Görülmemiş Skandallar Zinciri Türkiye'nin Geleceğini Nasıl Şekillendiriyor?

Görülmemiş Skandallar Zinciri Türkiye'nin Geleceğini Nasıl Şekillendiriyor?

Türkiye, 2025'in Temmuz ayında tarihin en çalkantılı dönemlerinden birini yaşıyor. Adalet sistemindeki sarsıcı gelişmelerden, bakanların tartışmalı kararlarına; terörle mücadeledeki akıl almaz ihmallerden, siyasi arenadaki "yeniden şekillenen" dengelere..

Türkiye, 2025 yılının bu Temmuz ayında, siyaset sahnesinden yargı koridorlarına, güvenlik birimlerinden medya dünyasına uzanan, akıl almaz ve bir o kadar da endişe verici bir dizi olayın gölgesinde nefesini tutmuş durumda. Özellikle son günlerde kamuoyunu sarsan ve ulusal gündemi tamamen değiştiren gelişmeler, ülkenin geleceğine dair ciddi soru işaretleri yaratıyor. Sınır ötesi operasyonlardaki şehit haberlerinden, tartışmalı bakan kararlarına; adaletin sorgulandığı süreçlerden, medya üzerindeki baskılara kadar her detay, büyük bir resmin parçalarını oluşturuyor. Bugün ele alacağımız bu geniş kapsamlı haberimiz, sizi bu karmaşık tablonun derinliklerine çekecek ve devamında şaşırtıcı detaylarla yüzleşmenizi sağlayacak. Tüm bu süreçleri ve daha fazlasını anbean takip etmek için www.avazturk.com adresini ziyaret etmeyi unutmayın; zira önümüzdeki günler, Türkiye için kritik dönemeçlere gebe.

Gazeteci Can Ataklı'nın son yayınında dile getirdiği gibi, ülkenin genel atmosferi, adalet sisteminin adeta "sıfırlandığı" bir noktaya evrilmiş durumda. Ataklı, "Türkiye'nin sıfırlaması gerekiyor hakikaten bütün konularda bir sıfırlayacağız" ifadelerini kullanarak, mevcut düzenin temel prensiplerden yoksun hale geldiğini vurguluyor. Örneğin, İstanbul'da CHP'nin AKP'den kazandığı belediyelerden Şile'ye el konulması ve sadece Üsküdar'ın kalması gibi durumlar, "seçimle gelen seçimle gider" ilkesinin nasıl göz ardı edildiğine örnek gösteriliyor. Daha da vahimi, Şile'deki bir olayda, bir kişinin rüşvet verdiğini iddia etmesi üzerine suçlanan kişinin anında gözaltına alınması, Ataklı tarafından "böyle bir yargı düzeni var mı böyle bir hukuk var mı" sözleriyle eleştiriliyor; diğer taraftan göz önündeki yolsuzlukların görmezden gelindiği belirtiliyor. Ülkedeki bu sessizliğe dikkat çeken Ataklı, nüfusun %30'unun hala sessizce alkışladığını, geriye kalan %60-%70'lik kesimin ise "tedirgin bir sessizlik içinde" olduğunu belirtiyor. Bu durum, kanun, hukuk, anayasa, ahlak, vicdan ve namus gibi temel değerlerin yok oluşuna işaret ediyor. Bu kadar hassas bir dönemde doğru bilgiye ulaşmak ve süreci anlamlandırmak için www.avazturk.com uzman kadrosunun yorumları kritik bir önem taşıyor.

Son günlerin en çok konuşulan isimlerinden ikisi ise Turizm Bakanı ve Milli Savunma Bakanı oldu. Turizm Bakanı, gazeteci Can Ataklı tarafından "anormal zenginleşti" ve "kral kesiliyor" olarak nitelendirilirken, tüm turizm sektörünü adeta ele geçirdiği iddia ediliyor. Ataklı'nın ifadelerine göre, Bakan'ın bakanlığı bittiğinde dokunulmaz olmak için gücünü artırdığı ve çok büyük bir servete sahip olduğu belirtiliyor. Ataklı, bu Bakan'ın Ata Demirer gibi sevilen sanatçıların Bodrum'daki gösterilerini yasaklamasına sert tepki gösterdi. Yasaklanan isimler arasında Yunan sanatçı Maria Farandouri ve Gypsy King gibi uluslararası isimler de var. Bu yasaklamaların "tarihi eserlerin zarar gördüğü" gibi "sahtekarca ahlaksızca" bahanelerle yapıldığını belirten Ataklı, 50 yıldır konserlerin yapıldığı yerlerde daha önce bir zarar görülmediğini hatırlatıyor. Bu durumun Erdoğan'a "yalakalık" olarak yorumlandığı ve Bakan'ın sansürcü bir zihniyete sahip olduğu iddia ediliyor. Ataklı, Bakan'ın aynı zamanda medyada da çok sayıda dostu olduğunu, hatta Ahmet Hakan gibi isimlerin dahi peşinden koştuğunu dile getiriyor.

Diğer yandan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, 12 şehit verdiğimiz olayla ilgili açıklamaları nedeniyle ağır eleştirilerin hedefi oldu. Ataklı, "adamı delirtmeyin ya 12 şehit veriyoruz kardeşim sen ne yapıyorsun ya" sözleriyle tepkisini dile getirirken, Bakan'ın sorumluluktan kaçtığını ve "ilk defa biz de gördük" demesine şaşırdığını belirtiyor. Milli Savunma Bakanlığı Basın Halkla İlişkiler Müşaviri Tuğ Amiral Zeki Aktürk ve Piyade Üsteğmen Nuri Melih Bozkurt'un basın açıklamasında yer alan detaylar Ataklı tarafından 'utanç verici' olarak değerlendiriliyor. Açıklamada, 6 Temmuz'da bir mağaraya girilmeden önce köpek ile keşif yapıldığı, olumsuzluk tespit edilmeyince 12 personelin mağaraya girdiği, ardından sendeleme ve bayılmalar yaşandığı belirtiliyor. Yardım için girenlerin de etkilendiği, AFAD ve Türkiye Taş Kömürü Kurumu'ndan (TTK) destek istendiği ve yapılan ölçümlerde mağarada karbonmonoksit, metan ve hidrojen sülfür gazlarına rastlandığı, oksijen oranının %19'a düştüğü tespit edildikten sonra fanlarla oksijen basıldığı ve yedi şehidin naaşına ulaşıldığı bilgisi veriliyor. Ataklı, bu açıklamayı okurken utandığını belirterek, "bizde insan bunu yazarken utanır biraz koca koca paşalarsınız ayıp değil mi öyle giriyorduk da köpeklere sokmuştuk da bilmem ne niye niye şehit oldular lan o zaman" diyerek sorumluluğun üstlenilmemesine tepki gösteriyor. Ataklı, hala idari tahkikatın devam ediyor olmasına "hala öğren yapamadıysanız zaten yazıklar olsun sizin askerliğinize" diyerek tepkisini sürdürüyor.

Ülkede bir başka büyük skandal ise 12 şehidin verildiği gün Abdullah Öcalan'ın bir görüntüsünün servis edilmesi oldu. Ataklı, bu durumun utanç verici olduğunu belirterek, "İmralı'nın hakimiyeti kimde adalet Bakanlığı'nda mı milli Savunma Bakanlığında mı jandarmada mı hanginizde bu adam o videoyu nasıl çekti kardeşim kimse bir söylemiyor" diye soruyor. Görüntülerin resmi kanallardan değil, "yasaklı PKK'nın yasaklı sitelerinden" alındığını söyleyen Ataklı, medyada kimsenin bunu sorgulamamasına şaşkınlığını dile getiriyor. Bu durum, PKK'nın silah bırakma şovuyla da ilişkilendiriliyor. Ataklı, "silah bırakma deyince bir numaralı şey nedir abi benim için vatandaş olarak envanter ne" diyerek, PKK'nın elindeki silah envanterinin neden açıklanmadığını sorguluyor. Ataklı'ya göre bu süreç, Amerika'nın talimatıyla PYD devletinin kurulmasına zemin hazırlayan bir adımdır ve Suriye'nin tamamına hakim olabilecek bir Kürt devletinin kurulacağı öngörülüyor.

Siyasi arenadaki bir başka tuhaf gelişme ise eski AKP milletvekili ve Erdoğan'ın şoförü Ahmet Hamdi Çamlı'nın "1923 kanlı ihtilalinden sonra nasıl onunla hesaplaşacağız" tweeti oldu. Ataklı, bu sözlerin Atatürk'e hakaret içerdiğini ve Cumhuriyet'in kuruluş ilkelerine aykırı olduğunu belirtmesine rağmen, yüzlerce şikayete rağmen hiçbir savcının soruşturma başlatmamasının "inanılmaz" olduğunu ifade ediyor. Daha da ilginci, Çamlı'nın bizzat savcılara "Ulan dedi savcılar dedi bana hakaret ediyorlar açsanıza şunlara dava" diyerek kendisi hakkında hakaret davası açmalarını istemesi oldu. Bu durum, Ataklı tarafından "zeytinyağı gibi üste çıkmak" olarak nitelendiriliyor.

Bu gelişmelerle birlikte, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun'un görevden alınması ve Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu Başkanlığı'na atanması da dikkatleri çekti. Ataklı, Altun'u "Erdoğan'ın Göbelsi" olarak tanımlarken, binlerce ücretli troll çalıştırdığını ve muhalif gazetecileri CİMER üzerinden savcılıklara ihbar ettiğini iddia ediyor. Ataklı, bu yeni görevinin, cezalandırma yetkisi de olduğu için daha tehlikeli olabileceği konusunda endişelerini dile getiriyor.

Tüm bu karmaşanın ortasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kızılcahamam'da yapacağı "tarihi konuşma" büyük bir merakla bekleniyor. Cem Küçük gibi bazı isimler, Erdoğan'ın yepyeni bir silahın icat edildiğini açıklayabileceği tahmininde bulunurken, Ataklı, geçmişteki Kanal İstanbul gibi "çılgın projeler" düşünüldüğünde bu ihtimalin göz ardı edilemeyeceğini belirtiyor. Medyanın bu konuşmayı "tarihi" olarak şişirmesi ve Erdoğan'a tam destek vermesi beklenirken, muhalif kanallar üzerindeki baskının arttığı, hatta Sözcü ve Halk TV gibi yayın organlarının kapatılma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu ifade ediliyor. Ayrıca Gezici ve Genar gibi anket şirketlerinin AKP'yi %35, CHP'yi ise %28 gösteren anketlerinin de "sarayın anketçileri" tarafından bir "şişirme" olarak kullanıldığı belirtiliyor.

Tüm bu yaşananlar, Türkiye'nin kırılgan siyasi ve sosyal dokusunun geldiği noktayı gözler önüne seriyor. Bir yanda ülkenin güvenliğini ilgilendiren kritik olaylarda sorumlulukların üstlenilmemesi, diğer yanda hukukun ve adaletin siyasallaşma iddialarıyla yıpranması, toplumda derin bir güvensizlik yaratıyor. Bakanların tartışmalı kararları, medyaya yönelik sansür ve baskı girişimleri, vatandaşın bilgiye erişimini ve özgür ifade hakkını kısıtlamanın ötesinde, demokratik süreçlerin sağlıklı işlemesini engelliyor. Ülkenin kaderini belirleyecek böylesi kritik günlerde, yaşanan her olay, atılan her adım, geleceğe dair kaygıları körüklüyor. Asıl dikkat çekilmesi gereken nokta ise, bu kadar ciddi ve ülkenin bekasını ilgilendiren gelişmelerin, kamuoyu tarafından yeterince sorgulanmaması ve medya kanallarında derinlemesine analiz edilmemesidir. İşte tam da bu noktada, gelecek yılların Türkiye'si için en büyük soru işareti beliriyor: Tüm bu kaosun ve belirsizliğin sonunda, ülke nasıl bir sabaha uyanacak ve bu eşi benzeri görülmemiş dönüşüm, Türkiye'yi nereye götürecek? Tüm bu belirsizliği ve potansiyel sonuçları takip etmek için www.avazturk.com'u takipte kalın!