Çözüm Sürecinde Beklenmedik Gerilimler ve Kritik Hamleler!
Cumhurbaşkanı Erdoğan, MHP lideri Bahçeli ve ana muhalefetin çözüm sürecine dair farklı yaklaşımları, arka plandaki stratejik hesaplaşmalar ve uluslararası güçlerin bilinmeyen rolleri bu kapsamlı haberde mercek altına alınıyor. Türkiye'nin yakın siyasi...
Türkiye siyasetinin en hassas ve karmaşık konularından biri olan "çözüm süreci"ne dair sular durulmuyor. Medyascope TV ekranlarında yayınlanan ve büyük yankı uyandıran "Erdoğan ile Bahçeli nerelerde birleşip nerelerde ayrışıyor?" başlıklı video söyleşisinde, Ali Bayramoğlu'nun dikkat çekici analizleri, siyasetin bilinmeyen dinamiklerini gözler önüne serdi. Görünenin ötesinde bir uzlaşı veya ayrışma olup olmadığı merak konusu olurken, Bayramoğlu'nun çarpıcı tespitleri, sürece dair yeni tartışmaların kapısını aralıyor. Bu kapsamlı haber makalesi, siyasetin derinliklerindeki bu gizli hesaplaşmaları tüm detaylarıyla aydınlatmaya devam edecek.
Söyleşide Ali Bayramoğlu, özellikle Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) konumu bağlamında Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli ile Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan arasında önemli bir fark olduğuna dikkat çekiyor. Bayramoğlu'na göre Bahçeli, çözüm sürecine CHP'yi dahil etmek ve ana muhalefet partisini bu denli kriminalize etmek istemezken, Erdoğan'ın farklı bir yol izlediği gözlemleniyor. Bayramoğlu, Bahçeli'nin süreci şaşırtıcı derecede somutlaştıran, genişleten ve yönünü belirleyen hamleler yaptığını belirtiyor; bu hamleler sadece başlangıçta milliyetçi çevrelerin tepkisiz bir şekilde sürece davet edilmesiyle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda partiler yasası ve meclis içtüzüğü gibi oldukça ileri adımları da işaret etmesi açısından dikkat çekici bulunuyor. Bayramoğlu, Ankara'dan kulaklarına gelen "iki siyasi parti arasında çok tatsız olmayan ama yine de mevcut bir gerilim olduğu, Bahçeli'nin koyduğu somut çerçevenin ve adımların AK Parti'yi zorladığı, AK Parti'nin kısmen daha yavaş gitmek istediği" gibi söylentilerin kendisini şaşırtmadığını dile getiriyor. Bu durum, Cumhur İttifakı içindeki hassas dengeyi de gözler önüne seriyor. Zira, Ali Bayramoğlu'nun aktardığına göre, Tayyip Erdoğan bu süreç ile kendi siyasi faydası arasındaki paralelliği daha iyi kurmaya çalışan bir yol izliyor ve bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi'nin devre dışı kalmasını ya da izlenen tecrit politikasını kırmak istemediği kimi açıklamalarından anlaşılıyor. Buna karşılık Bahçeli'nin pozisyonu, işin ruhu ve gelecekle ilgili daha özlü bir tavır olarak değerlendirilebilir. Bayramoğlu, Bahçeli'nin çıkışlarının her zaman Erdoğan ile istişareye dayanmadığını ve bu çıkışların süreci hızlandırdığını da vurguluyor. Komisyon meselesindeki tavrı ve tüm siyasi partilerin bu işin içinde yer almasına yönelik açık ifadeleri, çözüm sürecinin çok partili bir uzlaşıyla güçlenebileceğine işaret ediyor.
Medyascope TV sunucusunun "CHP olmadan bu iş olur mu?" sorusuna Ali Bayramoğlu, "Olur da, layıkıyla olmaz" yanıtını vererek önemli bir pencere açıyor. Zira Cumhuriyet Halk Partisi, sadece ana muhalefet partisi olmasıyla değil, aynı zamanda Türkiye'deki modern kesim olarak nitelendirilebilecek ve konuya oldukça temkinli yaklaşan bir kesimin de temsilcisi, tanımlayıcısı ve sürükleyicisi konumunda. Dolayısıyla CHP'nin bu işin içinde olmamasının yaratacağı handikapın çok büyük olacağı aşikar. Bayramoğlu, çözüm sürecini bir stratejik hamle ve güçler arası bir çıkar buluşması olarak tanımlıyor; bu buluşmaya Amerika ve İngiltere gibi küresel güçlerin de dahil olduğunu belirtiyor. Amacın silahları bırakıp siyasete geçmek, çatışmayı bitirmek, Suriye'de istikrar sağlamak ve Türkiye'nin PKK varlığına dair tehdit algısını yönetmek olduğu ifade ediliyor. Bu stratejik hamlenin derinlemesine analizleri için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Bayramoğlu'na göre, eğer sürece salt bir "kaba strateji" olarak bakılırsa, Kürt siyasi hareketi ve hükümet kısmen yol açarak bu işi yürütebilir. Ancak örgütün silah imha konusunda nazlanması veya Rojava'da tıkanıklıklar yaşanması gibi aksamalar olabileceği de ekleniyor. Hükümet ile örgüt veya Öcalan arasında kurulan ilişkinin stratejik, siyasi ve kırılgan nitelikte olduğu belirtilirken, siyasi partilerin, özellikle ana muhalefetin bu sürece dahil olmasının bu bağı hem siyasi hem de toplumsal olarak çok güçlendireceği vurgulanıyor. CHP'nin dahil olduğu bir çözüm sürecinin, sadece stratejik hamlelerle değil, aynı zamanda hak ve özgürlük alanına giren adımlarla da ilerleyebileceği kaydediliyor.
Söyleşinin ilerleyen dakikalarında, Medyascope TV sunucusunun Ekrem İmamoğlu ve Özgür Özel'in sürece verdiği desteği ve MHP ile DEM Parti'ye gönderilen mesajları sorması üzerine Ali Bayramoğlu, Türkiye'de aynı anda iki sürecin işlediğini belirtiyor. Birincisi, ana muhalefet partisini "boğmaya yönelik" bir siyasi süreç olarak tanımlanıyor ve bu sürecin ana hedefinin Ekrem İmamoğlu olduğu ifade ediliyor. Diğer yandan, "açılım süreci" ise Cumhuriyet Halk Partisi'nin siyaset üretmesi için son derece elzem başka bir süreç olarak karşımıza çıkıyor. İmamoğlu'nun bu iki süreç içinde de bulunan bir aktör olduğuna dikkat çeken Bayramoğlu, DEM Parti ile AK Parti yakınlaşmasının muhalif kesimde ve İmamoğlu'nda kimi endişeler yaratabileceğini dile getiriyor. Bayramoğlu, İmamoğlu'nun bu tavrını "akılcı" bulmadığını ancak içinde bulunulan koşullarda ne yapılması gerektiği sorusuna cevap vermenin de kolay olmadığını ekliyor. Zira CHP'li belediyeler üzerinde inanılmaz bir harekat olduğu ve İmamoğlu'nun buradan bir siyasi liderlik yapmaya çalıştığı, alanının dar ve üzerindeki ithamların çok büyük olduğu belirtiliyor. Bayramoğlu, İmamoğlu'nun asıl kavgasının kendisiyle Erdoğan arasında değil, partisiyle Erdoğan arasında olduğunun farkında olduğunu ve bu tavrı almasının normal olduğunu ifade ediyor. Ancak gönlünün, CHP'nin bu sürece 2013-2015 dönemine oranla çok daha fazla destek vermesini arzu ettiğini belirtiyor. Sürecin eksik tarafı olarak özgürlükler, haklar ve taleplerle ilgili kısmı gösteren Bayramoğlu, CHP'nin işin bu ayağına önderlik edebileceğini düşünüyor. Ancak CHP'nin, süreci desteklemekle birlikte, AK Parti'nin bunu kendi faydasına çevirip çevirmeyeceği veya DEM Parti'nin dikkatli olması gerektiği gibi bir tereddüt içinde olduğu da gözlemleniyor. Bu tereddüt içinde, silahların bırakılmasının çok iyi olduğunu söyleyen CHP'nin hala bir "siyaset üretme" fikrine ulaşamadığı belirtiliyor. Ali Bayramoğlu'na göre, örneğin ana dil meselesi, yerel yönetim meselesi ya da hapishanedeki mahkumların sorunu gibi konuların Cumhuriyet Halk Partisi tarafından Kürt meselesinin asli tarafı olarak dile getirilmesi ve taşınması gerekiyor. Bu, hem iktidarı zorlayacak hem de CHP'nin aradığı "itiraz siyasetinin" ötesinde bir istikamete gitmesini sağlayacak önemli bir imkan olarak sunuluyor.
Söyleşinin son bölümünde Medyascope TV sunucusunun, Öcalan'la yapılan bir görüşmede "bize merhaba demeyen birçok gücün kapılarını çaldığı, kimisinin Rojava'da neden federasyon istenmediğini, kimisinin de silahların neden bırakıldığını sorduğu" aktarımlarını hatırlatarak "dış güçlerin bu süreci sabote edip edemeyeceği" sorusunu yöneltmesiyle, konu uluslararası arenaya taşınıyor. Ali Bayramoğlu, dış güçlerin böyle girişimlerde bulunabileceğini belirtmekle birlikte, şu anda gördüğü kadarıyla bu güçlerin üç ana kategoriye ayrıldığını ifade ediyor: Bölgesel güçler (başta İsrail), daha edilgin duran Batı merkezli güçler (Fransa, Almanya) ve daha aktif sahada olan Amerika ve İngiltere. Bayramoğlu'nun kanaatine göre, Amerika ve İngiltere'nin Suriye politikası, orada merkezi bir devletin inşası ve entegre bir istikrarın ortaya çıkması yönünde. Bu istikamette, bu aşamada PKK'yı destekleyerek veya mevcut siyaset sürecini bozarak bir entegrasyonun kapısını kapatacaklarını sanmıyor. Ancak uluslararası ilişkiler alanında tahmin yürütmenin her zaman akılcı olmadığını ve kimin çıkarının ne şekilde değişeceğinin tartışmalı olduğunu da ekliyor. Bu konuda önümüzde iki büyük sorun odağı bulunduğunu belirten Bayramoğlu, bunların Rojava meselesi (SDF'nin entegrasyona direnmesi) ve İsrail'in özellikle Güney Suriye'de El-Şara rejimini kırılgan hale getirmesi olduğunu vurguluyor. Bu durumun Türkiye ile İsrail arasında dolaylı bir söylemsel karşılaşmaya yol açan hadiselere neden olduğunu da ekliyor. Tüm bu faktörler ilerleyebilir, başka biçimler alabilir ve çıkarlar yerinden oynayabilir; ancak tüm bu karmaşık siyasi tablonun ve uluslararası etkileşimlerin ötesinde, Ali Bayramoğlu'nun son derece dikkat çekici ve çarpıcı bir tespiti bulunuyor.
Peki, Türkiye siyasetinin ve çözüm sürecinin bu çetrefilli denkleminde, tüm iç ve dış aktörlerin hamleleri arasında en kritik nokta nerede duruyor? Tüm bu stratejik hesaplaşmalara, örtülü gerilimlere ve uluslararası güçlerin potansiyel etkisine rağmen, Ali Bayramoğlu'nun şaşırtıcı bir şekilde ortaya koyduğu son analiz, sürecin geleceği hakkında önemli bir ipucu sunuyor: Mevcut koşullar altında, uluslararası aktörlerin çıkarları doğrultusunda, Ali Bayramoğlu bu sürecin önünde şu aşamada çok büyük bir "mayın" görmüyor ve süreci bozacak büyük bir engelle karşılaşılmayacağını umuyor. Ancak, uluslararası ilişkilerdeki çıkarların ve ittifakların dinamik yapısı göz önüne alındığında, bu umudun ne kadar süreceği, gelişmelerin nasıl bir seyir izleyeceği ve gelecekte dengelerin nasıl değişeceği ise zamanla ortaya çıkacak en büyük bilinmez olarak karşımızda duruyor.