Futbol Ekonomisi Beklenenden Çok Daha Farklı İşliyor
Profesyonel futbolun devasa ekonomik boyutunu, taraftarların maliyetini, kulüplerin borç sarmalını, gelir kaynaklarını ve Türk futbolunun kendine özgü zorluklarını detaylandıran derinlemesine bir analiz.
Profesyonel futbol, günümüzde 40 milyar dolarlık devasa bir sektör haline gelmiş durumda ve bu büyüme, gözlerimizin önünde kontrolsüzce gerçekleşiyor. Ancak bu ekonomik genişlemenin faturasını en çok taraftarlar ödüyor. Stadyumlar büyüse de, sıradan taraftarlar ya tribünün ücralarına ya da tamamen stadın dışına itiliyor. Formalar eskisinden çok daha pahalı, hatta maça giderken bir zamanlar yenen seyyar köftenin yerini yüksek fiyatlı stad büfeleri almış durumda. Taraftar olmanın bedeli dünya genelinde artıyor, çünkü kulüpler, taraftarları gönülden bağlı olsalar da, en nihayetinde birer müşteri olarak görüyor. Şirketler gibi davranan kulüpler de, fırsat buldukça fiyatları artırıyor. Futbol tüketicisi adeta sürekli sağılan bir inek gibi hissediyor. Örneğin, 2000 yılında 40-50 lira civarında olan en düşük bilet fiyatı, bugün 1.000 liraya kadar yükselmiş durumda, bu da yaklaşık 20 katlık bir artış anlamına geliyor. Ateşli taraftar grupları, kapalı tribünlerden kale arkalarına doğru adeta sürülüyor. Yeni yapılan stadyumlarda 80'ler ve 90'lardan farklı olarak zenginlere ve ultra zenginlere ayrılmış özel bölümlerin varlığı dikkat çekiyor.
Futbolun endüstrileşmesi sadece tribünleri değil, sahanın içini de doğrudan etkiliyor. Evet, hala maçları daha fazla gol atan takım kazanıyor, ancak kupaları genellikle daha fazla para harcayan takımlar müzelerine götürüyor. Bu durum, kulüpleri sürekli bir borçlanma yarışının içine itiyor. Sezonun gerçek kazananları ise genellikle faize borç veren bankalar, yayıncı kuruluşlar ve bahis oynatan şirketler oluyor.
Kulüplerin beş temel gelir kaynağı bulunuyor: maç günü satışları, yayın ve yasal bahis gelirlerinden alınan pay, sponsorluklar, transferler ve markalı ürün satışları. Sportif başarı gösteren büyük kulüpler bu alanların hepsinde daha avantajlı konumda. Maç günü satışları daha fazla artıyor, sponsorluklardan daha yüksek pay alıyorlar, daha fazla forma ve ürün satıyorlar ve yayın/bahis gelirlerinden daha büyük pay elde ediyorlar. Transferler ise hem sportif başarı getiriyor hem de oyuncunun değeri artarsa kulübe finansal kazanç sağlayabiliyor. Ancak bu büyük transferleri yapmak veya yeni tesisler inşa etmek, stadyumları büyütmek gibi yatırımlar için bankaların kapısını çalmak gerekiyor. https://www.avazturk.com adresinde de spor ekonomisiyle ilgili benzer analizlere rastlamak mümkün olabilir. Böylece, futbolda da tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi, başarı genellikle başarıyı getiriyor. Mega kulüpler ile şehir takımları arasındaki fark hızla açılıyor. Özellikle 2010 sonrası, belirli kulüplerin liglerindeki diğer takımları bariz şekilde ezdiğini görüyoruz. Almanya'da Bayern Münih, Fransa'da Paris Saint-Germain, İspanya'da Real Madrid ve Barcelona, Türkiye'de ise uzun yıllardır aynı üç büyük kulüp diğerlerine karşı üstünlük kurmuş durumda.
Futbol ne kadar endüstrileşse de, onu diğer sektörlerden ayıran temel bir fark var: sahanın içindeki rekabetin kendisi. Ligdeki ekipler arasındaki bu denli büyük farkın açılması, daha maç başlamadan sonucunu neredeyse kesin olarak öngörebildiğimiz bir duruma yol açıyor. Bu da bir zamanların "güzel oyunu"nu izlemeye değer olmaktan çıkarabilir. Hatta, seyirci sayılarındaki düşüşler bu durumu doğrular nitelikte olabilir. https://www.avazturk.com gibi yayın organlarında da bu konunun işlendiğini görebilirsiniz. Takımı için para harcayan aktif taraftar kitlesi, özellikle Türkiye'de uzun yıllardır 2,5 milyon abone bandında takılı kalmış durumda. Nüfus artışına rağmen bu sayının yıllar içinde 4-5-6 milyonlara çıkması beklenirdi.
Futbol her zaman bugün karşımızdaki bu devasa sektör değildi. Çocukken teneffüslerde kendi aramızda oynadığımız futbol kadar masum bir yanı da vardı bu sporun. Modern futbol da aslında okullarda doğdu. Öte yandan, çocukluğumuzdaki gibi saf olmasının yanı sıra, ekonomik gerçeklikler ve sınıfsallıkla da iç içe geçmişti. Orta Çağ'dan beri çeşitli formlarda toplu sporlar oynanıyordu. Şehirleşme ve sanayileşme, büyük şehirlerde ciddi bir alan problemine neden oldu. Sanayi Devrimi Avrupa'sında, 1800'lerde işçi çocukları futbol oynayacak saha bulmak şöyle dursun, kendileri fabrikalarda çalıştırılıyordu. Çok varlıklı ailelerin çocukları ise gittikleri okulların bahçelerinde topun bazen elle taşındığı, bazen tekmelendiği bir spor oynuyorlardı. Ancak her okulun kendi kuralları vardı. Bu çocuklar büyüyüp Cambridge Üniversitesi'ne gittiler ve burada futbolun kuralları yazıldı. Üniversiteden mezun olduktan sonra bu oyunu oynamaya devam etmek istediler ve 1860'larda birbirlerine karşı mücadele edecek futbol kulüpleri kuruldu. İlk futbol federasyonu ise 1863 yılında kuruldu. Bu yıllarda örgütlü işçi hareketi önemli kazanımlar elde etmeye başlıyor, en azından bir öğleden sonra dinlenip eğlenecek vakit bulabiliyordu. İşçiler bu vakitlerini futbol oynayarak veya izleyerek değerlendirdiler. Artık futbol maçlarını binlerce kişi izliyordu ve bu sayı hızla artıyordu.
Futbol hala amatördü, oyuncular para almıyordu. Ancak kulüpler, madem insanlar izleyip eğleniyordu, neden para vermesinler diye düşündü. 1870'lerde maçlara girişlerde para alınmaya başlandı. Oyunculara, yani mesleklerinin yanı sıra futbol oynayanlara para vermek hala yasaktı. Ancak sahada başarılı olmak, daha fazla taraftar ve dolayısıyla daha fazla para demekti. Bu yüzden masa altından oyunculara para ödeyerek daha iyi oyuncuları transfer etme dönemi başladı. Cambridge mezunu varlıklı oyuncuların paraya ihtiyacı yoktu, ama işçiler için bu spor fabrikadaki mesailerinden kesinti demekti. Sakatlandıklarında ne olacaktı? Maaş talep ediyorlardı. Kulüpler yasa dışı olarak bunu yapıyordu, ancak bu o kadar yaygın hale gelmişti ki, 1885 yılında bu ödemeler yasal hale geldi ve futbol profesyonelleşti. Bu tarihten sonra, en fakir ailelerden gelen çocuklar için futbol bir kurtuluş kapısına dönüştü. Futbol kulüpleri şirketleşmeye başladı ve yerel sponsorluklarla gelir kaynaklarını genişlettiler.
Futbol önce Avrupa'ya yayıldı. 1904'te uluslararası düzenden sorumlu FIFA kuruldu. I. Dünya Savaşı'nın ardından "İngiliz oyunu" olarak doğan spor tüm dünyaya yayılmıştı. Televizyonların evlere girmesiyle maçları milyonlar izlemeye başladı. Yayın hakları, futbol ligleri ve kulüpler için en önemli gelir kalemi haline geldi ve hala da öyle. Kulüpler başarılı oldukça, hem stadyumda hem televizyonda daha çok izleniyor, popülariteleri artıyordu. Kulüpler, yani şirketler, bunu her koldan paraya çevirmeye çalışıyordu: formalara ve stadyumlara sponsorluklar, forma, şapka, atkı gibi markalı ürün satışları. Kazandıkları parayı ise daha iyi futbolcuları transfer etmeye harcıyorlardı ki daha başarılı olsunlar. Bu döngü sayesinde futbol endüstrisi, yuvarlanan bir kartopu gibi büyümeye başladı. 1950'lerde küresel hacmi 100 milyon doların altında olan futbol endüstrisinin büyümesi, televizyonun sahneye çıkması ve futbolun Avrupa'dan dünyaya yayılmasıyla ivme kazandı.
1992 yılı, futbol ekonomisi için bir kırılma noktası olarak kabul edilebilir. Premier Lig'in tüzel kişilik olarak kurulduğu, Şampiyonlar Ligi'nin UEFA tarafından markalaştırıldığı ve özel televizyonların girişiyle medya gelirlerinin patladığı bir döneme girildi. 2010'lara gelindiğinde, 90'larla hiç alakası olmayan bir gelir seviyesi ve futbol endüstrisi ile karşı karşıyaydık. 1992'den sonra küresel futbol endüstrisi, aynı zamanda milyonlara hitap eden markalar için önemli bir pazarlama aracı haline geldi. Yayın gelirleri katlandı ve 2010 yılına geldiğimizde 20 milyar dolara ulaştı. Bugüne kadar da her yıl ortalama 1 milyar dolar büyümeye devam etti. Günümüzde ise ulusal varlık fonları, Körfez ülkeleri zenginleri, Rus oligarkları ve hatta yatırım fonları, futbol kulüplerini, yani şirketleri, birer yatırım aracı olarak görüyor. Özellikle 2003'ten itibaren petro-doların futbola ciddi bir girişi oldu. Roman Abramovich'in Chelsea'ye gelişi, Manchester City, Paris Saint-Germain ve şimdi Newcastle United bu durumun örnekleri. İkinci bir faktör ise, Kuzey Amerika'da takım alamayan hevesli Amerikalıların Avrupa futboluna yönelmesi. Gelecek sezon Premier Lig'deki 20 takımın yarısından fazlasının Amerikalı patronlara ait olması bekleniyor. Bu yıl Real Madrid, yıllık geliri 1 milyar euroyu aşan ilk kulüp oldu.
Büyük futbol kulüpleri devasa paralar kazansa da, birçoğu ciddi anlamda borç içinde. Hatta borçlar ve gelirler genellikle el ele ilerliyor. Roma, Atletico Madrid, Inter Milan, Manchester United gibi kulüplerin yarım milyar euroyu bulan borçları varken, rekordmen Barcelona'nın borcu neredeyse 3 milyar euro. Peki, bu kadar para nereye gidiyor? Sportif başarı, bir kulüp için gelirlerini artırmanın en önemli boyutu. Çünkü liglerin bahis ve yayın gelirlerinden topladığı para, ligdeki ekiplere bir başarı katsayısına göre dağıtılıyor. Bu da kulüplerin en önemli gelir kalemlerinden biri. Dolayısıyla, kulüplerin en büyük harcama kalemi oyuncu maaşları. Tüm giderlerinin yaklaşık %60 ila %80'i oyuncu maaşlarına gidiyor. Kulüplerin borçlanmasının %90'ı zaten transfer kaynaklı. Oyuncuların aldığı ücretler son 25-30 yılda 30-40 kat artmış durumda. Oyuncu maaşlarının bu kadar yüksek olmasının birkaç sebebi var. Bunlardan biri, serbest piyasa terimleriyle "arz-talep" dengesi olarak değerlendirilebilir. Ünlü bir futbolcu olmak isteyen on milyonlarca insan var, çocukluklarından beri bunun için çalışıyorlar. Altyapı, genç ligler, alt ligler, üst ligler, şampiyonluğa oynayan takımlar derken, orantısal olarak çok az bir kısım dev kulüplerde oynayabiliyor. İktisatçı Daniel Cohen'in "Halk kitlelerinden gelen genç insanların milyarderleri kazıklayabildiği tek sektör futboldur" diye bir sözü var. Çünkü gerçekten ünlü futbolcular genellikle halk çocuklarıdır, tırnaklarıyla kazıyarak o noktaya gelirler. Ama futbol kulüplerinin sahipleri milyarderlerdir ve futbolcular onlarla pazarlıkta belki de avantajlı olan tek halk çocuklarıdır.
Dünyada bu dev kulüplerde olmasa bile, üst liglerde oynayarak anlamlı para kazanabilen birçok futbolcu var. Ancak şunu unutmamak lazım, üst liglerde bir futbolcunun ortalama kariyer süresi yalnızca 8 yıl. İsmini bildiğimiz futbolcular, sakatlanmazlarsa, en fazla 8-10 yıl kadar bu seviyede maaş kazanabiliyorlar. https://www.avazturk.com da bu tür istatistiksel bilgileri işleyebilir. Manchester United'ın son 10-15 yılı, sportif başarının kulübün maddi sürdürülebilirliği açısından ne denli önemli olduğunu gösteren küçük çaplı bir örnek sunuyor. 2013 yılında efsane teknik direktör Sir Alex Ferguson 27 yıllık mesaisinin ardından ayrıldığında, kulübün başkan vekili Ed Woodward, sonradan çok pişman olacağı "ekonomik olarak başarılı olmamız için devamlı kazanmamıza gerek yok" açıklamasını yaptı. Ferguson'dan sonraki 12 yılda United hiç şampiyon olamadı, 7. sırayı gördü ve son sezonu 15. bitirdi. Yani denklemin ilk ayağı olan sportif başarı çökmüştü. Bu dönemde kulübün yayın gelirleri azaldı, borçları 1 milyar doları aştı. Hatta yakın zamanda bir Avrupa kupası finalini kaybetmenin kulübe maliyeti 115 milyon dolara ulaştı ve hisseleri 200 milyon dolarlık bir darbe aldı. Manchester United, futbol kulüplerinin finansal başarısı için saha içi başarının vazgeçilmez olduğunu tüm dünyaya göstermiş oldu.
Şirketleşen kulüplerin amacı gelirlerini artırmaksa, bir başka temel gelir kalemi olan maç günü satışlarından bahsetmek gerekiyor. Bilet ve stadyumdaki diğer satışları artırma motivasyonuyla birçok kulüp stadyumlarını yeniliyor veya büyütüyor. Bu da kulüplerin bir diğer önemli harcama kalemi. Premier Lig'de takımların yaklaşık yarısının yeni stadyum inşa etme veya mevcut stadyumlarını geliştirme hamlesi içinde olduğu belirtiliyor. Çünkü günlük maç gelirleri hala önemli bir gelir kalemi. Bilet ve maç günü gelirleri toplam gelirlerin yaklaşık üçte birini oluşturuyor. Örneğin, Manchester United şimdi 2,5 milyar dolarlık bir stadyum yapmak istiyor, Barcelona da stadyum projesini tamamlamak durumunda. Kulüpler, stadyum kapasitelerini artırıp koltuk başına geliri maksimize ederek daha fazla gelire ulaşmayı hedefliyorlar. Bu inşaat furyasının kaybedeni ise yine taraftar, kazananı ise bankalar oluyor. Taraftar kaybediyor, çünkü kulüpler bilet fiyatlarını artırıyor, VIP gibi kategoriler ekliyor ve bunların toplam koltuklardaki payını artırıyor. Bankalarsa mutlu, çünkü bu tarz büyük altyapı projeleri için finansman bankalardan sağlanıyor ve bu da büyük borçlar alınacağı anlamına geliyor. Bankalar bunun karşılığında milyonlarca dolarlık faiz ve hatta kulübün yayın gelirlerinden pay alıyor. Böylece bankaların futboldaki etkisi de artıyor. https://www.avazturk.com'da da bankaların spor finansmanındaki rolü ele alınabilir.
Futbolda Avrupa genelinde yaşanan problemlerin, Türkiye'de bir krize dönüştüğü görülüyor. Kontrolsüz borçlanma, bahis ve yayın tekelleri, dört büyüklerle Anadolu kulüpleri arasındaki hem sportif hem de maddi farkın açılması Türkiye'deki temel sorunlardan bazıları. Kulüplerin birikmiş zararı bulunuyor. Özellikle Türkiye'deki halka açık dört büyük kulübün sürekli zarar ettiği, yani faaliyet zararı verdiği belirtiliyor. En azından bir faaliyet karı hedefi güdülmesi gerektiği ifade ediliyor. Transfer ve maaş giderleri euro cinsinden iken, gelirleri TL olan Türk kulüpleri açısından TL'nin değer kaybetmesi, zaten iç açıcı olmayan mali tablolarını daha da kötüleştiriyor. Türkiye'de birçok kulüp düşük faiz döneminde borçlandı, ancak artık dünyanın en yüksek ikinci politika faizine sahibiz. Kulüpler bu borçlardan çıkmak istiyor.
2021 yılında Bankalar Birliği ile Türkiye'nin halka açık dört büyük kulübü arasında 8,4 milyar lira büyüklüğünde bir finansal yeniden yapılandırma sözleşmesi imzalanmıştı. Ancak her yıl zarar açıklayan kulüpler, bir de üzerlerine binen faizlerle borçlarını ödeyebilecek durumda değiller. Bu yüzden, özellikle dört büyükler, sermaye artırımı veya hisse satışı yoluyla borçlarını ödemek için adeta bir yarış içinde. Eğer finansal denge sağlanamazsa, yani finansal sürdürülebilirlik yoksa ve borçlanma gelirin çok üzerindeyse doğal olarak zarar oluşur. Zarar da bir süre sonra öz sermayeyi, öz kaynakları eritir. Öz kaynakların erimesi, sportif performans anlamında futbol kulübünün küçülmesi anlamına gelir. Bu da sportif performansı olumsuz etkiler. Sportif performans düştükçe mali performans düşer, mali performans düştükçe sportif performans daha fazla düşmeye başlar; böyle bir fasit daire ortaya çıkıyor. Bankalar Konsorsiyumuna borcunu ilk ödeyen Trabzonspor oldu. Geçtiğimiz aylarda Galatasaray aynı hamleyle borcunu yarıya indirirken, Beşiktaş da bedelli sermaye artırımı başvurusuyla benzer bir metodu denedi ve buradan gelecek parayla banka borçlarının tamamını kapatacağını açıkladı. Fenerbahçe de yakın zamanda hisse satışı gerçekleştirerek elde edilecek gelirin banka borçlarına gideceğini duyurdu.
Kamu kaynaklarından profesyonel futbola aktarılan gelirler veya diğer yardımlar da söz konusu. Bu alanın profesyonel bir alan olduğu ve kamu yararına olmadığı, kamunun ilgilendiği ancak kamu yararına bir durum teşkil etmediği savunuluyor. Kamu kaynaklarının (arazi, kredi, vergi indirimi vb.) profesyonel kulüplere aktarılmasına karşı çıkılıyor. Profesyonel kulüplerin kendi başlarına çözüm bulmaları, harcamaları fazlaysa kısmaları gerektiği belirtiliyor. Bu sorumluluğun halkın bütünü tarafından taşınmasına gerek olmadığı ifade ediliyor. Yetiştiricilikle ilgili katkılar yapılabileceği, ancak profesyonel taraf için devlet desteğinin uygun olmadığı düşünülüyor. Devlet bankaları da futbol kulüplerinin toplumsal karşılığını gözeterek borçlarını erteleyebiliyor, ancak bunun sürdürülebilir olmadığı aşikar. https://www.avazturk.com'da da bu tür kamu harcamalarının spor kulüplerine etkisi tartışılabilir.
Türkiye'de kulüplerin yıllık geliri ortalama 25-26 milyar lira civarında. Kulüplerin toplam konsolide borçları ise 51-52 milyar lira civarında. Bu da yaklaşık gelirin 2 katı civarında bir borçlanma olduğunu gösteriyor. Karşılaştırmak gerekirse, Premier Lig'de borçların gelirlere oranı %500'e ulaşabiliyor. Ancak Premier Lig hariç diğer Avrupa merkez liglerinde bu oran %65-66 civarında. Yani Türkiye'de borçluluk oranı oldukça yüksek. Futbol kulüpleri mali bağımsızlıklarını sağlayamadıkları için, büyük kulüpler devlet bankalarına, yerel kulüpler ise yerel siyasete muhtaç kalıyor. Bu durum, futbolun siyaset tarafından kuşatılmasına yol açıyor. Futbol kulüpleri, özellikle Türkiye'de, futbolun sahibi değil, futbol sırtından yaratılan ekonominin yönetilmesi ve kendi geleceklerini belirleme hakkına sahip değiller. Futbol Federasyonu da siyasetin çok fena etkisi altında.
Dört büyükler, hem borcun hem de gelirin büyük kısmına sahip. Borca dayalı büyüme sistemiyle kupalarına kupa eklerken, Anadolu kulüpleri ile aralarındaki farkı açıyorlar. 50 milyar liralık borcun %90'ı dört kulübe ait. İstanbul kulüpleri ile Anadolu kulüpleri arasında çok ciddi bir uçurum var. Bu da, dev transfer bütçelerine sahip dört büyüklerle mücadele eden Anadolu takımlarının işini zorlaştırıyor. Anadolu takımları, yayın geliri paylarını artırmak için çetin bir mücadeleye giriyor ve büyük maddi riskler almaya zorlanıyor. Mevcut gelirleri bu düzeyde olmayan ve milyonlarca taraftarı olan kulüpler kadar rahat borç sağlayamayan kulüpler, yerel siyasetten ve belediyelerden büyük maddi yardımlar alma mecburiyetinde kalıyor. https://www.avazturk.com gibi sitelerde de Anadolu kulüplerinin yaşadığı bu zorluklar sıkça gündeme geliyor.
Türkiye'de kulüp borçlarının gelirlere oranı yüksek, peki bunun karşılığını alabiliyor muyuz? Borç-başarı dengemiz ne durumda? Avrupa kupalarının 70 sezonunda yaklaşık 180 Avrupa finali oynanmış durumda. 360 finalistin sadece biri bugüne kadar Türk takımı oldu. Bu harcamanın ve çabanın bir karşılığı olması gerektiği, Türk futbolseverleri olarak bunu talep etmenin hak olduğu belirtiliyor. UEFA raporuna göre Türk futbolunun geliri yaklaşık 545 milyon euro civarında. Türk futbol gelirleri son 25 yılda 12-13 kat artarken, sportif performansımız düşmeye başlamış. 2000 yılında UEFA sıralamasında 7. sıraya, FIFA sıralamasında ise 8. sıraya kadar çıkmışız. Bugün milli takımlar bazında 30 ile 40 arasında gidip geliyoruz. Yani parasal gelir yukarı yönlü giderken, sportif performans ters yönde gitmiş. Türk futbolunun temel çelişkisi, temel problemi budur: gelirler artarken sportif performans düşüyor. Bunun üzerine kafa yormamız gerektiği vurgulanıyor.
Avrupa liglerinde olduğu gibi, Türkiye'de de yayıncı kuruluşlar ve yasal bahis şirketleri gelirlerinin bir kısmını liglere aktarıyor. Ligler de bu geliri başarı sıralamalarına göre kulüplere paylaştırıyor. Bu anlamda dört büyükler avantajlı konumda. Ancak Türkiye'de şöyle bir fark var: yayın ve bahis konusunda birer tekele sahibiz. Günümüzdeki naklen yayın gelirleri, 2000 yılında Türk futbol kulüplerinin toplam naklen yayın gelirlerine neredeyse eşit. Aradan geçen 25 yılda Avrupa'da yayın gelirleri 7-8 kat artarken, Türkiye'de önemli bir artış söz konusu değil. Bunun sebebi, yayıncı kuruluşun futbol kulüpleriyle serbest bir pazarlık veya ihaleyle belirlenmemesi, siyasetin güdümünde belirli bir şirkete ihale ediliyor olması. Futbol kulüpleri esasen oyunun sahibi olmalarına rağmen bu durumda ses çıkaramıyor. Verilen paranın yarısı döviz üzerinden, yarısı TL üzerinden ödeniyor. TL'nin sürekli değer kaybetmesi de kulüpler için finansal bir darbe oluşturuyor. Kısacası, siyasetin çok ciddi etkisi var ve öncelikle siyaseti futbolun dışına itmek gerekiyor. https://www.avazturk.com da futbol ve siyaset ilişkisine dair önemli haberler sunmaktadır.
Yasal bahis konusundaki tekel de benzer şekilde kulüplerin maddi durumuna zarar veriyor. Dünya genelinde yasal bahis sektöründe lisanslı şirketler rekabet halindeyken, Türkiye'de yasal bahis sektörü Gençlik ve Spor Bakanlığı'na bağlı Sport Toto tekelinde. Ancak Demirören Holding 2019'da bakanlıkla 10 yıllık bir anlaşma imzalayarak bahis işini üstlendi. Esas spordan beslenen bu sektörün tekrar spora ne kadar para aktardığına bakıldığında, bu oran binde 5 ile yüzde 1'in altında kalıyor. Yani spordan beslenip spora çok fazla faydası olmayan asalak bir sektör olduğu ifade ediliyor. Türkiye'de ilk İddaa ile yasal bahis gündeme geldiğinde, spor kulüplerinin buradan aldıkları pay %5 ile %7 arasındaydı. Zaman içerisinde Sport Toto Teşkilat Başkanlığı ve yeni düzenlemelerle bu pay önce %2'ye, 2022'den bu yana ise binde yarım civarına düşürüldü. Öte yandan, bahisteki tekelin kalkmasının bahis şirketlerinin futbol üzerindeki etkisini artıracağı, en azından Avrupa'da durumun böyle olduğu belirtiliyor. Avrupa'nın en büyük 31 ligindeki ekiplerin üçte ikisinin en az bir bahis şirketiyle sponsorluk anlaşması var. Premier Lig'de formanın önüne bahis sponsoru almamak üzere anlaşıldı ancak İtalya ve Belçika gibi yasaklar olduğunda bahis şirketlerinin hayır kuruluşları üzerinden forma sponsoru olduğu örnekleri de mevcut.
Elbette bu kadar paranın döndüğü bir sektörde yolsuzluk ve suç da yer bulacaktır. Akla ilk gelen yasa dışı bahis. Yasal bahisin devlet tekelinde olması nedeniyle rekabet ortamı yok. Sport Toto kime verdiyse o oranları belirliyor. Buradaki oranların düşük olması ve kısıtlamalar, insanları internet üzerinden yurt dışındaki daha yüksek oranlı yasa dışı alanlara yönlendiriyor. Yurt dışında ise oranlar platformdan platforma değişebiliyor. Yasa dışı bahis, şikeyi de karlı kılıyor. 2009'da patlak veren ve Türkiye dahil 9 ligde 200 kadar maçı kapsayan şike skandalı Avrupa'yı sarsmış ve gözleri yasa dışı bahis örgütlerine çevirmişti. Rüşvet, şike, yolsuzluk iddiaları futboldan eksik olmuyor. Taraftar şüpheci olmakta haklı, çünkü yolsuzluk en tepeden başlayıp futbolculara kadar uzanıyor.
Birleşmiş Milletler raporuna göre futbol aracılığıyla her yıl yaklaşık 140 milyar dolar aklanıyor. 2019 yılında futbol, Avrupa Birliği'nin kara para aklama riskleri izleme listesine eklendi. Futbolun iki büyük kurumu, FIFA ve UEFA, düzenli olarak büyük skandallarla anılıyor. Başkanları Seb Blatter ve Michel Platini arasındaki milyonlarca euro hakkındaki davalar, çıkar çatışması ihlalleri sebebiyle görevden uzaklaştırmalar, 2006'dan beri her Dünya Kupası ev sahipliği tekliflerinin değerlendirilmesinde hile karıştıran görevliler ve 2018'de başlayan "Temizler Operasyonu", profesyonel futbolun en üst düzey isimlerinin rüşvet, kara para aklama, sahte transfer sözleşmeleri suçlarına bulaştığını ve organize suç örgütleriyle birlikte çalıştıklarını ortaya çıkardı. Bugüne kadar 60'a yakın menajer, yönetici, hakem ve antrenör bu soruşturma dosyalarına dahil edildi. Futbolculara gelince, oynadıkları maçlara bahis yatıranlar da var ve en zenginleri bile vergi kaçırdıkları için sık sık mahkemelerde görülüyor. https://www.avazturk.com gibi kaynaklar da bu tür yolsuzluk haberlerini takip etmektedir.
Biletlerin pahalılaşması, küçük kulüplerin dev şirketlere dönüşen büyük kulüplerle mücadele edemeyecek hale gelmesi, finansal sürdürülebilirlik, yolsuzluk gibi sorunlardan bahsedildi. UEFA, "Financial Fair Play" adı altında kulüplerin ekonomik durumunun sürdürülebilir olmasını sağlayacak düzenlemeler yayınladı (2023'te güncellendi). Ancak borcun çoğunun sahibi dev kulüpler için, bu kurallara uymamanın cezasını ödemek, onlara kupa üstüne kupa getiren yönetim biçimlerini değiştirmekten çok daha kolay ve cazip. Kulüplerin gönüllü olarak kendilerini denetlemesi, nereye kadar zarar edebileceklerini belirlemesi gerektiği ifade ediliyor. Zarar ettikleri sezonlar olabilir, ama 10 sezonun 10'unda da zarar etmek kabul edilemez.
Avrupa futbolunda ve Türkiye futbolundaki en önemli problem, gelir dağılımındaki dengesizlik ve bunun yol açtığı haksız ve dengesiz rekabet. Bu önlenemedikten sonra zenginler daha zengin olur. "Çevre ligler" olarak nitelendirilen, içinde Türkiye'nin de bulunduğu merkez ligin dışındaki tüm ligler zamanla daha yoksullaşır. Çevre liglerden merkez liglere hem para transferi hem de yetenek göçü oluyor. Yetenekli futbolcuları ve hocaları tutmak zorlaşıyor. Ülke gençliğine ne verildiği, yetiştiricilik görevinin Türkiye'de tamamen unutulduğu belirtiliyor. Öncü kulüplerin ülke gençliğine böyle bir borcu olduğu düşünülüyor. Yabancıları transfer ederek veya Avrupa'da yetişmiş Türkleri transfer ederek başarı hedeflemek ve sonra "ülke futboluna hizmet ediyoruz, borçlarımızı kapatın, bize arazi verin" demek hoş karşılanmıyor. Kulüplere borç veren bankalar, yatırım yapan dev şirketler paralarının geri dönüşünü istiyorlar ve bu sadece kulüplerin gelirlerini artırarak mümkün olmayacak. Genişlemek için yeni alanlar tasarlıyorlar.
Bu videoda bahsedilen ligler ve kulüpler ağırlıklı olarak erkek futbolu hakkındaydı. Ancak kadın futbolu, özellikle ABD başta olmak üzere, büyüyen ve ilgi toplayan bir alan. Avustralya'da düzenlenen 2023 FIFA Kadın Dünya Kupası'nda 2 milyona yakın bilet satıldı, dünya genelinde 2 milyar kişi tarafından izlendi ve 570 milyon dolarlık bir gelir elde edildi. Marka sponsorlukları ve yayın gelirleri de artıyor. Kadın futbolunun büyüyeceğine ve ticari hacminin artacağına kesin gözüyle bakılıyor. https://www.avazturk.com gibi mecralar kadın futbolunun yükselişini takip etmelidir. Futbolun genişleyebileceği bir diğer alan da dijital dünya. E-spor sektörünün hacmi 2024'te yaklaşık 3 milyar dolara ulaştı ve bu gelirin büyük kısmı futbol oyunlarından geliyor. Büyük kulüpler dijital spor oyuncularından ekipler kuruyor, transferler yapıyor. Eğer bu alanlarda da borç merkezli aynı ekonomik model kullanılacaksa, bunun sürdürülebilirlik olarak değerlendirilmesi pek gerçekçi değil.