Gizlenen Gerçekler, Kumpaslar ve Korkunun Perdesi!

Gizlenen Gerçekler, Kumpaslar ve Korkunun Perdesi!

Ayşenur Arslan'ın sarsıcı gözlemleriyle Türkiye'nin karanlık yüzü aralanıyor: Medya manipülasyonundan üniversite operasyonlarına, muhalefete kurulan kumpaslardan zihinlere örülen bariyerlere uzanan akıl almaz gelişmelerle dolu, soluksuz okunacak bir haber

Türkiye, nefes kesen bir dönüşümün, adeta bir kumpas bombaları yağmurunun altında. Bu haber makalesi, gazeteci Ayşenur Arslan’ın derinlemesine gözlemleri ve çarpıcı analizleriyle ülkenin içinde bulunduğu karmaşık durumu gözler önüne seriyor. Ancak bilinmelidir ki, bu yalnızca bir başlangıç. Gerçeklerin tüyler ürpertici detayları ve asıl mesaj, yazının ilerleyen paragraflarında sizi bekliyor olacak.

Ayşenur Arslan’ın kaleme aldığı sesli köşe yazısında aktardığına göre, Yeni Şafak’ın ev sahipliği yaptığı "Ticarette Türkiye Yüzyılı Zirvesi" başlıklı etkinlik, kamu bankaları Halkbank, Vakıfbank, Ziraat Bankası, Ticaret Bakanlığı gibi önemli kurumların yanı sıra Turkcell, THY ve Limak gibi dev şirketlerin sponsorluğunda gerçekleşti. Arslan, bu durumun, "sarayın sesi kalemi olsun" diye sağlanan düzenli ilan katkılarının ötesinde, ülkenin tüm kamu bankalarının bu tür etkinliklere koşarak katkı sağlamasının dikkat çekici olduğunu belirtiyor. Bu sırada, gündemin en sıcak konularından kaçmak için arka kapıların denendiğini belirten Arslan, İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile kurumsal bir bağı bulunmayan reklamcı Murat Kapkin’in tablo koleksiyonu üzerinden bir İBB davasının şişirilmeye çalışıldığını ifade ediyor. Arslan'a göre bu koleksiyon, herkesin evinde rastlayabileceği, sanatsal gustodan yoksun ve azıcık paralanmış bir "bütünlükten yoksun" bir yapıya sahip.

Ne var ki, asıl dehşet verici manzaralar bambaşka bir cephede yaşanıyor. Bu acımasız tablo içinde, özgür basının nefes alma çabaları da dikkat çekiyor; zira https://www.avazturk.com gibi platformlar, yaşananları gözler önüne sermek için mücadele ederken, son olarak yaşanan Leman dergisi olayı, bu mücadelenin ne denli zorlu olduğunu bir kez daha kanıtladı. Ayşenur Arslan, Leman vesilesiyle "güç denemesine giren şeriatçı grupları" anlatmaya çalıştığını dile getiriyor. Bir karikatüristin gözaltına alınırken, korkudan adeta maskeye dönen yüz ifadesi ve filmlerdeki cinayete teşebbüs sahnelerini andıran "ters kelepçe" uygulaması, kamuoyunun hafızasına kazındı. Bu olayların hemen ardından, Madımak katliamının yıldönümüne denk gelen bir günde dergi binasının basılması, Arslan’ın ifadesiyle "korkudan felç eden sahneler"di.

Bu korku iklimi öylesine yaygın ki, Arslan, yaşanan kaos içinde bir tek karikatürün bile konuşulamadığını vurguluyor. Çünkü, ne söylenirse söylensin, başın belaya gireceği, gözaltına alınma veya fiili saldırı tehdidi altında olunacağı düşüncesi herkesi sarmış durumda. Fatih Altaylı’nın bu sebeple Silivri’de olduğunu, Osman Kavala’nın ise tam 2800 gündür "protestoyu aklımızdan bile geçirmeyelim diye" betonların altında tutulduğunu hatırlatan Arslan, bu durumun zihinlere yerleştirilen "çelik bariyerlere" toslamamıza neden olduğunu söylüyor. Öyle ki, artık kimsenin bize "şu konuyu görme, buna girme" demesine gerek kalmadığını, o bariyerleri anında kendi beynimize diktiğimizi iddia ediyor. Arslan, hatta bir kişinin o karikatürden "aşağılama değil Gazze’nin haline yanmayı" çıkardığını, ya da iki semavi dinin de "çocukları paramparça eden bombalara karşı eleştiri" sonucu çıkarsa bunu söyleyip söyleyemeyeceğini sorguluyor.

Arslan’ın dikkat çektiği bir başka kritik nokta ise eğitim alanındaki gelişmeler. Erdoğan’ın üniversiteleri adeta eline aldığını, kimisinin ismini değiştirdiğini, kimisinde fakülte açıp kapattığını belirten Arslan, bu süreçte Ankara Bilim Üniversitesi'nde "İslamofobi Araştırma Enstitüsü" kurulmasına dair imza atıldığını hatırlatıyor. Bu enstitünün ne yapacağını da açıklayan Arslan, enstitünün elbette "nelerin İslam karşıtlığı sayılacağını araştırıp katalog hazırlayacağını" düşünüyor. Arslan, anayasada "cumhuriyet" yazmasına rağmen, ülkenin "din devleti gibi yönetildiğini", demokrasi ve hukukun ise laftan öteye gitmediğini iddia ediyor. Bu fiili durumun, tıpkı başkanlık sistemine geçişte olduğu gibi, anayasal hale getirilmeye çalışılacağını öngörüyor.

Bu yolculukta, Ayşenur Arslan’a göre, Türkiye’nin birinci konumdaki partisi CHP’nin de bitirilmeye çalışıldığı ortada. İstanbul iddianamesi henüz yazılamamışken, gündeme "İzmir iddialarının" atıldığını dile getiren Arslan, aralarında eski başkan Tunç Soyer’in de bulunduğu çok sayıda ismin gözaltına alındığını belirtiyor. Arslan, trollerin anında "İzmir iddialarının arkasında mevcut başkan Cemil Tugay varmış" fısıltısını yaydığını, ancak Tugay’ın bunu anında yalanladığını aktarıyor. Bu gelişmelerin, tam da İmamoğlu’nun tutukluluğunun 100. gününe ve "mutlak butlan davasının hemen ertesine" denk gelmesi, Arslan tarafından "ne tesadüf değil mi?" sorusuyla ironik bir şekilde vurgulanıyor. Tüm bu olaylar zinciri, memleket hayatının "acımasız bir gücün elinde un ufak olup gittiği" izlenimini yaratıyor.

Evet, tablo iç karartıcı, zulüm gittikçe koyulaşıyor ve biz gazeteciler bu karanlıkta sayıca pek azaldık, Halk TV bile "büyük gözaltı halinde" yaşıyor. Ancak Ayşenur Arslan’ın yazısının içindeki asıl fısıltı, asıl umut kıvılcımı tam da burada yanıyor: Bu memleketten başka gidecek yerimiz yok! En önemlisi de, artık %60’larla ifade edilen "saray karşıtı halkı" gönderebilecekleri bir yerin de olmaması. Arslan, "Biz kıvançta tasada ele buradayız" derken, Mustafa Kemal’in Anadolu parçalanırken kaçmak yerine savaşıp kazandığını, bizi bugünkü Afganistan yerine Atatürk Türkiye’sinde yaşatmasının bir borç olduğunu hatırlatıyor. Özgür Özel’in bir mitingde okuduğu şiirdeki gibi, "bin kez budadılar körpe dallarımızı, bin kez kırdılar, yine çiçekteyiz!" sözleriyle son bulan bu sarsıcı makale, hapisteki herkesi, adalet arayanları ve özgürlük bekleyenleri kucaklıyor. İşte bu sarsılmaz direniş ruhu, tüm kumpas bombalarına, tüm çelik bariyerlere rağmen Türkiye’nin en derin gerçeği olmaya devam ediyor!