Gizemli Anayasa Serüveni: Perde Arkasındaki Büyük Plan Ne?

Gizemli Anayasa Serüveni: Perde Arkasındaki Büyük Plan Ne?

Türkiye'de sivil anayasa vaatleriyle başlayan her yeni anayasa tartışması, beklenmedik sonuçlara ve büyük dönüşümlere sahne oldu. Peki, 2010 ve 2017'deki vaatlerin tam tersiyle biten bu süreç, 2025'te neden yeniden gündemde? Liderlerin 'Erdoğan'a ihtiyaç

Türkiye siyasetinin gündemini her dönem meşgul eden "yeni anayasa" tartışmaları, 2025'te yeniden zirveye tırmanmış durumda. Ancak bu kez, arkasında yatan niyetler, geçmişteki tecrübeler ışığında çok daha dikkatli incelenmeyi gerektiriyor. Tıpkı daha önce olduğu gibi, yine "Türkiye askeri Anayasa’dan kurtulacak," "sivil ve özgürlükçü Anayasa yapılacak," "Türkiye’nin demokrat Anayasa’ya ihtiyacı var" gibi vaatler havada uçuşuyor. Ancak derinlemesine bir inceleme, bu söylemlerin yalnızca bir perdenin ön yüzü olduğunu ve aslında çok daha büyük bir stratejinin parçası olabileceğini gözler önüne seriyor. Bu makale, yıllara yayılan bu anayasa serüveninin bilinmeyenlerini aydınlatmaya devam edecek.

Konuya daha yakından baktığımızda, 2010 Anayasa referandumunun acı tecrübeleri hafızalardaki yerini koruyor. O dönemde de "askeri Anayasa’dan kurtuluyoruz" sloganıyla yola çıkılmış, hatta referandum özellikle 12 Eylül darbesinden intikam almak ve "darbe ruhu taşıyan Anayasa’yı silip atmak" amacıyla 12 Eylül'de yapılmıştı. Seçmen bu vaade inanarak oy verdi; ancak Mehmet Tezkan'a göre, sonucun Fethullahçıların devlete çöreklendiği ve yargıyı ele geçirdiği korkunç bir tabloya dönüştü. Ülkenin aydınları kumpaslarla zindanlara atıldı, pırıl pırıl subaylar ordudan ihraç edildi ve Fethullahçılar, iktidarın desteğiyle öyle palazlandı ki, 15 Temmuz 2016’da darbe yapmaya bile kalkıştılar. Hatta Tezkan'ın aktardığına göre, bu örgütün orduda hala kalıntıları olduğu ve geçtiğimiz hafta 40'tan fazla subayın tutuklandığı büyük bir operasyon yapıldığı belirtiliyor. Mehmet Tezkan'ın ifadesiyle, "2010 yılında askeri Anayasa’yı ortadan kaldırıyoruz sloganı ile çıkılan yolda arabanın dört lastiği de patladı" ve bu durum ülkeyi "darbe girişimine kadar götürdü".

Benzer bir senaryo, 2017 yılında Anayasa değişikliği yeniden gündeme geldiğinde de yaşandı. Yine "demokrasinin daha da güçlendirilmesi," "özgürlük alanının genişletilmesi," "yasama organının yürütmenin etkisinden kurtulması" ve "yargının bağımsız ve tarafsızlığının güçlendirilmesi" gibi bir sürü nutuk atıldı. Ne yazık ki, Mehmet Tezkan'a göre sonuç, tam aksine, demokrasiden otokrasiye, yani tek adam yönetimine geçiş oldu. Erdoğan'ın "sonsuz yetkilerle donatılan ama sorumluluğu olmayan, bırakın hesap sorulmayı soru dahi sorulamayan bir yönetim biçimine" evrildiği iddia edildi. Kısacası, hem 2010 hem de 2017 yıllarında söylenenlerin tam tersi gerçekleşti veya tam tersi oldu. Bu tarihsel tekrarın ardında yatan gerçek niyetlerin daha iyi anlaşılması için https://www.avazturk.com adresindeki analizleri de inceleyebilirsiniz. Şimdi, 2025'e gelmişken, dillerde yine aynı nakarat dolaşıyor: Türkiye darbe Anayasası’nı taşıyamazmış, halk kurtulmak istiyormuş, büyük talep varmış, sivil Anayasa’ya kavuşmak bu milletin hakkıymış, özlemiymiş. Mehmet Tezkan bu sözleri "güzel sözler ama boş sözler" olarak nitelendiriyor, çünkü ona göre "niyetleri başka".

Peki, bu "başka niyet" ne olabilir? İşte tam da bu noktada, dikkat çekici açıklamalar peş peşe geldi. Mehmet Tezkan'ın aktardığına göre, bu niyetleri ilk olarak MHP Genel Başkanı Bahçeli açıkladı, ardından eski İçişleri Bakanı Soylu dillendirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın "benim yeniden seçilme veya aday olma gibi bir derdim yok" demesinden sonra, Bahçeli'nin ağzını tutamayarak, heyecanla planları ifşa ettiği iddia ediliyor. Bahçeli'nin sözleri oldukça netti: "Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sadağından çekilip fırlattığı ok menziline ulaşmalıdır. Bunun için zatı devletlerinin varlığı olmazsa olmaz değer ve önemdedir". Dahası, Bahçeli sözlerini "Türkiye’nin yüzyılını çizdin, başımızda kal, bir yere gidemezsin, Türkiye’nin sana çok ihtiyacı var" diyerek tamamladı. Bu sözler, "sana ihtiyacımız var" kampanyasının fitilini ateşlemiş gibi görünüyor.

Bu kampanyaya Süleyman Soylu'suz devam etmek düşünülemezdi. Ortamı yakalayınca o da nutkunu patlattı: "25 yıldır çeyrek asırdır Türkiye’yi bütün özlemleriyle buluşturan Tayyip Erdoğan'ı oyun dışı bırakacaklar. Yok öyle bir yağma, bu ülkenin bir evladı olarak bunu söylüyorum". Mehmet Tezkan'a göre bu söylemdeki tehlikeli vurgu, "yok öyle yağma" demesi. Burada akıllara gelen en kritik soru ise şu: Erdoğan’ı oyun dışı kim bırakabilir, kim evine gönderebilir, kim emekli edebilir? Mehmet Tezkan bu sorunun tek cevabının "sadece seçmen" olduğunu belirtiyor. Bu durumda, Soylu’nun "yok öyle yağma" sözüyle seçmene mi parmak salladığı sorgulanıyor.

Erdoğan’a "başımızdan ayrılamazsın, seni bırakamayız, sen Türkiye’ye lazımsın, Ortadoğu karışık sensiz olmaz, sen dünya liderisin" diye kampanya yapanların sorması gereken asıl soru Mehmet Tezkan tarafından dillendiriliyor: "Erdoğan nasıl kalacak?". İşte yeni anayasa tartışmalarının asıl perdesi bu noktada aralanıyor. Geçmişteki tecrübelerle birleşen Bahçeli ve Soylu'nun açıklamaları, "sivil ve özgürlükçü anayasa" söyleminin aslında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın mevcut sistemdeki süresinin dolması veya adaylık engelleri gibi olası durumların önüne geçmek için bir yol haritası olabileceğini düşündürüyor. Bu durumda, yeni anayasa, bahsedilen demokratikleşme ve özgürleşme vaatlerinden çok, tek bir amaca hizmet ediyor olabilir: Mevcut yönetimin devamlılığını garanti altına almak. Ve bu durum, Mehmet Tezkan’ın o can alıcı sorusunu da beraberinde getiriyor: "Seçimli mi seçimsiz mi?". Bu sorunun cevabı, Türkiye'nin gelecekteki siyasi yolculuğunu belirleyecek en kritik dönemeç olabilir.