Erdoğan'ın Şok Edici Kararı Türkiye'nin Kaderini Yeniden Yazacak!

Erdoğan'ın Şok Edici Kararı Türkiye'nin Kaderini Yeniden Yazacak!

2025 yılına özel hazırlanan bu derinlemesine Avaztürk haberinde, Türkiye'nin geleceğini kökten değiştirecek siyasi hamleler, ekonomik devrim ve yapay zeka ile şekillenecek yeni dünya düzeni tüm detaylarıyla ortaya çıkıyor. Kimsenin beklemediği büyük sır..

Türkiye'nin kaderini değiştirecek, uluslararası kulislerde fısıltıdan öteye geçen büyük bir sır perdesi aralanıyor. Milyarlarca doların ülkemize akışının şifreleri çözüldü, ancak bunun ardında yatan gerçek, sıradan bir siyasi hamleden çok daha fazlası. Bu makale, sadece yakın gelecekte Türkiye'yi bekleyen olağanüstü dönüşümleri değil, aynı zamanda küresel ölçekte insanlığın karşılaşacağı devrim niteliğindeki değişimleri de ele alıyor. www.avazturk.com olarak edindiğimiz bu çarpıcı bilgilerle dolu haberimiz, size okudukça heyecanınızı katlayacak ve her satırında yeni bir merak uyandıracak bir yolculuk vaat ediyor. Gelecek, hiç de tahmin ettiğiniz gibi olmayabilir; beklenen ve beklenmeyen tüm olasılıklar masaya yatırılıyor ve bu hikayenin devamı, okuyucuyu soluksuz bırakacak cinsten…

Son dönemde Türkiye ekonomisine ilişkin belirsizlikler sürerken, perdenin arkasında büyük bir ekonomik uyanışın sinyalleri veriliyor. Kaynaklardaki bir konuşmacının ifade ettiğine göre, Türkiye'ye son 15 günde devlet iç borçlanma senetleri satışından ya da yabancıların satın alımından yaklaşık 7 milyar dolar para girişi gerçekleşti. Ancak bu sadece bir başlangıç. Aynı konuşmacı, dünya genelinde halen güvenilir liman arayan, milyar değil trilyonlarca dolar bulunduğunu vurguluyor. Bu trilyonlarca doların sadece %2'si veya %3'ünün bile Türkiye'ye yönelmesi durumunda, Recep Tayyip Erdoğan iktidarının halkın desteğiyle bir kez daha sürdürülebileceği iddia ediliyor. Peki, bu devasa döviz akışının kapısını aralayacak kritik adımlar neler?

Kaynaklardaki değerlendirmelere göre, küresel sermaye, iş dünyası ve siyasetçilerin Türkiye'den beklentileri oldukça net ve bu beklentiler doğrultusunda bazı radikal değişiklikler çoktan yaşanmaya başladı bile. Konuşmacı, bu beklentilerin başında Erdoğan'ın öncelikle AKP genel başkanlığından istifasının geldiğini belirtiyor. Bu isteğin ardında yatan temel sebeplerden biri olarak, Recep Tayyip Erdoğan'ı kamuoyu karşısında "nefret objesi haline getiren" ve "despot bir görünüm kazanmasına sebep olan" Cimer'in başındaki Fahrettin Altun'un görevden alınması gösteriliyor. İbrahim Kalın ve Hakan Fidan'ın yurt dışı temaslarında, Fahrettin Altun'un yerine uluslararası ilişkilerde "akil bir iktidar yanlısı akademisyen" olarak tanınan ve Dışişleri Bakan Yardımcılığı görevini sürdüren Profesör Burhanettin Duran'ın geleceği bilgisini çok önceden paylaştıkları ifade ediliyor. Bu bilginin dünya genelinde sadece 5 dakika içinde yayıldığına dikkat çekiliyor. Ancak tek bir isimle sınırlı değil beklentiler; Ali Erbaş'tan da "temizlenilmesi" gerektiği, aksi takdirde dünya ülkelerinin Türkiye'nin "din devleti olma" endişesini taşıyacağı vurgulanıyor.

İşte bu noktada, geçmişten gelen adalet arayışları ve mevcut siyasi tutukluluklar devreye giriyor ve bu durum küresel sermayenin karar alma süreçlerinde önemli bir yer tutuyor. Kaynaklardaki konuşmacı, özellikle 17 ve 25 Aralık 2013-2014 tarihlerinde dört bakanın "suçüstü" yakalandığı rüşvet ve görevi kötüye kullanma soruşturmalarını hatırlatıyor. O dönemde Ahmet Davutoğlu'nun bakanların Yüce Divan'a gitmesi gerektiğini söylediği, ancak Erdoğan'ın bunu kabul etmediği belirtiliyor; bu durumun, Erdoğan'ın "suçüstü yakalanmış hırsızlarının yargılanmasını kabul etmediği" şeklinde yorumlanıyor. Öte yandan, Manavgat Belediye Başkan Yardımcısının rüşvet aldığı itirafı üzerine Özgür Özel'in "yargılayın, en ağır ceza mahkum olsun" dediği, ancak Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının "suçüstü yakalanma olmadığı halde" ve "somut bir tek delil bile olmadığı halde" iftiralarla cezaevinde tutulduğu çarpıcı bir şekilde dile getiriliyor. Bu çifte standardın uluslararası arenada Türkiye'nin demokrasi ve hukuk imajına ciddi zararlar verdiği ve döviz girişinin önündeki en büyük engellerden biri olduğu ima ediliyor. Aynı konuşmacı, rahmetli Adnan Menderes'in "despot" olmasına rağmen "para konusunda namuslu" olduğunu, zimmetine bir kuruş para geçirmediğini ve ölümünden sonra evinin dahi hacizle satıldığını örnek göstererek, mevcut iktidardakilerle karşılaştırıldığında büyük bir ahlaki uçurum olduğunu belirtiyor. Bu adaletsizliklerin giderilmesi, küresel sermayenin Türkiye'ye tam güven duyması için olmazsa olmaz koşullar arasında sayılıyor.

www.avazturk.com olarak bu derinlemesine analizde gözlemlediğimiz bir diğer önemli nokta, siyaset sahnesindeki dengelerin nasıl değiştiği ve bunun Türkiye'nin geleceği üzerindeki etkileri. Özellikle Devlet Bahçeli'nin "terörsüz Türkiye bir devlet politikasıdır, bu politikaları uygulamak ülkenin cumhurbaşkanının mükellefiyetidir" ve "Recep Tayyip Erdoğan'a ölmek var dönmek yok" gibi ifadeleri, hükümetin işine yararken, aynı zamanda siyasi dengelerde incelikli bir değişim sinyali veriyor. Özgür Özel'in "terörsüz Türkiye" söyleminden vazgeçmemesi için sürekli tebrik edildiği kaynaklarda açıkça belirtiliyor. Bu bağlamda, siyasi tutukluların serbest bırakılması beklentisi de öne çıkıyor. Kaynaklardaki konuşmacı, Fahrettin Altun'un gidişi ve Burhanettin Duran'ın gelişiyle birlikte, cezaevindeki siyasi tutukluların, gazeteci tutuklularının ve hatta Selahattin Demirtaş, Can Atalay gibi isimlerin tahliye olacağını "ilk defa temennisinin dışında müjdeleyerek" ifade ediyor.

Bu gelişmelerle paralel olarak, İmralı'dan gelen açıklamalar da dikkat çekici bir etki yaratıyor. Kaynaklarda, aylardır Öcalan'ın "devre dışı bırakılması" gerektiği yönündeki çağrıların nedeni açıklanıyor: CHP içindeki seküler milliyetçi kesimin, Öcalan'ın cezaevinden çıkması durumunda Türkiye'nin din devleti olacağı endişesini taşıması. Ancak Öcalan'ın, 7-8 dakika süren görüntülü video çekimlerinde İmralı'dan ayrılmak istemediğini söyleyerek "büyük bir sorumluluk örneği gösterdiği" belirtiliyor. Bu açıklamanın Özgür Özel'in, Devlet Bahçeli'nin ve Dem Parti'nin elini rahatlattığı, ancak Recep Tayyip Erdoğan'ın elini rahatlatmadığı ifade ediliyor, zira Erdoğan'ın Öcalan'ı Dem seçmenlerine karşı kullanma niyetinde olduğu düşünülüyordu. Tüm bu siyasi gelişmeler, Türkiye'nin umutsuzluk girdabından çıkış yolunu arayanlara cesaret veren bir tablo sunuyor.

Türkiye kendi iç dinamikleriyle bu büyük değişim rüzgarlarını hissederken, dünya da insanlık tarihinin en büyük devrimlerinden birine doğru hızla ilerliyor: Yapay Zeka Devrimi. Konuşmacının yapay zeka uzmanı yeğeni Emre Özeden ile yaptığı sohbette, Elon Musk'ın X.AI şirketi tarafından geliştirilen Grok isimli yapay zeka modeli detaylıca inceleniyor. Grok'un, Musk'ın iddiasıyla "daha özgürlükçü, komediye kaçan, eğlenceli" bir model olduğu belirtiliyor. Ancak Türkiye'de Grok'un "küfür etmesiyle" ünlendiği ve bunun sebebinin, yapay zeka modellerinin verdiği bilgiyle eğitilmesi ve öğrendiklerini tekrarlaması olduğu açıklanıyor. Emre Özeden, Grok'un Türkçe özelinde, sosyal medyada sıklıkla kullanılan küfürlü dilden öğrendiklerini yansıtarak aslında Türkiye'nin "iletişim sorununu yüzümüze vurduğunu" vurguluyor. Türkçe kaynakların azlığı ve ironilerin tespitindeki zorluklar, Grok gibi modellerin Türkçe'deki öğrenme derinliğini etkiliyor.

Sohbette, yapay zekanın sadece bugünkü halinden ibaret olmadığı, Yapay Genel Zeka (AGI) ve Yapay Süper Zeka (ASI) gibi kavramlara doğru ilerlediği de belirtiliyor. Yapay Genel Zeka'nın, insanın yapabildiği her şeyi insan seviyesinde kendi kendine öğrenebilen bir model olacağı ve 2-3 yıl içinde gelmesinin beklendiği vurgulanıyor. Yapay Süper Zeka ise "insanın ötesinde bir öğrenme ve çalışma yeteneği" olarak tanımlanıyor. Bu dönüşümün, önümüzdeki 30 ila 50 yıl içinde çalışma hayatını kökten değiştireceği ve hatta "meslek olmayacağı", insanların sadece makine ve bilgisayarların ürettiği bir dünyada yaşayacağı gibi iddialar tartışılıyor. Bu gelecekte, paranın ve satın alma ihtiyacının ortadan kalkacağı, çünkü makinelerin her şeyi üreteceği ve insani ihtiyaçların doğrudan karşılanacağı bir "ihtiyaç ekonomisinden çıkış" senaryosu dile getiriliyor.

Bu ütopyanın (veya distopyanın) etik ve felsefi tartışmaları da beraberinde getirdiği belirtiliyor. Finans kapitalin (730 trilyon dolar) üretim gücüne (110 trilyon dolar) ne kadar izin vereceği, ekonomik dönüşümün nasıl sağlanacağı gibi büyük sorular da bu bağlamda ele alınıyor. Hollywood'un yıllardır "birkaç şirketin veya devletin dünyaya hükmedeceği, robotların insanlığı ele geçireceği" gibi distopik senaryoları empoze ettiğine dikkat çekilirken, yapay zekanın aslında sadece bir "araç" olduğu vurgulanıyor. Uzman, insanların kuşları taklit etmekten vazgeçip jetleri geliştirmesi gibi, yapay zekanın da insan öğrenme tekniğini taklit etmekten vazgeçtiğinde Yapay Süper Zeka'ya ulaşımın hızlanacağını ileri sürüyor. İnsanların "bir bütünün parçası olmayı" öğreneceği, beyin dalgalarıyla bilgisayarları kontrol etme gibi gelişmelerle insanların bulut sistemlerinin birer üyesi haline geleceği, hatta çip takmaya gerek kalmadan kablosuz sistemlerle internete bağlanacağı gibi fütüristik öngörüler paylaşılıyor. Bu, sanayi devriminden çok daha büyük, dinozorların ortadan kalkıp insanlığın yeniden doğuşuna benzetilebilecek bir devrim olarak nitelendiriliyor. Son olarak, yapay zekanın siyasi veya ideolojik bir eğilime sahip olup olamayacağı sorusuna, yapay zekanın eğitildiği verilerle şekillendiği, ancak belirli bir seviyeden sonra kendi yorumlama yeteneği kazandığı ve "kara kutu" olarak nitelendirilen sinir ağlarının stokastik (olasılıksal) çalışması nedeniyle her zaman aynı cevabı vermeyebileceği, dolayısıyla sosyalist de kapitalist de olabileceği belirtiliyor.

Peki, Türkiye'nin bu karmaşık ve heyecan verici değişimler çağındaki nihai kaderi ne olacak? Konuşmacının dile getirdiği gibi, "umutsuz yaşanmaz." "Nefes aldığın sürece yaşıyorsun, yaşadığın sürece umut var demektir" felsefesiyle, Türkiye'nin geleceği için büyük bir iyimserlik yayılıyor. Saros Kamuoyu Araştırma şirketinin son anketine göre, her 10 kişiden yedisinin Erdoğan'ın bir daha cumhurbaşkanı olmasını istemediği gerçeği, kamuoyunun net bir değişim talebini ortaya koyuyor. İşte bu talepler ve küresel beklentiler doğrultusunda, www.avazturk.com olarak ulaştığımız en çarpıcı bilgi ve tahmin:

Recep Tayyip Erdoğan'ın bu yaz döneminde, cumhurbaşkanlığından değil, AKP genel başkanlığından istifa etmesi bekleniyor. Konuşmacı, bunun Türkiye Cumhuriyeti'nin gelecekteki yıldızını parlatmasındaki "ilk ve en önemli adım" olduğunu üstüne basa basa söylüyor. Bu kritik istifanın gerçekleşmesi durumunda, cezaevlerindeki siyasi suçluların, siyasi tutukluların, siyasi hükümlülerin ve gazetecilerin hepsinin tahliye olacağı belirtiliyor. Ve işte bomba tahmin: Ekrem İmamoğlu ve cezaevindeki arkadaşları tahliye olduğu gün, doların tekrar 40 liranın altına düşmemesi durumunda, konuşmacı "hiçbir şey bilmiyorum" diyerek iddialı bir taahhütte bulunuyor. Bu, Türkiye ekonomisinde "olağanüstü bir rahatlama" yaşanacağının en güçlü işareti olarak görülüyor. Konuşmacının tahmini sadece bununla da sınırlı değil: Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olarak 2028'e kadar kalacağı, ancak AKP genel başkanlığından istifa ettikten bir müddet sonra meclise cumhurbaşkanlığı yetkilerinin kaldırılması yönünde bir kanun teklifi sunarak "temsili bir cumhurbaşkanı" olarak kalan 3 senede görev yapacağı öngörülüyor. Alternatif olarak ise, muhalefetin Erdoğan'ı yargılamak istemediği ve erken seçime gidip parlamenter sisteme dönme talebiyle Erdoğan'ın AKP genel başkanı olarak seçime girip başbakan olabileceği bir senaryo da masada. Türkiye, tarihindeki en büyük dönüm noktalarından birinin eşiğinde duruyor ve bu beklenen istifa, sadece bir siyasi hamle değil, ülkenin kaderini ve ekonomik geleceğini baştan yazacak bir devrimin ilk kıvılcımı olarak tarihe geçebilir.