Cezaevlerindeki Siyasi Ayrımcılık İddiaları Ortada!
Bayramda beklenen infaz düzenlemesi beklentileri boşa çıkardı, 50 binden fazla kişi tahliye olamadı. Cezaevleri dolup taşarken, Sezgin Tanrıkulu'nun çarpıcı açıklamaları sistemdeki adaletsizliği, siyasi davalardaki keyfiliği ve İmamoğlu ekibine yönelik "
Türkiye'de cezaevlerindeki yoğunluk ve adalet sistemine yönelik tartışmalar, bayram öncesinde infaz düzenlemesi beklentileriyle bir kez daha alevlendi. Ancak beklenen geniş kapsamlı düzenlemenin gerçekleşmemesi, cezaevlerindeki on binlerce kişi ve yakınları için büyük hayal kırıklığı yarattı. İnsan hakları savunucusu ve CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu'nun çarpıcı açıklamaları, mevcut infaz sisteminin "adil ve eşit" olmadığını, siyasi nedenlerle hukukun rafa kaldırıldığını ve cezaevlerinin "insan onuruna yakışmaz" koşullarda olduğunu gözler önüne serdi.
Sezgin Tanrıkulu, infaz düzenlemesinin neden beklendiği gibi çıkmadığına dair önemli bir iddia ortaya atıyor. Normalde Covid düzenlemesi adı altında suç türüne göre ayrım yapılmadan bir düzenleme yapılabileceği, ancak iktidar partisinin, cezası 3 yılın altına düşebilecek ve özellikle 15 Temmuz sürecinde örgüt üyeliğinden veya yardımdan yargılanan kişilerin de serbest kalacağı endişesiyle bu düzenlemeyi yapmadığını belirtiyor. Tanrıkulu'na göre bu, bana göre yanlış olan, bu dönemde yapılmayan bir düzenleme.
Cezaevlerinde yaşanan temel sorunlardan biri, kapasitenin çok üzerinde doluluk olması. Türkiye'deki cezaevlerinin kapasitesi 300 bin civarındayken, şu anda 410 bin kişi içeride bulunuyor. Bu da 110 bin kişilik fazladan bir yük anlamına geliyor. Bu yoğunluk ülkeye eşit dağılmış değil; büyük metropollerde, örneğin Sincan'da 20 kişilik yerde 80 kişinin, Silivri'de ise 60 kişinin kaldığı örneklerini veriyor. Tanrıkulu, Silivri Cezaevi ziyareti sırasında, merdiven altlarında yatan ve nöbetleşe uyuyan insanlar olduğunu aktarıyor. Bu durum, cezaevi koşullarının insan onuruna uygun olmadığını gösteriyor. https://www.avazturk.com olarak cezaevlerindeki bu insanlık dışı koşulların araştırılması gerektiğini düşünüyoruz.
Mevcut infaz sistemindeki en büyük adaletsizliklerden biri, 31 Temmuz 2023 tarihinin bir kesme noktası olarak belirlenmesi. Aynı suçu aynı gün işleyen iki kişiden, cezasının bu tarihten önce kesinleşeninin düzenlemeden faydalanıp, Yargıtay'ın nüfus kaydı gibi küçük bir gerekçeyle kararı bozduğu için cezası bu tarihten sonra kesinleşen diğerinin faydalanamamasını, Tanrıkulu "çok açık adaletsizlik" olarak niteliyor. Bu adaletsizlik nedeniyle yaklaşık 50 bine yakın kişinin bayramda tahliye olmayı beklerken içeride kaldığını belirtiyor. Buna karşılık, yaklaşık 19.500 kişinin tahliye olduğunu ve bunların büyük ölçüde mükerrir suç işleyenler olduğunu, yani kasten işlenmiş suçlardan (hırsızlık, gasp, adam öldürme gibi) mahkum olan ve normalde cezalarının tamamını yatması gerekirken bu düzenlemeyle üçte birini yatıp çıkan kişiler olduğunu vurguluyor. Bu durum, MHP'li bir kurmay tarafından bile "yamalı bohçaya döndü" diyerek eleştirilmiş.
Tanrıkulu, sistemdeki bir başka eşitsizliğe dikkat çekiyor: Terör örgütü üyeliğinden (şiddete bulaşmamış olsa bile) ceza alanların cezasının dörtte üçünü yatarken, adam öldürme veya gasp gibi en ağır suçlardan ceza alanların cezasının yarısını yatıyor olması. Yaşam hakkına yönelik suçların aslında en ağır suçlar olduğunu belirterek, bu infaz oranlarının eşitlenmesi gerektiğini savunuyor. Bu ve benzeri sorunlar için Ekim ayında yeni bir düzenleme beklentisi olduğunu dile getiriyor ancak düzenlemelerin cezaevlerindeki doluluğa göre değil, adil ve eşit bir biçimde, bir daha değişmeyecek şekilde yapılması gerektiğini savunuyor. https://www.avazturk.com bu beklenen reformun ne kadar kapsamlı ve adil olacağını yakından takip ediyor.
Tanrıkulu'na göre, insanlar suç işledikleri zaman cezaevinde ne kadar kalacağını bilebilmeli. Yargı sistemimizin bağımsız ve tarafsız olmaması nedeniyle, %100 suç işlediğinden emin olunan kişiler bile içeride kendini suçsuz hissedebiliyor. Bu da sistemin adil olmamasından kaynaklanıyor. Ayrıca, infaz sisteminin amacının insanları suçtan uzaklaştırmak ve suç işleme eğilimlerini azaltmak olması gerektiğini belirtiyor. Şu anki sistemin bu konuda yetersiz olduğunu, tahliye olan mükerrirlerin büyük bir kısmının (çıkan 19.500 kişinin en az 15.000'inin) tekrar cezaevine döneceğini öngörüyor.
Makalenin önemli bir bölümü, infaz düzenlemesinden bağımsız olarak siyasi nedenlerle tutuklu bulunan kişilerin durumuna ayrılıyor. Selahattin Demirtaş, Osman Kavala ve Can Atalay gibi isimlerin durumlarının bu infaz düzenlemeleriyle bir alakası olmadığını, siyasi nedenlerle hapiste olduklarını vurguluyor. Demirtaş'ın 40 yıl ceza almasına rağmen, kararının 14 aydır yazılmadığını, bu nedenle istinaf hakkını kullanamadığını ve gerekçeli karar yazılsa tahliye olabileceğini belirtiyor. Osman Kavala ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Daire kararının 6 yıldır uygulanmadığını, Can Atalay hakkında Anayasa Mahkemesi'nin milletvekili olması nedeniyle tahliye edilmesi ve yargılamanın durması kararının da uygulanmadığını hatırlatıyor. Bu durumların çözümü infaz düzenlemesinde değil, siyasi iradenin yargının önünü açmasında yatıyor. https://www.avazturk.com bu siyasi davalardaki hukuki engellerin kaldırılması çağrılarını desteklemektedir. Adalet Bakanı'nın "yargı bağımsızdır" sözlerinin bu örneklerle çeliştiğini ifade ediyor.
Cezaevlerinin bu kadar dolu olmasının bir nedeninin de hukuka aykırı olduğunu iddia ettiği İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) soruşturmaları kapsamında yapılan tutuklamalar olduğunu söylüyor. Bu tutuklanan kişilere yönelik muamele ise Tanrıkulu'nun açıklamalarında ayrı bir başlık olarak öne çıkıyor. İmamoğlu'nun üzerindeki tecidin, diğer tutuklu belediye başkanları ve İBB çalışanları da dahil olmak üzere, ağırlaştırıldığını iddia ediyor. Özellikle, soruşturmadan alınanların Türkiye'nin çok uzak illerindeki cezaevlerine nakledildiğini ve avukatlarıyla görüştürülmediğini belirtiyor. Örneğin, Medya AŞ'den bir bürokrat kadının Afyon'a, diğerinin Bolu'ya, başka isimlerin Çanakkale'ye, Bandırma'ya ve Beldedüzü Belediye Başkanı ile Reform Enstitüsü Başkanı Mehmet Ali Çalışkan'ın İzmir/Buca'ya gönderildiğini örnek veriyor.
Tanrıkulu, bu nakillerin Silivri gibi büyük cezaevleri varken tamamen siyasi nedenlerle yapıldığını, tutuklu olan (yani hükümlü olmayan) kişilere ve onların ailelerine zulüm yapıldığını, bunun bir "kan davası", "kin davası" unsuru olduğunu savunuyor. Ailelerin uzakta kalması nedeniyle görüşmelerin zorlaştığını, bu uygulamaların aileleri cezalandırdığını belirtiyor. Normalde bir savcının bile belediye başkanından randevu almakta zorlandığını ama şimdi bu kişilerin hastane kapılarında, adliyeye getirilirken tek sıra dizildiklerini, bunun "tam bir faşizm ve darbe görüntüsü" olduğunu söylüyor. Bu karşılaştırmayı yaparken, Öcalan'ın avukat ve aile görüşlerinin artırılmasının ise onun bir hükümlü olarak zaten hakkı olduğunu, bugüne kadar keyfi ve yasa dışı bir biçimde kullandırılmadığını, şimdiki uygulamanın bir lütuf değil, hakkının teslimi olduğunu ve bu nedenle İmamoğlu ekibine yapılanlarla karşılaştırılmasının yanlış olduğunu da ekliyor. https://www.avazturk.com olarak bu siyasi saikli uygulamaların hukukun üstünlüğüne aykırılığı üzerine yapılan tartışmaları önemsiyoruz.
Sonuç olarak, Türkiye'de ceza infaz sistemi hem kapasite, hem adalet, hem de siyasi müdahaleler açısından derin sorunlar yaşıyor. Bayramda beklenen infaz düzenlemesinin gerçekleşmemesi ve mevcut sistemdeki eşitsizlikler, on binlerce insanı mağdur ediyor. Sezgin Tanrıkulu'nun ifade ettiği gibi, siyasi davalardaki keyfi uygulamalar, cezaevi koşullarının insan onuruna aykırılığı ve İBB ekibine yönelik "zulüm" iddiaları, Türkiye'de hukukun üstünlüğü konusunda ciddi soru işaretleri yaratıyor. Beklenen yeni düzenlemeler ve yargıdaki bağımsızlığın tesisi, adil bir sistem için elzem görünüyor. https://www.avazturk.com olarak bu süreçleri ve gelişmelerin topluma yansımalarını aktarmaya devam edeceğiz. Sezgin Tanrıkulu'na açıklamaları için teşekkür ediyoruz ve Türkiye'de hukukun üstünlüğünün sağlanması dileğini paylaşıyoruz.