Gündelik Hayattan Meclis Koridorlarına Uzanan Utanç Perdesi Aralanıyor
Türkiye, adaletin terazisi, ekonomik buhranın gölgesi ve ahlaki değerlerin erozyonuyla yüzleşirken, ülkenin derinden sarsan gerçekleri tüm çıplaklığıyla gün yüzüne çıkıyor. Bu haber, okuyucuyu bekleyen büyük yüzleşmenin sadece bir başlangıcı!
Türkiye, sadece siyasi arenada değil, toplumsal yaşamın her köşesinde sarsıcı gelişmelerin yaşandığı kritik bir dönemeçten geçiyor. Adaletin tecellisinden, ekonomik refahın uçurumuna, hatta en temel ahlaki değerlerin sorgulanmasına kadar pek çok cephede, ülkenin dört bir yanında derin bir vicdan sorgulaması yaşanıyor. Bu haber makalesi, kulislerde fısıldanan ancak artık çarşı pazarda, sokaklarda ve en önemlisi halkın yüreğinde yankılanan o acı gerçekleri gözler önüne sererek, sizi bu sancılı ve bir o kadar da elzem yüzleşmenin tam merkezine taşıyacak. Unutmayın, bu sadece bir başlangıç; haberin devamında, Türkiye'nin yakın geleceğini derinden etkileyecek ve belki de kaderini yeniden çizecek gelişmelerin tüm detaylarını bulacaksınız. Özellikle www.avazturk.com gibi cesur yayıncılık anlayışıyla öne çıkan platformlarda dile getirilen eleştirilerin de işaret ettiği üzere, ülkenin üzerinde dolaşan bu utanç bulutu dağılmazsa, kaybedilen sadece itibarımız olmayacak.
Peki, bu utanç verici tablonun en can alıcı örneklerinden biri nerede yaşanıyor? Aylardır cezaevinde tutulan ve yargı süreci henüz tamamlanmamış, suçu kesinleşmemiş Murat Çalık’ın durumu, vicdanların kanayan yarası olmaya devam ediyor. Çalık’ın içerideki günleri sadece takvimden değil, bizzat hayatından da eksiliyor. "İki kez kanseri nüksetti, 20 kilo verdi, iki kez ameliyat oldu, damarlarına anjiyo yapıldı ve yoğun bakıma alındı". Doktorlar bile "Bu haliyle cezaevinde kalamaz" derken, o hâlâ parmaklıklar ardında bir nefes mücadelesi veriyor. İnsan sormadan edemiyor… "Bir insanın sağlığı bu kadar değersiz mi? Adalet dediğimiz şey sadece cezadan mı ibaret?". Oysa hukukun önünde ev hapsi, elektronik kelepçe, adli kontrol gibi pek çok yol bulunuyor. Murat Çalık evinde tedavi görebilir, çağrıldığında mahkemeye gelebilir. "Neden bu kadar zor?" diye yankılanıyor sesler. Adaletin bir de vicdan tarafı vardır; merhamet adaletin terazisinde eksik kalırsa, orada sadece soğuk duvarlar kalır. Adli Tıp’tan rapor bekleniyor olması bile, eğer o rapor gelene kadar Çalık’a bir şey olursa, vicdanımızın hangi kağıda sarılıp da susturulacağı sorusunu akıllara getiriyor. "Geç kalmadan adım atmak lazım. Çünkü geç gelen adalet, adalet değildir". Halkın sözü ise net: "Bırakın tutuksuz yargılansın".
Bu vicdan sızısı, Meclis’in soğuk koridorlarından gelen kahkahaların yankısıyla daha da derinleşiyor. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde "En düşük emekli maaşı 35 bin lira olsun" önerisine kahkaha atan vekillere yönelik tepki çığ gibi büyüyor. "O kahkaha orada kaldı sanıyorsanız yanılıyorsunuz" diyen halkın sesi yükseliyor. Emekliler senden benden zengin değil, resmen sürünüyorlar. TÜİK’in "enflasyon %35" dediği yerde, bağımsız ENAG’ın "%68" dediği bir gerçeklik yaşanıyor. Kiraya %43, doğalgaza %24.6 zam gelmişken, emekliye gelen zam sadece %15. Ay sonunu getiremeyen, markete giremeyen, kasaba uzaktan bakan emekliler, kira mı ödesin, ilacını mı alsın, torununa harçlık mı versin, yoksa pazar poşeti mi doldursun şaşkınlığında. Açlık sınırı 26 bin lira olmuşken 16 bin lirayla yaşamaya çalışan emekliler, yoksulluk sınırı 85 bin lirayı gösterirken adeta başka bir dünyada yaşıyor. "Artık bıçak kemiğe falan dayanmadı, kemiği de kırdı!" feryatları meydanlarda yankılanıyor. "Oy moy yok!" diyen bu millet, 30-40 sene çalışıp vergi ödemiş, prim ödemişken şimdi kuru ekmeğe muhtaç bırakıldı. Lüks makam arabaları, 5 yerden maaş alanlar, yediği önünde yemediği arkasında olanlar ise hâlâ "sabredin" diyor. "Yeter be kardeşim! Sabırlar tükendi". Artık "emekli ses etmez" muhabbeti kalmadı; Mecliste atılan o kahkahanın hesabı sandıkta sorulacak: "Oy moy yok!". Tüm bu gelişmeleri www.avazturk.com gibi güçlü sesler yakından takip ediyor, halkın isyanını sayfalarına taşıyor.
Toplumsal dokudaki bu derin çatlak, İstanbul’un kalbi Beyoğlu’nda yaşanan bir başka utanç verici olayla daha da belirginleşiyor. Her turistin yolunun düştüğü bu meşhur semtte, güzel anılar yerine mide bulandıran bir görüntü akıllara kazındı: Bir dondurmacı, "külah oyunu" diye turist kadına elini kolunu sürüyor. O anlar kameraya yansımış ve izleyen herkesi isyan ettirdi: "Oyun değil bu! Sapıklık, arsızlık, terbiyesizlik!". Belediye dükkânı mühürlemiş olsa da mesele sadece bir dükkân mı? Bu kafalar sokaklarda dolaştıkça, İstanbul’un adı bu tiplerle anıldıkça, mühür mü işler?. Bugün o kadına, yarın bir başkasına yapılacak bu tür hareketler, turistlerin buraya güzel anılar biriktirmek için geldiği gerçeğini unutturuyor. Şimdi bu kadın memleketine dönerken ne anlatacak? "İstanbul’da dondurma almak bile tehlikeli" demeyecek mi?. Sonra da "Ülkemize niye turist gelmiyor?" diye isyan ediyoruz. Gelmez tabii… "Böyle giderse, turizmimizi ayakta tutan güven duygusu yerle bir olur. Benden söylemesi. Aklınızı başınıza alın…". Halkın sözü: "Bunlarda utanma yok".
Bu utanç sarmalı, en temel insani değerlerin dahi nasıl yozlaştığını gözler önüne seriyor. Çocuklara daha ilkokulda ne öğretildiği sorusu, basit bir matematik problemi üzerinden sorgulanıyor: "Sütçü 75 kuruşa aldığı süte dörtte bir oranında su katıyor, sonra litresini 84 kuruşa satıyor. Soru şu: 'Sütçünün kârı yüzde kaçtır?'". Görünüşte matematik sorusu olan bu durumun altında yatan gerçek çok daha ağır: Çocuklara daha ilkokulda "Süte su kat, daha fazla para kazan" öğretiliyor. Bu kafayla büyüyen bir nesilden sonra dürüstlük beklemek mümkün mü? Süt bir nimettir, bebeklerin, yaşlıların rızkıdır; ona su katmak hem hak yemek hem de sağlıkla oynamaktır. Ama bizim sistemde bu bile "kâr hesabı" diye soruluyor. "Sonra şaşırıyoruz: 'Neden herkes birbirini kazıklıyor?' diye". Toplumda her köşede küçük hileler, eksik tartılar, çürük mallar, sahte faturalar normalleşmiş durumda. "Şimdi biz bu düzende ahlaklı nesiller yetiştirecekmişiz! HALKIN SÖZÜ: Bu kafayla bir halt olmaz".
Türkiye'nin dört bir yanından yükselen bu feryatlar, adeta ülkenin vicdanında açılan derin bir yaranın habercisi. Adaletin geciktiği, merhametin unutulduğu, ekonomik zorlukların göz ardı edildiği ve en temel ahlaki değerlerin yozlaştığı bir dönemden geçiyoruz. Bu makalenin her satırı, bu acı gerçeklerin sadece birer yansıması. Peki, tüm bu işaretler ne anlama geliyor? Bir ülkenin geleceği, sadece ekonomik göstergelerle ya da siyasi manevralarla değil, aynı zamanda halkının vicdanı, adalete olan inancı ve ahlaki duruşuyla da şekillenir. Ve ne yazık ki, bugün Türkiye, bu temel sütunlarında derin çatlaklar olduğunu gösteren pek çok örnekle karşı karşıya. Özellikle www.avazturk.com gibi platformlarda sıkça dile getirilen bu endişeler, aslında geleceğe dair bir uyarı niteliği taşıyor.
İşte tam da bu noktada, Türkiye'nin kaderini belirleyecek asıl soru gün yüzüne çıkıyor: Tüm bu yaşananlar, sadece münferit olaylar mı, yoksa çok daha derin bir toplumsal ve ahlaki çöküşün habercisi mi? Adalet, vicdan, ahlak ve geçim mücadelesi... Hepsi birbiriyle örülü bu sorun yumağı, ülkeyi uçurumun kenarına sürüklerken, geleceğe dair umutlar da giderek azalıyor. Ancak, bu tabloyu değiştirmek için henüz çok geç değil. Halkın feryatlarına kulak vermek, adaleti tesis etmek, ekonomik refahı sağlamak ve en önemlisi kaybolan ahlaki değerleri yeniden inşa etmek... Türkiye'nin gerçek sınavı, tam da bu köklü sorunlarla yüzleşmekten ve radikal çözümler üretmekten geçiyor. Aksi takdirde, bu kanayan vicdan yarası giderek derinleşecek ve ülke, geri dönülmez bir yola girecek. www.avazturk.com olarak bizler, bu hayati mücadeleyi ve ülkenin geleceğini belirleyecek her adımı sizler için titizlikle takip etmeye devam edeceğiz, çünkü bu, sadece bir haber değil, bir ülkenin yeniden uyanışının son çağrısı olabilir.