AKP'nin Kalbinden Sızan Cesur Ses Siyaseti Salladı
Türkiye siyaseti, son dönemde yaşanan şaşırtıcı gelişmelerle adeta bir fırtınanın ortasında kalmış durumda ve bu durum, ülkenin yakın geleceğine dair pek çok spekülasyonu da beraberinde getiriyor. Uzun soluklu bu haber makalemizde, iktidar partisinin için
Siyasi kulislerde günlerdir yankılanan bir açıklama, gözleri Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) deneyimli ismi, Genel Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın politik hayatının ilk günlerinden itibaren en yakınındaki tanığı, eski avukatı ve partinin kurucularından Hayati Yazıcı'ya çevirdi. Yazıcı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) soruşturmaları hakkında attığı tweetler ve yaptığı açıklamalarla, hukuk camiasında ve kamuoyunda büyük yankı uyandırdı. Yazıcı, İBB soruşturmalarında masumiyet karinesinin esas olduğunu, evrensel hukuka göre hareket edilmesi gerektiğini ve iddiaların "çarşaf çarşaf" gazetelerde yayımlanmasının yanlış olduğunu net bir şekilde ifade etti. Ayrıca, iddianamenin bir an önce hazırlanması ve mahkemenin kararını uzatmadan vermesi gerektiğini vurguladı. Bu sözler, özellikle yargıya taşınmış, halen soruşturması devam eden ve üzerinde gizlilik kararı olan bir konuyla ilgili olarak masumiyet karinesini olumsuz etkilemekten uzak durulması gerektiği şeklindeki vurgusuyla dikkat çekti.
Yazıcı'nın bu çıkışı, pek çok yorumcu tarafından "AKP'li bir isim için gerçekten cesaretli bir tweet" ve "önemli bir düşünce" olarak değerlendirildi. Sohbet sırasında, masumiyet karinesinin hukukun "olmazsa olmazı" olduğu ve aksi ispat edilmedikçe herkesin masum olduğu gerçeğinin altı çizildi. Özellikle, gizli bir dosyada olmayan delillerin her gün televizyon kanallarında "kişilik cellatlığı" şeklinde saçılması ve algı operasyonları yapılmasının, kişilerin toplum nezdinde küçük düşürülmesi ve lekelenme hakkının ihlali anlamına geldiği belirtildi. Tartışma sırasında, "tutuksuz yargılanmalı" ifadesinin de evrensel bir hukuk kuralı olduğu ve Ekrem İmamoğlu gibi bir ismin "nereye kaçacak" sorusuyla bu kuralın uygulanması gerektiği dile getirildi. Hatta, "Tayyip Erdoğan ister" İmamoğlu'nun kaçmasını gibi çarpıcı bir yorum da yapıldı. Bu süreçte yaşananlar ve daha fazlası hakkında detaylı bilgi edinmek için https://www.avazturk.com adresini ziyaret ederek kamuoyunun nabzını tutan bu gelişmeleri takip edebilirsiniz.
Ancak Hayati Yazıcı'nın bu "cesaretli" çıkışı sonrası yaşananlar, siyasetin acımasız yüzünü bir kez daha gözler önüne serdi. Sosyal medyada Yazıcı'nın sözleri "AKP'den farklı bir ses" olarak yorumlanınca, Yazıcı'dan jet hızıyla bir açıklama geldi. Bu açıklamada, sözlerinin böyle yorumlanmasının "iyi niyetten uzak maksatlı bir çarpıtma ve algı operasyonu" olduğunu belirtti ve söylediklerinin her yönüyle "açık ve net" olduğunu vurguladı. Hukuk devleti normlarını hatırlatarak "Türkiye bu süreçleri hızlı bir şekilde aşmalı bir an önce yargılanıp hesabı verilmeli" ifadesini kullandı. Bazı internet sitelerinin açıklamalarını çarpıtmasını "söylediklerimi manipüle etmeye dönük beyhude bir çaba" olarak niteledi. Programdaki yorumcular ise, sürecin aslında "birisi bir cesaret gösterip azıcık hukuk azıcık vicdan diyorsa eğer hemen geri adım attırılıyor susturuluyor" şeklinde işlediğini öne sürdü. Yazıcı'ya CHP'nin kurultay davası da sorulmasına rağmen "yorum yapmayacağım" yanıtını vererek, bu konunun kamuoyunda çokça tartışılmasının hukuk normları açısından doğru olmadığını ekledi.
Yaşanan tüm bu olaylar ve AKP içinden yükselen bu "cesur" ancak sonrasında "geri çekilen" ses, Türkiye siyasetinin derinliklerinde yatan çok daha büyük bir gerilimi ve baskıyı gözler önüne seriyor. Hayati Yazıcı gibi yılların hukukçusu, Erdoğan'ın en yakınındaki isimlerden birinin dahi, masumiyet karinesi gibi evrensel hukuk ilkelerini dile getirdiğinde böylesine bir "algı operasyonu" ithamıyla karşılaşması ve geri adım atmak zorunda kalması, ülkedeki ifade özgürlüğünün ve hukukun üstünlüğünün ne denli büyük bir tehdit altında olduğunu ortaya koyuyor. Bu olay, siyasi arenada hukukun sadece kağıt üzerinde kalıp kalmadığı, vicdanların sesinin ne kadar duyulabildiği ve farklı düşünen seslerin ne denli kolayca susturulabildiği konusunda derin endişeler uyandırırken, Türkiye'nin gelecekteki siyasi iklimi için de çok daha büyük fırtınaların habercisi olabileceği ihtimalini güçlendiriyor.