Ekranınızdaki O Basit WiFi Simgesinin Ardında Saklanan Akıllara Duran Bir Mucize
Gündelik hayatımızın vazgeçilmezi internetin, okyanusların derinliklerinden çöllerdeki gizli kalelere uzanan nefes kesici yolculuğunu hiç merak ettiniz mi? Tek bir tıklamayla başlayan bu devasa veri trafiğinin ardındaki fiber optik ağları, dijital kaleler
Bugün internete bağlanmak, çoğumuz için sadece bir WiFi simgesine dokunmak veya mobil veriyi açmaktan ibaret gibi görünse de, bu basit eylemin ardında yatan gerçek, düşündüğümüzden çok daha karmaşık ve adeta bir mühendislik harikası. İzlediğimiz videolar, paylaştığımız fotoğraflar veya gönderdiğimiz her mesaj, ekranımıza ulaşmadan önce binlerce kilometrelik görünmez bir yolculuktan geçiyor. Bu inanılmaz sistemin nasıl işlediğini merak ediyorsanız, doğru yerdesiniz. www.avazturk.com olarak hazırladığımız bu özel haberde, internetin derinliklerine inerek sizi bekleyen çok daha büyük sırları ve şaşırtıcı gerçekleri öğrenmek için okumaya devam edin!
Peki, bu video tam da şimdi izlediğiniz video veya herhangi bir veri paketi, internetin milyarlarca parçası arasından sıyrılıp ekranınıza nasıl ulaşıyor? Video Anlatıcısı’nın değindiği gibi, her şey devasa bir veri merkezinde başlıyor. İnternette yaptığınız her eylem – bir video izlemek, bir fotoğraf paylaşmak ya da bir mesaj göndermek – aslında fiziksel olarak bir yerde gerçekleşiyor. Bu işlemleri işleyen, saklayan ve yönlendiren gerçek makinelerin topluca bulunduğu yerlere veri merkezleri deniyor. Ancak bu tanım sizi yanıltmasın; burası sıradan bir bilgisayar odası değil, aksine modern çağın dijital kaleleri gibi tasarlanmış, son derece ciddi ve korunaklı yerler. Video Anlatıcısı, Nevada çölünün ortasında kurulmuş, adı gibi kaleye benzeyen ve yaklaşık 3 milyon metrekarelik bir alanı kaplayan "Citadel Campus" örneğini veriyor. Bu, adeta minik bir şehir büyüklüğünde bir alan demek. İçeride binlerce sunucu 7/24 çalışarak sürekli veri işliyor, gönderiyor ve alıyorlar, tıpkı görünmeyen bir fabrika gibi. Bu kadar cihazın çalışması tabii ki müthiş bir ısı üretimine yol açtığından, içeride özel soğutma sistemleri bulunuyor. Elektrik kesintisi mi oldu? Hiç sorun değil, jeneratörler anında devreye giriyor. Bir saldırı riski mi var? Çelik duvarlar ve hatta elektromanyetik saldırılara karşı bile özel koruma sistemleri mevcut. Zira burada saklanan veriler, Video Anlatıcısı’na göre, belki de bir ülkenin altyapısından bile daha değerli olabiliyor. Bu videonun asıl evi de işte bu merkezlerden biri ve bu veriler genellikle SSD'lerde (katı hal disklerinde), yani sunucu adı verilen çok güçlü bilgisayarların hafızasında tutuluyor.
İnternetin çalışma prensibini anlamak için akla ilk gelen çözüm uydular gibi görünse de, Video Anlatıcısı bu yanılgıyı ortadan kaldırıyor. Bir veri paketinin veri merkezinden uyduya, oradan da geri inerek telefonunuza ulaşması kulağa mantıklı gelse de, gerçek çok daha karmaşık. Uydular dünyanın yüzeyinden yaklaşık 36.000 km yukarıda, ekvator çizgisi boyunca sıralanmış durumda. Bu da bir veri paketinin önce yukarı çıkıp sonra aynı mesafeyi geri inmesi, yani toplamda 72.000 km'lik bir yol kat etmesi anlamına geliyor. Bu kadar uzun bir yolculuk, özellikle anlık tepki gerektiren uygulamalar için kabul edilemez derecede yüksek gecikmeye (latency) neden oluyor. Bu yüzden internetin büyük bir kısmı hala yeryüzüne bağlı kalıyor.
Gerçek internet, yerin altında ve okyanusların dibinde uzanan inanılmaz güçlü fiber optik kablolarla taşınıyor. Düşünsenize, bu kablolar neredeyse tüm dünyayı bir örümcek ağı gibi sararak kıtaları birbirine bağlıyor. İçlerinden geçen veri, ışık darbeleri şeklinde iletiliyor ve bu ışık, saniyede 200.000-300.000 km hızla hareket edebiliyor. Yani veri, bu kablolar sayesinde ışık hızına yakın bir hızla size ulaşıyor, üstelik neredeyse hiç kayıp olmadan. Ancak bu kablolar öylesine denizin içine atılmıyor. Onları yerleştirebilmek için özel gemiler kullanılıyor. Bu gemiler, deniz tabanına "Plav" adı verilen pulluk benzeri dev bir cihaz indiriyor. Bu cihaz, okyanusun dibinde bir hendek açıyor ve fiber kabloyu o hendeğe yerleştiriyor. Bazı yerlerde kablolar toprağa gömülüyor, bazı yerlerde ise koruyucu kanalların içinden geçiriliyor. Çünkü Video Anlatıcısı’nın da belirttiği gibi, denizaltı düşündüğümüz kadar sakin bir yer değil; kablolar taşlara, basınca, akıntılara ve hatta köpek balıklarına karşı bile korunmak zorunda. Hatta bazı raporlara göre köpek balıkları bu kabloları ısırmayı seviyor bile olabilirler; belki de kablolardan geçen yüksek frekanslı sinyalleri hissediyorlardır, kim bilir? Bu devasa altyapıyı kurmak elbette kolay bir iş değil; yıllar süren planlamalar, dev bütçeler ve onlarca ülkenin onayı gerekiyor. İşin ilginç yanı ise, bu kabloların çoğunun artık özel şirketlere ait olması. Facebook, Google, Amazon ve Microsoft gibi dev teknoloji firmaları, veri günümüzün en değerli kaynağı olduğundan, kendi fiber hatlarını döşeyip yönetiyorlar çünkü kimse o kaynağın kontrolünü başkasına bırakmak istemiyor.
Peki, tüm bu veriler size nasıl ulaşıyor? İster WiFi kullanın ister mobil veri, fark etmez; eninde sonunda mutlaka bir noktada o görünmez fiber kablolara bağlanıyorsunuz. Fiber kablolar veriyi ışık sinyalleriyle taşıdığı için, ışık sinyallerinin telefonunuzla doğrudan anlaşması mümkün değil. İşte burada devreye modemler ve baz istasyonları giriyor. Onların içindeki özel optik alıcılar, ışığı alıp anlamlı elektrik sinyallerine çeviriyor. Sonra bu sinyaller ya Ethernet kablosuyla bilgisayarınıza ulaşıyor ya da radyo dalgalarına dönüştürülüp havadan telefonunuza gönderiliyor.
Ancak işimiz henüz bitmedi! Bu sinyallerin kime gideceği, kimin ne alacağı nasıl belli oluyor? İşte burada sahneye IP adresleri çıkıyor. Video Anlatıcısı’nın ifadesiyle, her cihazın internette bir adresi var, tıpkı ev adresi gibi. Adres olmazsa posta size ulaşamayacağı gibi, IP adresi olmadan da veri doğru kişiye ulaşamaz. Sizin telefonunuzun da bir IP'si var, izlediğiniz videoyu barındıran sunucunun da. Peki, size "122.250.28.180'e bağlandım" dense kim ne anlar? İşte bu yüzden biz insanlar alan adları (domain names) kullanıyoruz, mesela youtube.com gibi. Bu adresleri gerçek IP adreslerine çeviren bir sistem var: DNS (Domain Name System). Kısaca internetin telefon rehberi diyebiliriz ona. Siz tarayıcıya bir site adı yazdığınızda, DNS sunucusu devreye giriyor, hangi IP'ye gitmeniz gerektiğini buluyor ve sizi doğru adrese yönlendiriyor.
Veri nasıl mı geliyor? Her şey bir bütün değil, küçük küçük parçalara ayrılıyor, tıpkı bir yapboz gibi. Her parçaya paket deniyor. Bu paketlerin içinde sadece veri yok; gönderici ve alıcının adresi, sıradaki yeri gibi bilgiler de var. Bu paketler internette dolaşırken hep aynı yoldan gitmek zorunda değiller. Sistem, her paket için o an en hızlı ve güvenli yol hangisiyse oradan gönderiyor. Sonra hepsi sizin cihazınıza ulaşıyor, sıra numaralarına göre tekrar birleşiyor ve video bu şekilde başlamış oluyor. Ya bir paket eksik gelirse? Video Anlatıcısı’nın belirttiği gibi, hiç sorun değil; cihaz bunu hemen fark eder ve eksik parçanın tekrar gönderilmesini ister. Bu sistem sayesinde internet hem hızlı hem de oldukça dayanıklı çalışıyor.
Tüm bu iletişim belli kurallar çerçevesinde gerçekleşiyor ve bu kurallara protokol deniyor. Kimin neyi ne zaman nasıl göndereceği, bunların hepsi önceden belirlenmiş durumda. En yaygın olanı TCP/IP protokolüdür ve bu protokol veri paketlerinin sırayla, eksiksiz ve doğru şekilde iletilmesini sağlıyor. Ancak e-posta, canlı yayın, sesli arama gibi işler için başka protokoller de var; her biri farklı bir işin uzmanı gibi çalışıyor. Ve tüm bu sistemin başında bir düzenleyici var: ICANN adlı Amerika merkezli bir kurum. Bu kurum IP adreslerinin dağıtımını, alan isimlerinin kayıt işlemlerini ve genel internet protokollerini yönetiyor. Kısacası, Video Anlatıcısı’nın benzetmesiyle, koca internetin bir nevi nüfus müdürlüğü gibi düşünebiliriz; herkesin kimliği, adresi ve kuralları orada tutuluyor. Peki, tüm bu kadar şey neden Amerika'da toplanıyor? Video Anlatıcısı, ICANN'in aslında tüm internetin düzenini yöneten uluslararası bir yapı olduğunu ancak merkezi Amerika'da olduğu için bazı ülkelerin kendi alternatif sistemlerini kurmaya çalıştığını belirtiyor. Örneğin, Çin kendi DNS altyapısını oluşturdu, Rusya ise tamamen kendi ağına geçebilecek bir sistemi test etti. Yani ICANN bugün küresel internetin beyni gibi çalışsa da, bazı ülkeler bu beyni kendi kasasına almak istiyor diyebiliriz.
Artık biliyorsunuz: İnternete bağlanmak sadece ekrandaki WiFi simgesine tıklamaktan ibaret değil. O tıklamayla birlikte, Video Anlatıcısı’nın ifade ettiği gibi, dünyanın dört bir yanındaki sunucular harekete geçiyor, veri paketleri ışık hızında yola çıkıyor, okyanusların altından geçiyor, dağları, şehirleri, bazen kıtaları aşıyor ve en sonunda sizin ekranınıza ulaşıyor. İzlediğiniz her video, attığınız her mesaj aslında dev bir altyapının üzerinde yürüyor; görünmez ama çok gerçek, sessiz ama inanılmaz karmaşık. Ve sandığımızdan çok daha kırılgan... çünkü internet bir tür bulut değil. Video Anlatıcısı’nın vurguladığı gibi, o yerin altında saklı kablolardan, sinyallerden ve milyarlarca parçanın bir araya gelişinden oluşan dijital bir organizma. Ve işte en sarsıcı gerçek de tam burada yatıyor: Bu devasa ağın tek bir halkası koparsa, sadece sinyal değil, tüm dünya da bir anlığına durabilir. www.avazturk.com olarak umuyoruz ki bu kapsamlı haber makalesi, günlük hayatımızın vazgeçilmezi internetin gerçek doğası hakkında size yepyeni bir bakış açısı sunmuştur. Bu görünmez mucizenin kıymetini bir kez daha anlamanın heyecanını yaşayarak, bir sonraki keşif yolculuğumuzda görüşmek üzere...