Cumhuriyet'e Yönelik Görünmez Saldırının Şifreleri Çözülüyor!
İttihat ve Terakki'den bugüne uzanan köklü bir geçmişin, Cumhuriyet'in kuruluş mücadelesiyle nasıl iç içe geçtiğini ve bu mirasın günümüzde nasıl hedef alındığını şaşkınlıkla okuyacaksınız. Eski bir milletvekilinin sarf ettiği skandal sözler, asırlık bir
Türkiye'nin kadim topraklarında yankılanan her söz, atılan her adım, tarihin derinliklerinden gelen bir yankıyla günümüze ulaşır. Bugün sizlere sunacağımız bu detaylı haber makalesi, Cumhuriyetimizin kuruluş felsefesini ve "vatan fedaileri" olarak anılan o eşsiz kahramanların mirasını hedef alan, akıllara durgunluk veren iddiaların perde arkasını aralıyor. Bu, sadece bir haber değil, aynı zamanda Türkiye'nin ruhunda devam eden kadim bir mücadelenin, karanlıkta kalmış yönlerini gün ışığına çıkarma gayretidir ve hikaye, tahminlerinizin ötesinde bir boyutta ilerlemeye devam edecektir. www.avazturk.com olarak, bu tarihsel ve güncel hesaplaşmanın en hassas noktalarına dokunacak, okuyucularımızı gerçeğin en çıplak haliyle yüzleştireceğiz.
Tarih yaprakları 1889 yılını gösterdiğinde, birkaç vatansever Askeri Tıp Okulu öğrencisi tarafından kurulan İttihad-ı Osmani, daha sonra İttihat ve Terakki adını alacaktı. Bu isim, "birleşme ve gelişme" anlamına geliyordu ve ünlü Fransız düşünür Aguste Comte'dan esinlenmişti. Özellikle Rumeli'de, Selanik ve Manastır gibi merkezlerde hızla yayılan bu örgütün parolası "Hürriyet" idi. Genç subayların gözlerini yaşartan bu kutsal sözcük, çok değil on beş yıl sonra, 1908 devriminin özgürlük meşalesi ve sloganı haline gelecekti: "Yaşasın Hürriyet!". İşte bu vatan fedaileri, dışarıdan ve içeriden elbirliğiyle karalanmaya çalışılan, vatanı ve yoksul halkı savundukları için en aşağılık şekilde darağacına çıkarılmak istenen kahramanlardı.
Ancak bu devrimi başaran İttihatçılar, ne yazık ki iktidarı hemen ele geçirememişlerdi. Bu durum, Osmanlı'nın en utanç verici yenilgilerinden biri olarak tarihe geçen Balkan faciasının ve ardından gelen bir şeriat kalkışmasının yaşanmasına zemin hazırlayacaktı. Balkan Savaşı'nda, kayıtlara göre yaklaşık 5 milyona yakın Türk ve Müslüman, vahşice öldürüldü, tecavüze uğradı, yerinden yurdundan sökülüp atıldı. Bu dehşet verici faciadan kaçmayı başarıp, yarı ölü halde Anadolu'ya sığınabilenlerin sayısı ise yaklaşık 1,5 milyon civarındaydı. Edirne düşmüş, Trakya tamamen elden çıkmış, Rus ve Bulgar orduları İstanbul'un kapısına dayanmıştı. Hatta bu zaferin anısına ünlü "Ayastefanos Anıtı" bile dikilmişti. İngiltere ve Fransa'nın acil müdahalesi olmasaydı, İstanbul'un düşmesi an meselesiydi. Osmanlı'nın tarihe karışması, bu müdahaleyle sadece bir on sene daha ötelenmişti.
İşte bu kritik eşikte, İttihat ve Terakki, iktidarı devraldı. Yaptıkları ilk iş, orduyu gençleştirmek ve eğitmektir. Ve Balkan rezaletinden yalnızca üç yıl sonra, kurtuluşa giden yoldaki o muzaffer savaş, Çanakkale destanı kazanıldı!. Bu destansı zaferle birlikte, Türkiye Cumhuriyeti'ni yaratacak olan büyük devrimci, Mustafa Kemal gibi bir deha ortaya çıktı. O da bir İttihatçıydı. Enver Paşa'nın yönetimdeki bazı zaafları, günahları, hırsları ve zayıflıkları olsa da, İttihatçıların vatan savunması için kendilerini nasıl feda ettikleri gerçeğini değiştirmez. İstanbul'dan Ankara'ya taşınan silah ve yurtsever kadroları, Karadeniz'den Anadolu'ya akın eden silah yüklü takaları, Ege'nin, Batı Anadolu'nun kahraman efelerini göz ardı etmek ise hiç mümkün değildir. Onlar bu "son vatanın" fedaileriydiler. Sevgili Atilla İlhan da "Kim Kaldı" şiirinde, canlarını, kanlarını vatana feda eden o kahramanları, tam da layık oldukları şekilde anlatmıştı: "Laternalar sustu / sürahiler tenha / tek kibrit çakılmıyor / kim kaldı ittihat ve terakki’den / o jöntürkler ki – ‘hariçten / evrak-ı muzırra celbederlerdi’ / fedailer ki barut öksürürlerdi / sakal tıraşları mavi / kırmızı bıyıkları biber".
Ancak geçmişin bu şanlı fedailerine ve onların ortaya çıkardığı Türkiye Cumhuriyeti'ne yönelik, günümüzde de devam eden bir saldırı varlığını sürdürüyor. Yakın zamanda kamuoyunun gündemine oturan ve eski bir milletvekili olan Ahmet Hamdi Çamlı, bilinen adıyla "Yeliz Adaley", bu tartışmaları yeniden alevlendirdi. AKP'li Cumhurbaşkanı'nın eski şoförü olan bu zat, İstanbul'dan aday gösterilmiş, ancak Meclis'te gizlice çekim yaparak "Yeliz Adaley" takma adıyla paylaşımlar yaparken gerçek kimliği ortaya çıkınca bu isimle anılmaya başlanmıştı. Yaptığı gaflar, tarih bilmezliği ve argo konuşmalarıyla tanınan bu isim, aday gösterilmemesiyle "eski milletvekili" statüsüne düşmüş olsa da, dün yaptığı bir paylaşımla yeniden sahne aldı. Sözleri dehşet vericiydi: "Kadim bir geçmişe sahip asil millet ve büyük devlet, kanlı 1923 darbesiyle hesaplaşmadan ve helalleşmeden, yeni, terörsüz ve büyük devlet olma yolunda ilerleyemez! Bir düdük çalıp, yeni, onurlu ve beyaz bir sayfa açılmalıdır!".
Bu ifadeler, sadece bir "tarih bilmezlik" değil, durumun daha da vahim bir şuursuzluğa terfi ettiğinin ilanıydı. Kamuoyunun yoğun tepkisine rağmen, Cumhuriyet için "çamuriyet" ve "çamuristan" gibi ifadeleri kullandığı başka bir paylaşımda daha bulunması, bu durumu pekiştirdi. Soru şu: Cumhuriyete yapılan bu terbiyesizce saldırı nasıl bir karşılık bulacak?. Vatan fedailerinin kanlarıyla sulanan bu topraklarda, "birleşme ve gelişme" düsturuyla kurulan bu devletin, böylesine akıl almaz ve temelsiz iddialarla hedef alınması, bir dönüm noktasına işaret ediyor. Bu durum, sadece münferit bir açıklama değil; asırlardır süregelen bir mücadelenin, modern zamanlardaki en görünür yansımasıdır.
Peki, tarihini bu denli küçümseyen, fedailerin canı pahasına kurduğu devleti "kanlı darbe" olarak niteleyen bu zihniyet, gerçekten sadece "tarih bilmez" miydi? Yoksa bu, görünenin ardındaki başka bir gücün, görünmeyen bir elin fısıltısı mıydı? Asıl mesele, "Sultan-ı Evvel" hikayelerindeki gibi, tahtta oturanın değil, gerçekte ipleri elinde tutanların kim olduğudur. İttihat ve Terakki'nin "birleşme ve gelişme" hedefiyle, canlarını "son vatan" için feda edenlerin bıraktığı mirasın, bugün "çamuriyet" gibi ifadelerle hedef alınması, görünürdeki iktidarların arkasındaki esas hesaplaşmanın ipuçlarını veriyor. Bu, sadece bir söz dalaşı değil; vatanın ruhunda süregelen bir varoluş mücadelesinin, anlatıların ve tarih yorumlarının üzerinden devam eden görünmez bir saldırının ta kendisidir. Bu ülkenin gerçek fedaileri, canlarını feda ederken, "görünen gücü konuştur, görünmeyenle hükmet" felsefesinin, çağlar boyunca nasıl farklı maskelerle varlığını sürdürdüğünü belki de en acı şekilde deneyimliyorlardı. Bu haber, bizlere, fedailerin kanıyla kurulan bu kutsal vatanın, her dönemde, ama farklı araçlarla, yeniden ve yeniden hedef alınabileceğini, asıl tehlikenin ise bu görünmez ellerin sessiz ve sinsi manipülasyonlarında yattığını www.avazturk.com aracılığıyla bir kez daha gösteriyor.