AKIL ALMAZ SKANDAL! Erdoğan'ın Askerlik Dosyasında Yok Denen O Belge Türkiye'yi Sarsacak!
Türkiye'de siyasi geleceği yargı eliyle bitirme operasyonları sürerken, Ekrem İmamoğlu'nun avukatının tutuklanması ve diploma davasındaki akıl almaz gelişmeler, ülkenin adalet sistemindeki derin çürümeyi gözler önüne seriyor. Ancak tüm bu kaosun ortasında
Türkiye, nefes kesen bir hızla, otoriter bir rejimden öteye geçmiş, Tarık Toros'un ifadesiyle "şeytana parmak ısırtacak organize bir kötülük mekanizmasıyla" karşı karşıya. Bu mekanizma, devlete çökmüş, hukuk ve kurumları, yargıyı, kolluk güçlerini, aklınıza gelebilecek tüm özel kurumları dahi birer vitrin olarak kullanıyor. Ülke içten içe çökertilirken, muhalefetin hala "normalleşme" umudu taşıması ya saflık ya da işbirlikçilik olarak nitelendiriliyor. Bu tablo karşısında uyanmayanların niyeti ise sorgulanmalı.
Türkiye'deki "rejim yargısının" son hamleleri, bu organize kötülüğün ne denli derinleştiğini gözler önüne seriyor. Dün Ekrem İmamoğlu'nun avukatı Mehmet Pehlivan tutuklandı. Bugün ise İmamoğlu'nun diploma davasına bakan ve üniversiteden açıklama talep eden mahkeme heyeti, HSK kararıyla dağıtıldı. İstanbul 5. İdare Mahkemesi'nde görülen diploma iptal davasına bakan mahkeme başkanının görev yeri değiştirildi. Bu adımlar, Tarık Toros'a göre, iktidarın İmamoğlu'nun siyasi geleceğini yargı yoluyla bitirme planının adım adım uygulanması ve iptal kararının önünü kapatmaya yönelik bir çaba. Bu durum, seçimin engellenmek istendiği veya siyasal bir dizaynın yapıldığı anlamına geliyor. Hedef sadece İmamoğlu değil, tüm muhalefeti yıldırmak ve içeriden çökertmek. Bu planın bir parçası olarak CHP içindeki kurultay kavgası da devam ediyor.
Pehlivan'ın tutuklanma gerekçelerine bakıldığında, "şüpheli ifadelerine ulaşmaya çalışmak" gibi bir gerekçenin yanı sıra, mahkemenin "eylemlerde bulunduğu ve suç örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu kanaatine varılmakla" ifadesi dikkat çekiyor. Tarık Toros, mahkemenin bir "kanaate" vararak hüküm verdiğini, oysa ortada ne masumiyet karinesi, ne yargılama, ne de iddianame olduğunu vurguluyor. Bu, rejimin "tetikçi aparatları" tarafından verilen "hukuksuz" kararların bir örneği. Avukatların dosyalardan çekilmesi, yıllardır avukatların hedef alındığını gösteriyor. 15 Temmuz 2016'dan bu yana 1700'ün üzerinde avukat tutuklandı, 553 avukat mahkum edildi. Ekrem İmamoğlu'nun avukatı Mehmet Pehlivan'ın da bu hukuksuzluğun yeni bir kurbanı olduğu görülüyor. İmamoğlu, bu baskı ve tehdit ortamında, çalışma arkadaşlarına seslenerek, ailelerini korumak için gerekirse önlerine konulan "iftiranameleri" imzalamalarını, yükü tek başına taşıyacağını açıkladı. Eşi Dilek İmamoğlu da bu mesajı "kaybedecek vakit kalmadı" sözleriyle özetledi. Bu durum, ülkenin her yerinin "tutulduğunu" ve en ufak bir muhalif sesin dahi soruşturmaya uğradığını gözler önüne seriyor. Bu vahim tablo karşısında, ülkenin geleceği için artık kaybedecek vakit kalmadığı açıkça ortada. Daha fazla detay ve analiz için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Bu çarpıcı gelişmelerin yanı sıra, rejimin "gerçeğin tamamını saklama" eğilimi de sürerken, ekonomiden dış politikaya, askeri yeteneklerden uluslararası gerilimlere kadar birçok alanda kamuoyuna eksik veya yanıltıcı bilgiler sunuluyor. Örneğin, İstanbul'un metro hatlarını bile "U" ve "M" diye bölen bir iktidarın, "iç cepheyi güçlendirmek" demesi, Esir Naz'ın tabiriyle olsa olsa bir "kara mizah". Benzin fiyatlarının 50 TL'yi geçmesi, halkın alım gücünün düştüğünün acı bir göstergesi. Türk Silahlı Kuvvetleri'nin "Çelik Kubbe" gibi savunma sistemleri veya "Kaan projesi" gibi iddialı projelerin operasyonel olma süreleri ve dışa bağımlılıkları gizleniyor. Ortadoğu'daki İsrail-İran gerilimi bile, her iki tarafın ve uluslararası gözlemcilerin "gerçeğin tamamını saklayarak" kendi ajandalarına hizmet eden dini ideolojik söylemlerle hareket ettiğini gösteriyor. Bu karmaşık ve baskıcı ortamda, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin üst düzey isimlerinden gelen bir iddia, tüm bu tablonun üzerine bomba gibi düştü.
Genelkurmay Çatı Davası'nda yeniden yargılanan isimlerden, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Plan Daire Başkanı Tuğgeneral (E) Ahmet Bican Kırker, mahkemedeki savunmasında Türkiye'yi sarsacak bir iddiayı gündeme getirdi. Kırker, Tarık Toros'un ifadesiyle "bir milletin aklıyla bu kadar alay edilemez, salak yerine konamaz" diyerek, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kendi diplomasını ibraz edemediğini, ancak başkalarının diplomasını iptal ettirdiğini ima etti. Eski Tuğgeneral Ahmet Bican Kırker'in iddiasına göre, Erdoğan'ın askerlikteki dosyasında özgeçmişinde 4 yıllık üniversite mezunu yazdığı halde, "diploma yok". Kırker, "Ben askerliğini yaptığına da inanmıyorum" diyerek sözlerini daha da ileri taşıdı. 1978'de üniversiteye giren bir ismin, 1984'te 4 yıllık üniversite diplomasıyla askere gittiği, yedek subay fotoğrafı olsa da bölük komutanı ve devre arkadaşlarının bilinmediği; ancak 1992'de partisinin il teşkilatına 2 yıllık enstitü geçici mezuniyet belgesi verdiğinin belgelendiğini iddia etti. Bu iddialar, Tarık Toros'un da belirttiği gibi, "sıradan bir asker" tarafından değil, "Kara Kuvvetleri Komutanlığı Personel Plan Daire Başkanı" gibi kritik bir konumdaki bir general tarafından dile getirildi. Mahkeme başkanının dahi Kırker'i "toparlaması" yönündeki uyarıları, bu iddianın ne denli rahatsız edici olduğunu gösteriyor. Türkiye'de adalet sisteminin adeta "rejim yargısı" haline geldiği bu günlerde, bir tarafta genç öğrenciler absürt gerekçelerle tutuklanıp, diğer tarafta muhalif siyasetçilerin avukatları "kanaatle" hapse atılırken, ülkenin en üst kademesindeki bir ismin kendi askeri dosyasında diplomayı bırakın, askerliğini dahi yapıp yapmadığına dair şüphelerin dile getirilmesi, "gerçeğin tamamının saklandığı" bir ülkenin en büyük ve en kritik sırrı olabilir mi? Tüm bu gelişmeler, Dilek İmamoğlu'nun dile getirdiği "kaybedecek vakit kalmadı" feryadının ne kadar haklı olduğunu gösteriyor. Türkiye, bu organize kötülüğün pençesinden kurtulmak için gerçeklerle yüzleşmek zorunda.