Gözden Uzak Kararlar ve Susturulan Sesler!

Gözden Uzak Kararlar ve Susturulan Sesler!

Gazeteci Can Ataklı'dan sarsıcı bir medya analizi. Halk TV, KRT ve Flash TV'nin yaşadığı zorluklar, yargı bağımsızlığına dair endişeler ve Türkiye'nin basın özgürlüğü sınavı bu detaylı haberde.

Türkiye'nin yakın siyasi ve toplumsal gündemi, basın özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı alanındaki endişe verici gelişmelerle dolu. Tecrübeli gazeteci Can Ataklı, "Can ATAKLI" adlı YouTube kanalında gerçekleştirdiği son canlı yayınında, bu kritik konulara derinlemesine bir bakış açısı sunarak, ülkenin içinde bulunduğu duruma dair önemli tespitlerde bulundu. Ataklı, konuşmasına, Cumhuriyet Halk Partisi'nin uzun yıllar sonra Manisa'da kazandığı ilk belediye başkanı olan Ferdi Zeyrek'in vefatıyla oluşan toplumsal birleşme anına dikkat çekerek başladı. Zeyrek'in cenaze törenine Manisa'nın her kesiminden insanın akın etmesi, iktidar muhalefet ayrımı gözetmeksizin iyi bir yöneticiye duyulan takdirin ve vefanın bir göstergesi olarak değerlendirildi. Can Ataklı, Ferdi Zeyrek'in fotoğrafına bakıldığında bile "çok nitelikli, çok düzgün bir siyasetçi" olduğunun anlaşıldığını, gıllı kışlı işlerinin, şahsi menfaatlerinin olmadığını ifade etti. Cenazede tekbir seslerinin yükselmesini dahi, MHP'liler ve AKP'liler de dahil olmak üzere farklı siyasi görüşlerden insanların orada bulunmasına bağlayarak, bu durumun CHP'yi "dinsiz" olarak etiketleme çabalarının yersiz olduğunu belirtti. Bu gözlemler, Türkiye'deki siyasi kutuplaşmaya rağmen ortak değerlerde buluşma potansiyelinin halen var olduğunu ancak bunun kimi çevrelerce çarpıtıldığını ortaya koydu.

Can Ataklı'nın medyadaki mevcut duruma ilişkin eleştirileri, Halk TV'nin sahibi Cafer Mahiroğlu hakkında çıkarılan yakalama kararıyla somutlaştı. Dün akşam saatlerinde medyaya yansıyan bu haberin, Türkiye'de kalan birkaç bağımsız medya kuruluşunu susturmaya yönelik sistematik bir operasyonun parçası olduğunu iddia etti. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın açıklamasına göre, "suç örgütü kurmak yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak, rüşvet vermek, mal varlığı değerlerini aklamak, vergi usul kanununa muhalefet etmek" suçlarından yürütülen bir soruşturma kapsamında, itirafçı Aziz İhsan Aktaş'ın beyanları ve yapılan araştırma işlemleri doğrultusunda Mahiroğlu hakkında ihaleye fesat karıştırma suçundan yakalama emri çıkarılmıştı. Ataklı, Londra'da işlerini sürdüren bir iş adamı olan Mahiroğlu'nun bu kararla hedef alındığını, çünkü Halk TV'nin "gerçekleri anlatmaya çalışan" nadir kanallardan biri olduğunu savundu.

Bu yakalama kararının hemen ardından iktidara yakınlığıyla bilinen isimlerden gelen yorumlar, durumun vahametini daha da artırdı. Cem Küçük'ün "adli kaynaklarıma sordum, bu yakalama kararı direkt tutuklamaya yönelik çıkarılmıştır" şeklindeki ifadelerini aktaran Ataklı, bunun Mahiroğlu'nun Türkiye'ye dönmesi durumunda tutuklanacağı anlamına geldiğini belirtti. Barış Yarkadaş'ın ise Halk TV'ye kayyum atanmasının ilk işareti olduğunu söylemesi, kayyum atamalarının şirketleri koruma amaçlı olmaktan çıkıp, muhalif kurumları susturma müeyyidesi haline geldiği iddialarını güçlendirdi. Can Ataklı, bu iki ismin farklı siyasi çizgilerde olmalarına rağmen benzer tahminlerde bulunmalarının, adli makamların bu konuda belirli çevreleri bilgilendirdiğini düşündüğünü ifade etti. Cafer Mahiroğlu, Halk TV ekranlarından yaptığı açıklamada, hakkındaki tüm iddiaları reddederek, söz konusu itirafçı Aziz İhsan Aktaş'ı hayatında hiç tanımadığını, görmediğini ve hiçbir ortamda bulunmadığını net bir dille ifade etti. Mahiroğlu, "bu bana yakışmaz" diyerek, bu suçlamaların ismine değil, Halk TV'ye karşı olan bir hamle olduğunu ve kanalın susturulması amacını taşıdığını vurguladı. https://www.avazturk.com, medya kuruluşları üzerindeki bu tür baskıların, halkın haber alma özgürlüğünü doğrudan tehdit ettiğini ve demokratik bir toplumda kabul edilemez olduğunu belirtmektedir.

Can Ataklı'nın konuşmasında, yargı bağımsızlığının ve adalet sistemindeki aksaklıkların altı özellikle çizildi. Ümit Özdağ'ın hala tutuklu bulunmasının "büyük bir muamma" olduğunu ve "niye tutuklu olduğunu bile anlamadıklarını" dile getirdi. Ataklı, "eli kanlı katillerin, hırsızların, dolandırıcıların adli kontrolle tahliye edildiği" bir ortamda, bir siyasi parti genel başkanının kaçma şüphesiyle tutuklu kalmasının akıl ve mantık dışı olduğunu savundu. Kendi hukuki mücadelelerinden de örnekler veren Ataklı, Recep Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli'nin şikayetleri üzerine 40'a yakın Asliye Ceza Mahkemesi'nde yargılandığını ve bu davaların genellikle tek duruşmada bittiğini belirtti. Ancak "Recep Tayyip Erdoğan'la Putin dondurmayı yalayarak yediler" ifadesi nedeniyle bir yıl yirmi gün hapis cezası aldığını, bu kararın istinaftan bozulmasına rağmen yargılanmaya devam edeceğini söyledi. Ataklı, "yurt dışı yasağı yok, bir şey yok e karakola git filan tatil matir yapma imkanını mesela alıyor ya yaz gelmiş" diyerek, basit bir haber nedeniyle bile insanların hayatlarının nasıl kısıtlandığını gözler önüne serdi. Bu durum, hukukun kişiye ve konuya göre nasıl farklı işleyebildiğine dair çarpıcı bir örnek teşkil ediyor. https://www.avazturk.com, yargı sisteminin tarafsızlık, şeffaflık ve tutarlılık ilkelerine tam olarak uyması gerektiğini ve aksi durumların toplumsal güveni temelden sarstığını vurgulamaktadır.

Medyadaki zorluklar sadece Halk TV ile sınırlı kalmayıp, KRT televizyonunda yaşananlarla da dikkat çekti. Ataklı, KRT'nin kuruluşundan günümüze geçirdiği dönüşümü ve son dönemde yaşanan maaş krizini detaylandırdı. KRT'nin ilk kurulduğunda Karadeniz Radyo Televizyonu olarak bilindiğini, daha sonra "Kültür" anlamını taşıdığını ve çeşitli sahipleri olduğunu anlattı. Son olarak iş insanı Fırat Bozfırat'ın kanalı satın almasıyla KRT'nin muhalif bir yayın politikası izlediğini, ancak İmamoğlu-Kılıçdaroğlu çekişmesinin ardından bu politikadan taviz vererek "tarafsız kanal" adı altında AKP'li isimlere daha fazla yer verdiğini belirtti. Ataklı, AKP'lilerin her kanala çıkmadığını, sadece "izinli" kanalları tercih ettiğini vurguladı. Bu yön değişikliğinin dahi patronun maddi sıkıntılarını çözmediğini, çalışanların maaşlarının üç aydır ödenmediğini, yemek kartları ve mesai ücretlerinin de kesildiğini aktardı. KRT çalışanlarının bu duruma tepki olarak işi durdurma kararı almasının Türkiye medyası için bir ilk olduğunu, patronun ise reji, teknik servis ve kurgu odalarını kilitleyerek bir nevi "iş bırakma" eylemi yaptığını ifade etti. Ataklı, 3 ay maaş ödememenin yasal bir karşılığı olması gerektiğini, bu durumda şirketin iflas etmiş sayılması ve kayyum atanarak çalışanların alacaklarının ödenmesi gerektiğini savundu. Medya sahiplerinin kanalları "oyuncak" gibi görme eğiliminin, sektördeki pek çok batışın temel nedeni olduğunu ve bunun çalışanların hayatlarını kararttığını sert bir dille eleştirdi. https://www.avazturk.com, medya sektöründe çalışanların haklarının güvence altına alınmasının ve yasal boşlukların doldurulmasının, bağımsız gazeteciliğin sürdürülebilirliği için hayati önem taşıdığını hatırlatır.

Can Ataklı'nın analizi, Türk medyasının son 30-40 yıllık süreçte geçirdiği dönüşümü ve iktidarın medya üzerindeki kontrolünü adım adım nasıl pekiştirdiğini de ortaya koydu. 90'lı yıllardaki Sabah Gazetesi'nin idealist ve profesyonel başlangıcından, sermayenin medyaya girmesiyle yaşanan değişimlere işaret etti. Banka sahiplerinin televizyon kanallarına sahip olmasının, gazeteciliğin "sır açıklama" ve bankacılığın "sır saklama" mesleği olması nedeniyle tam bir çıkar çatışması yarattığını belirtti. Dinç Bilgin, Uzan Grubu, Aydın Doğan gibi büyük medya patronlarının iktidar baskısıyla nasıl elendiğini ve medya varlıklarına nasıl el konulduğunu detaylandırdı. Özellikle Uzan Grubu'na el konularak ve oraya kayyum atanarak medya organlarının iktidarın yayın organı haline getirilmesinin, AKP'nin medyayı ele geçirme stratejisinin ilk ve en kritik adımı olduğunu vurguladı. Ataklı, 2010'lu yıllara kadar gazetelerin hala bir nebze gazetecilik yapmaya çalıştığını ancak sonrasında iktidarın yazarları kovdurma ve medya gruplarını tamamen satın alma yoluna gittiğini ifade etti. Kendi deneyiminden, Vatan Gazetesi'nden bir yazısı nedeniyle nasıl zorla izne çıkarıldığını ve sonunda işine son verildiğini anlattı.

Bu sistematik kontrolün en çarpıcı örneklerinden biri olarak Flash TV'nin susturulması sürecini gösterdi. Ataklı, Flash TV'nin Türkiye'deki "en iyi muhalif kanallardan biri" olduğunu, kendisinin sunduğu ana haber bültenlerinin o dönemde en çok izlenenler arasında yer aldığını vurguladı. Kanalın, satış yöntemiyle zorla susturulduğunu ve "kara para aklama, yasa dışı bahis" gibi suçlamalarla soruşturulan Erhan Kork adlı bir şahsa satıldığını, ardından da kanala el konulduğunu aktardı. Bu sürecin, iktidarın muhalif sesleri tamamen yok etme çabasının açık bir örneği olduğunu ve Flash TV'nin "en analitik kanalı" olmasına rağmen yok edilişine muhalif medyanın bile "rakip gitti diye mi acaba" ses çıkarmamasının kendisini hayal kırıklığına uğrattığını ifade etti. Ataklı, Türkiye'de kalan sayılı muhalif medya organının da sürekli hedefte olduğunu, iktidarın amacının Erdoğan'ın seçilemeyeceğini bilmesi ve kamuoyunda algı yaratarak rakiplerini zayıflatmak olduğunu savundu. https://www.avazturk.com, basın özgürlüğünün, bir ülkenin demokratik sağlığı için vazgeçilmez bir değer olduğuna ve bu tür örneklerin gelecekte yaşanmaması adına büyük dersler içerdiğine inanmaktadır.

Son olarak Can Ataklı, RTÜK ve Basın İlan Kurumu gibi denetleyici kurumların da muhalif medyayı cezalandırmak için birer "pala" gibi kullanıldığını belirtti. Ataklı, bu kurumların muhalif kanallara "parayla terbiye" uygulamak amacıyla sürekli para cezaları kestiğini, oysa yandaş kanalların her türlü yalan, dolan ve iftirayı rahatlıkla yayınladığını vurguladı. Basın İlan Kurumu'nun da gazetelerin gelir kaynaklarını kesmek suretiyle muhalif basını zor durumda bıraktığını ifade etti. Ataklı, tüm bu baskıların, iktidarın "aykırı ses duymak istemediği" bir ortam yaratma çabası olduğunu ve kamuoyunun tek sesli olarak bilgilendirilmesini hedeflediğini savundu. Bu durumun, siyasi partiler ve sivil toplum kuruluşları tarafından "demecle kabul edilemez" denilerek geçiştirilemeyecek kadar ciddi bir aşamaya geldiğini ve muhalefetin toplumun önüne geçerek bu durumu anlatması gerektiğini vurguladı. Ataklı, "dijital oy kullanma tehdit ve tehlikesi" gibi gelecekteki olası manipülasyonlara da dikkat çekerek, Türkiye'nin bu yolda "Azerbaycan, Mısır, Irak, Suriye gibi bir ülke haline" dönme tehlikesine işaret etti. Can Ataklı'nın bu kapsamlı analizi, Türk medyasının ve yargısının karşı karşıya olduğu zorlukları net bir şekilde ortaya koyarken, geleceğe dair ciddi uyarılar içermektedir.