AK Parti'yi rakipsiz bırakmak.

Saymaz, bu durumun sadece Türkiye'ye özgü bir "otoriterleşme hikayesi" olmadığını, Latin Amerika, Uzak Asya, Orta Asya ve Afrika gibi birçok coğrafyada benzerlerinin görüldüğünü ifade ediyor. Uzun süre iktidarda kalan liderlerin, gün gelir koltuğun kendilerine vadedildiğine inanmaya başladığını veya kendilerinden başkasının toplumu yönetemeyeceğini düşündüğünü söylüyor. Bu durumda, iktidarı al aşağı etme potansiyeli olan muhalif liderlerin başına ya yolsuzluk, ya terör iddiası ya da darbeyle ilişkilendirilmek gibi durumların geldiğini belirtiyor. Malezya, Sri Lanka, Venezuela gibi ülkelerdeki hikayelerin benzer olduğuna dikkat çekiyor.

Bu bağlamda, Ekrem İmamoğlu'nun içinde bulunduğu durum ve geleceğinin, Türkiye demokrasisinin geleceğiyle iç içe geçtiği yorumu yapılıyor. İmamoğlu'nun yeniden aday olup olamaması meselesinin, Türkiye'de serbest seçimlerin yapılıp yapılamayacağıyla doğrudan bağlantılı olduğu belirtiliyor. Eğer İmamoğlu siyasi hayatına devam edemez ve aday olamazsa, muhalefetin Erdoğan karşısına o dirençte adaylar bulmakta zorlanabileceği ve AK Parti iktidarını değiştirmenin pratikte mümkün olmaktan çıkabileceği endişesi dile getiriliyor. Anayasaya göre serbest seçimler olsa da, pratikte bunun karşılığının ne olduğunun İmamoğlu vakasıyla gösterildiği ifade ediliyor.

Mansur Yavaş da bu denklemin önemli bir parçası olarak değerlendiriliyor. Saymaz, Yavaş'ın en az İmamoğlu kadar güçlü, namuslu, haysiyetli ve vatansever bir siyasetçi olduğunu, anketlerde Erdoğan'ın önünde yer aldığını ve Türkiye'yi yönetmeye layık olduğunu belirterek hakkını teslim ediyor. Yavaş'ın da cumhurbaşkanı adayı olma arzusunun olduğunu, bunun hakkı olduğunu ancak şu an İmamoğlu'na ve CHP'nin işleyişine saygısından bunu dışa vurmadığını söylüyor. Ancak günü geldiğinde bunu yansıtacağını ve bu durumda onun da başına benzer bir hikayenin gelebileceği uyarısında bulunuyor. İmamoğlu'nun durumunun, Yavaş'a da gösterilen bir örnek olduğunu, itiraz ettiğinde başına benzer şeylerin gelebileceğinin hissettirileceğini aktarıyor. Yakın zamanda bir AK Partili milletvekilinin Mansur Yavaş hakkında "örgüt yöneticisi" olmaktan ve yolsuzluktan suç duyurusunda bulunmasını, günü geldiğinde bunun işleme konulabileceğinin bir işareti olarak yorumluyor. Tıpkı Bursa'daki bir hakaret davasıyla başlayıp Ankara'da CHP aleyhine bir davaya dönüşen kurultay soruşturması süreci gibi, Yavaş'a yönelik suç duyurusunun da benzer bir süreci tetikleyebileceği ima ediliyor.

Tüm bu tablo, Erdoğan'ın ya hiç kimseyle yarışmamasını, tek başına yarışmasını ya da yenebileceği bir adayla yarışmasını arzu eden bir yaklaşımı ortaya koyuyor. Nihai hedef, Türkiye'nin bir daha AK Parti dışında bir iktidar seçeneğiyle karşılaşmamasıdır.

Sonuç olarak, yaşanan bu sürecin özeti, mevcut dar yönetici kliğin, Erdoğan'ı ve AK Parti'yi siyasi rekabetin dışında tutarak iktidarlarını sağlama alma çabasıdır. Ancak Saymaz, Türkiye'nin siyasi olarak her an değişime açık bir ülke olduğunu ve muhalefetin geleceğinin, Ekrem İmamoğlu'nun durumunun olduğu gibi, toplumsal mücadelenin bir konusu olduğunu vurguluyor. Mücadele edenlerin kazanabileceği ihtimalini açık tutuyor. Bu tür derinlemesine siyasi analizler, kamuoyunun bilgilenmesi açısından avazturk.com gibi yayın platformlarında önem taşımaktadır.