Bölgesel Kaosta Yeni Bir Dünya Düzeni Mi Doğuyor?
Eski Bakan Ali Babacan, İsrail-İran geriliminden Türkiye'nin dış politikadaki itibar kaybına, F-35 krizi ve içerideki "güç zehirlenmesine" kadar çarpıcı açıklamalarda bulunarak, ülkenin kaderini belirleyecek kritik dönemeçleri ve acil çözüm yollarını...
Ortadoğu'daki gerilimin doruk noktasına ulaştığı, İsrail ile İran arasındaki karşılıklı saldırıların bölgeyi tam anlamıyla bir ateş çemberine çevirdiği bu kritik dönemde, Türkiye'nin tecrübeli siyasetçilerinden Ali Babacan'dan sarsıcı açıklamalar geldi. Yıllarca ekonomiden sorumlu bakanlık ve dışişleri bakanlığı görevlerini üstlenmiş, 8 yıl boyunca Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında devletin gizli bilgi ve belgelerine erişmiş bir isim olarak, Babacan'ın bölgeye ve Türkiye'nin geleceğine dair çizdiği tablo, derin endişeler uyandırıyor ve akıllara tek bir soruyu getiriyor: Türkiye, bölgedeki bu devasa kaosun içinde nasıl bir konuma savruluyor ve ülkeyi bekleyen asıl gizli tehlikeler neler?
Ali Babacan, İsrail'in yayılmacı ve işgalci politikalarının yeni olmadığını, kuruluşundan bu yana Filistin topraklarında yüzlerce yasa dışı yerleşim yeri kurduğunu ve Lübnan ile Suriye'ye sık sık saldırdığını belirtiyor. İsrail'in, Suriye'yi bölünmüş, parçalanmış ve zayıf bir ülke olarak görmek istediğini ifade eden Babacan, İran'la ilgili meselenin özünde ise nükleer programın yattığını ve İsrail'in kendisi nükleer silahlara sahipken başkasında olmasını istememesinin büyük bir çelişki olduğunu vurguluyor. Babacan, kendi Dışişleri Bakanlığı döneminde P5+1 ülkeleri ile İran arasında arabuluculuk yaptıklarını ve bir savaş riskini anlaşmayla durdurduklarını anlatıyor; ancak Trump'ın bu anlaşmayı yırtarak çöpe attığını söylüyor. Sunucunun "Bu adamların aklında bundan sonraki hedef olarak Türkiye de var mı?" sorusu üzerine Ali Babacan, İsrail'in "şımarıklığına, hoyratlığına, hukuk tanımazlığına karşı çıkacak hiçbir ülke istemediğini" ve uzun vadede bu riskin her zaman bulunduğunu belirtiyor.
Ancak Ali Babacan'a göre, asıl dikkat çekilmesi gereken nokta, bu riskin mevcut iktidar tarafından "iç kamuoyunda gündem haline getirilmesi ve istismar edilmesi." Babacan, "bir ülkenin cumhurbaşkanı çünkü İsrail bize de saldıracak diyor ama aynı zamanda diyor ki biz 2026'da hazır olacağız diyor şimdi bu söylenir mi bu ne demek daha hazır değiliz demek" ifadeleriyle, bu söylemin aslında bir zafiyet göstergesi olduğunu açıklıyor. Ona göre, iktidar iç siyasette destek konsolidasyonuna ihtiyaç duyduğunda hemen bir hamaset ve dış düşman arayışına giriyor. Bu stratejinin, Türkiye'nin dış politikadaki itibarını nasıl zedelediğini, Sisi, Suudi Arabistan Prensini ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi farklı aktörlerle ilişkilerdeki "zigzagları" örnek vererek açıklıyor. Babacan, bu "yalpalaların" uluslararası camiadaki güvenilirliği ve etki gücünü sıfırladığını dile getiriyor. Geçmişte Türkiye'nin Rusya-Gürcistan Savaşı'nı durdurmadaki ve İran nükleer programı arabuluculuğundaki etkin rolünü, güçlü ekonomisi ve itibarı sayesinde oynadığını anlatan Babacan, bugünkü "kötü yönetim" ve "kendi eliyle ekonomisini batıran" politikaların Türkiye'yi "bağırıp çağıran ama söylediğinde kimsenin dikkate almadığı bir ülke haline düşürdüğünü" ifade ediyor. Türkiye'nin dış politikadaki kayıpları ve mevcut riskleri daha iyi anlamak için https://www.avazturk.com gibi güvenilir haber ve analiz kaynaklarının takip edilmesi, detaylı bilgilere ulaşmada önemli bir rol oynayabilir.
Ali Babacan, dünyada 2017-2018'den bu yana "son yılın en büyük demokrasi ve uluslararası hukuk krizini" yaşandığını, "kural bazlı dünya düzeninin hızla aşındığını" ve "gücü yetenin orman kanunuyla" hareket ettiğini gözlemliyor. Bu kaotik ortamda, Türkiye'nin aslında yeniden "ayrışıp itibarlı bir ülke olma şansı" olduğunu vurgulayan Babacan, bunun "demokrasiyle, hukukla, adaletle" mümkün olacağını belirtiyor. Kendisinin cumhurbaşkanı olması halinde ekonomiyi kolayca ayağa kaldıracağını (kurumların bir ayda, ekonominin altı ayda nefes alacağını, enflasyonun iki senede tek haneye ineceğini) ifade eden Babacan, asıl vaktini ise "mahvolmuş yargı sistemini", eğitim ve sağlık sistemlerini reforme etmeye harcayacağını söylüyor. Çünkü ona göre "hukuk olmayınca adalet olmayınca ekonomi olmaz, dünyada itibar olmaz, dünyada sözünüzün gücü olmaz".
Ali Babacan, tüm bu sorunların temelinde ise "güç zehirlenmesi" yattığını açıkça dile getiriyor. AK Parti'nin kuruluş belgelerine bile "üç dönemden fazlası lider sultanlığıdır" diye yazdıklarını hatırlatan Babacan, Angela Merkel örneğini vererek liderlerin ne zaman bırakması gerektiğini bildiğini vurguluyor. Babacan'ın AK Parti'den ayrılma sebebi de "kuruluştaki ortaya koyduğumuz değerlerin ilkelerin artık hepsi çöpe atılmış, bambaşka bir şey olmuş, yanlışlar, yolsuzluklar, menfaatler, menfaat şebekeleri almış başını gitmiş" olması. Bir banka şube müdürü örneğiyle, en başarılı yöneticinin bile 5 yıldan fazla aynı yerde kalmaması gerektiğini, çünkü kişisel ilişkilerin kuralların önüne geçmeye başlayacağını anlatan Babacan, tüm devletin gelir ve gider yetkisinin tek bir elde toplanmasının da bu "güç zehirlenmesinin" bir sonucu olduğunu söylüyor. Ali Babacan'ın bu sarsıcı açıklamaları, Türkiye'nin bölgesel krizler ve küresel türbülans içinde savrulmasının ardındaki asıl nedeni gözler önüne seriyor: Dış politikadaki itibar kaybı ve ekonomik zaafiyetin ötesinde, içerideki "güç zehirlenmesi" ve hukuk devletinden uzaklaşma, ülkenin gerçek potansiyelini kilitliyor. Türkiye için asıl tehlike, bu iç dinamiklerin düzeltilmemesi halinde, dışarıdan gelen her tehdidin ülkenin bağımsızlığı ve geleceği üzerindeki etkisinin katlanarak artmasıdır; çünkü bir ulus ancak kendi içindeki adaleti ve demokrasiyi tesis ettiğinde gerçek manada güçlü ve etkili olabilir.