Hukuk Sistemi, Aile Yapısı ve Seçim Süreci Mercek Altında

Hukuk Sistemi, Aile Yapısı ve Seçim Süreci Mercek Altında

Bekir Ağırdır, Oksijen TV'ye yaptığı detaylı açıklamalarda Türkiye'deki siyasi gerilimi, yargı üzerindeki baskıları, Ekrem İmamoğlu'na yönelik operasyonları, azalan doğurganlığın sosyo-ekonomik nedenlerini ve seçim sürecine dair öngörülerini paylaşıyor.

Programda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'na yönelik son dönemdeki hamleler, iktidarın "en yeni hamlesi" olarak değerlendirilen Twitter (X) hesabının kapatılmasıyla başlayan ve irili ufaklı birçok eylemi kapsayan bir dizi operasyon olarak yorumlandı. Bu operasyonların genel kabul görenin aksine Ekrem İmamoğlu'na ve CHP'ye yaradığı, anketlerin de bunu gösterdiği belirtildi. Buna rağmen iktidarın ve Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bu adımlarda ısrar etmesinin, algının bir yerden sonra terse döneceği umuduna dayandığı düşünülüyor. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. İktidarın siyaset tarzının 94'ten hatta 2002'den bu yana "bilek bükmek" üzerine kurulu olduğu, uzlaşma veya müzakereden ziyade karşı tarafla rekabeti sertleştirdiği ifade edildi. Ancak toplumun büyük kesiminin bu operasyonların rasyonel gerekçelerine ikna olmadığı, yaklaşık üçte ikilik bir kesimin (%69) bu adımları siyasetin yargıya müdahalesi ve bir siyasi rakibi yok etme çabası olarak gördüğü vurgulandı. Henüz kitleleri ikna edecek sağlam bir delilin ortaya konmaması, bu operasyonların inandırıcılığını zayıflatıyor. Daha önce "Ahmak davası", diploma iptali meselesi gibi hukuka aykırı ve adaletsiz olduğu toplumun büyük kesimince düşünülen olayların yaşanması, bu yeni operasyonların her hafta yeni tutuklamalarla devam etmesine rağmen inandırıcılık sorununu artırıyor.

Derin Kriz Ortamında Toplumun Tepkisi

Türkiye toplumunun ve insanlarının olayları "uzay boşluğunda" değerlendirmediği, yaşanan derin ekonomik krizin, hayat pahalılığının ve işsizliğin her evi, her bireyi doğrudan etkilediği bir bağlam içinde değerlendirdiği belirtildi. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. 2017'den itibaren uygulanan başkanlık sisteminin tümüyle keyfiyete, hesap vermezliğe ve şeffaflık dışı uygulamalara dönük bir yönetim biçimi olduğu, hatta bu sistemin "yapboz" gibi sürekli değiştiği örneklendi (bakan yardımcılıklarının müsteşarlığa dönüşü, kurulların yeniden düzenlenmesi). 85 milyon nüfusu (göçmenlerle 93-95 milyon) ve 1,5 trilyon dolarlık ekonomisiyle Türkiye'nin, https://www.avazturk.com böylesine büyük bir ülkenin her gece karar değiştirerek yönetilmesinin başlı başına bir problem olduğu ifade edildi. Keyfiliğin ve yolsuzluğun yaygınlaşması, yerelleşmesi, hukuka dair kararların bile her yerelde adalet sorununu tartışılır hale getirmesi, sağlık ve eğitim sistemlerinin çöktüğü bir zamanda, en büyük siyasi rakiple ilgili iddiaların çok sağlam kanıt, delil ve belgelere dayanması gerektiği, ancak bunların ortalıkta olmadığı için toplumda bir karşılığının bulunmadığı kaydedildi. Beklenmedik bir şekilde insanların bir buçuk aydır sokaklarda olması, mitingler düzenlemesi, tepkilerini göstermesi bile, bu gidişata karşı bir rahatsızlığın ve kıpırdanmanın işareti olarak görüldü.

Kutuplaşmanın Değişen Dinamiği ve "Gri Alan"

AKP içinden bile itirazların geldiği belirtilirken (örneğin Ekrem Baki'nin istifası), anketlerin hem CHP'nin hem de AKP'nin yükseldiğini gösterdiği, bunun kutuplaştırma stratejisinin sert bir şekilde devamının fayda getirdiğini anlatıp anlatmadığı sorusuna, "Bir parça evet" yanıtı verildi. Ancak kutuplaşmanın başlangıçtaki "aşk" veya olumlu, pozitif ilişkiden (kendi tarafından olanlarla beraber olmak, onların kazanmasından mutlu olmak), gerçek dertlerin (geçim, işsizlik, eğitim, sağlık) ağırlaşmasıyla birlikte bozulduğu ve bugünkü noktanın artık bir aşk ve sadakat ilişkisinden çok, karşı tarafa "tepki" dediğimiz negatif kimliklenme, yani "nefret duygusunun" baskın yürüdüğü bir aşama olduğu ifade edildi. Aşk duygusu eskimiş olsa da, karşı tarafa yönelik olumsuz duygunun hala güçlü olduğu belirtildi. Çözülen, sadakatinden vazgeçen, duygusal ilişkisi bozulan insanlar, öbür tarafa yönelik olumsuz duyguları nedeniyle oraya hareket edemiyor ve ortada bir "gri alanda" birikiyor. Ancak bu gri alanda birikenlerin hala tanış olduğu evren ve duygusal yakınlık hissettiği yerin eski geldiği yer, yani AK Parti olduğu belirtildi. 2006-2007 gibi yıllarda AK Parti'ye veya Erdoğan'a doğrudan oy vereceğini söyleyen %41'lik kesimin, bugün 20'lere gerilediği, ancak bu eksilen 21 kişinin hemen CHP'ye yığılmadığı vurgulandı. Türkiye insanının "çekirge gibi" partiden partiye atlamadığı, AK Parti'den gönül ilişkisi çözülmüş veya sorunları çözme becerisine güveni kalmamış, Erdoğan'ın tarzını eleştiren kesimlerin ortada biriktiği ancak bazı psikolojik dirençler (siyasi, ahlaki, kültürel gerekçelerle) nedeniyle CHP'ye veya sol fikriyata, Kürt meselesine veya seküler hayat tarzına mesafeli durduğu belirtildi. Gerilim yükseldiğinde bu kitlelerin yine bildiği alana döndüğü, ancak AK Parti'nin o %41'e hiçbir zaman geri dönemediği (şimdi %20-24 arası) ifade edildi. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz.

Yeni Nesil Seçmen ve İki Kutuplu Çekim Alanı

CHP'nin AK Parti'ye göre avantajının, https://www.avazturk.com son 10 yılda seçmen olmuş genç kuşakların, başka bir hayata doğmuş olmaları ve internet yasağı, Twitter hesabı kapatılması gibi meseleleri tahayyül dünyalarının almaması, bu nedenle iktidar karşıtlığından beslenmeleri olduğu belirtildi. Gençlerin eylemliliklerinin sadece particilik üzerinden değil, kendi hayatlarına dair bir özgürlük alanını savunma ve müdahaleye itiraz etme meselesi olduğu vurgulandı. Şu anda bütün bu gerilimin muhalefetin oy oranını etkilediği, ancak ortadaki gri alandan bir miktar iktidar kanadına da dönüş gözlemlendiği, dolayısıyla gerilim tırmandıkça, hararet iki kutba doğru yükseldikçe o kutupların "mıknatıs etkileri"nin arttığı, bunun her iki tarafa (muhalefete görece daha çok) yaradığı ifade edildi. CHP'nin gri alandakilere talip olduğu, AKP'nin ise şimdilik mevcut durumla idare etme havasında olduğu yorumu yapıldı. CHP'nin meseleyi kimlik geriliminden çıkarıp gerçek hayatın dertleri, hukuksuzluk, keyfilik, özgürlükler, demokrasi, ekonomik çözümler üzerinden konuştukça gri alandakileri de çekme, yani "kapsama alanını genişletme" imkanı olduğu belirtildi.

Seçimsiz Yol Mümkün Değil, Ama Süreç Manipüle Edilecek

Tayyip Erdoğan'ın seçimsiz bir yola gitmesi ihtimalinin hala öngörüler arasında olmadığı, otoriter veya popülist iktidarların bile meşruiyetlerini toplumsal rızadan aldığı (Trump, Macaristan, Netanyahu gibi) vurgulandı. Seçimsiz bir otoriterliğin Türkiye'nin çok partili demokrasi geleneği ve halkın seçimle iktidar değiştirme deneyimi düşünüldüğünde, Irak, Mısır gibi Ortadoğu ülkelerindeki geçmiş "bağçılık" dönemlerine benzeyeceği ve bunun Türkiye'deki sağ iktidarların (popülist olsun olmasın) karakterine uymadığı belirtildi. Darbeleri yapan generallerin bile seçime gitmek zorunda kaldığı, dolayısıyla meşruiyeti başka bir yerden arama cesaretinin ve toplumsal rıza üretmenin mümkün görülmediği ifade edildi. Ayrıca Türkiye'nin küçük bir ülke olmadığı, dünya ekonomisiyle entegre olduğu, ve iktidarı oluşturan zihni koalisyonun ortaklarının (MHP, Hüdapar, ulusalcılar vb.) da böyle bir şeye razı olacağının sanılmadığı belirtildi. Bu nedenle https://www.avazturk.com seçimden ve rıza aramaktan vazgeçilmeyeceği, ancak bu seçimlerin ve sürecinin demokratik ve hukuka uygun çalışacağı anlamına gelmediği, tam tersine seçimleri yapmamak yerine sürecin anti-demokratik biçimde ve muhalefeti kısıtlayarak yapılmaya çalışılacağı öngörüldü. Örneğin Ekrem İmamoğlu operasyonunda, Türkiye'nin outdoor reklamcılık kanallarını yöneten 12 şirketin yöneticilerinin operasyona dahil edildiği, henüz iddianame ortada yokken şirketlere kayyum atandığı, bunun seçim günü muhaliflerin büyük billboardlara afiş asmasını engelleyebileceği belirtildi. Ayrıca YouTube yayınları yapan insanların bile "lisansa bağlama" çabaları, sokak röportajlarının bile hedef alınması, muhalefetin seçmenle ilişki kurmasını, eleştirilerini, vaatlerini anlatabileceği yüz yüze sokak ilişkisi dışındaki alanların kapatılması (televizyon, yazılı basın, sosyal medya) olarak yorumlandı. Yargı gerekçesi gibi görünse de iletişim kanallarını kontrol etmenin, seçmenin adaylar, seçenekler veya bilgiler hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması anlamına geldiği, dolayısıyla tez olarak seçimi yapmamak değil, seçim sürecini denetlemek, kısıtlamak ve kontrol altında tutmak üzerine bir siyaset izlendiği ifade edildi.

Keyfiliğin Normalleşmesi ve Çaresizlik Hissi

Özgür Özel'e yapılan fiziki saldırı gibi olayların münferit bireysel tepkiler gibi anlatılmaya çalışıldığı ancak buna inanmanın mümkün olmadığı, çok fazla "tesadüfün" bir arada bulunduğu belirtildi. Asıl ilginç olanın bu kadar "fütursuz ve cüretkar" olunabilmesi olduğu, belki de toplumsal rıza üretilmeye çalışılan ve normalleştirilmek istenen şeyin bu olduğu ifade edildi. Miting çağrılarına karşı hükümet destekçilerinin sokağa çıkması tehdidinin dile getirildiği, televizyonlarda aynı dilden konuşan sınırlı sayıda uzmanın yer almasının da bu normalleştirme çabasına hizmet ettiği düşünüldü. Devletin, hükümetin, sistemin seni yasalarıyla, maliyesiyle, mahkemeleriyle, medyasıyla denetleyebildiği, gerektiğinde "keyfi yollara sapılabileceği" ve bunların normal görülmesinin beklendiği, tıpkı denge denetleme mekanizmalarının yokluğu, adli yıl açılışının Külliye'de yapılması, generallerin parti genel başkanı sıfatıyla konuşan Cumhurbaşkanını ayakta alkışlaması gibi, hepsi tekli yurttaş, tekli devlet sistemini savundukları için, bu sistemin bir parçası olarak devletin ya da iktidarın seni formal ya da informal yollarla cezalandırmasının "meşru ve doğal" olduğunun normalleştirilmeye çalışıldığı ifade edildi. Bu durumun en ürkütücü yanının, bu kadar doğallaştırılarak konuşulabilir hale gelmesi olduğu, çünkü böyle devasa bir gücün karşısında her bir bireyin son derece çaresiz ve savunmasız kalacağı vurgulandı. Osman Kavala'nın terör veya kalkışmayla hiçbir delili olmamasına rağmen 8 yıla yakın hapiste olması ile iki evladını doğrayan bir adamın 16 yılda çıkması, veya Ayşe Barım'ın 30 yıldan yargılanması gibi örneklerin, hepimizin böyle bir hukuk sistemine alışmamızın istendiği algısı yarattığı belirtildi. Gündelik hayatta da (karşılıksız çek, ev sahibi-kiracı anlaşmazlıkları gibi) https://www.avazturk.com başka güçlerin (çek senet tahsilcisi, mafya) devreye girmeye başladığı, keyfiliğin bu kadar yayılır ve normalleşirse giderek oraya doğru gidileceği uyarısı yapıldı. Önümüzdeki en büyük tehlikenin, hukukun üstünlüğüne olan inancın zaten düşükken daha da düşüyor olması ve şiddetin (trafikteki görüntüler, kadına şiddet) artması olduğu, bu "cüretkarlığın ürkütücü" olduğu ifade edildi.

Seçim Sistemi Değişiklikleri ve %50+1 Tartışması

Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli'nin uzun süre sonra baş başa görüşmesinde, Erdoğan'ın üçüncü kez seçilebilmesinin yolunu açacak anayasa değişikliği konuşulduğu haberleri hatırlatıldı. Daha önce yapılan yorumlarda, üçüncü kez aday olabilmek için meclisten seçim kararı gerektiği ve mecliste erken seçim kararının 1,5 yıldır o kadar tartışıldığı ve kabullenildiği ki, ne zaman meclise gelse muhalefetin nasıl hayır diyeceğinin siyaseten kolay olmadığı, bu fikrin "piklen" (belli bir seviyeye gelip) satın alındığı belirtilmişti. Ancak şimdi tek başına Tayyip Bey'in aday olabileceği fikrinin yasal gereklilikleri tamamlanmamış olsa da "kabul edildiği", ama başka şeylerin de tartışıldığı öngörüldü. En önemli tartışma konularından birinin "%50+1 kuralını değiştirelim mi" meselesi olduğu, iktidarın ne yaparsa yapsın bugünden %50+1'e yeniden ulaşmasının zor göründüğü belirtildi. 2022'de de zor görünmesine rağmen 2023 seçimlerine doğru manipülasyonlarla akışın değiştiği, ancak bugün koşulların daha ağır olduğu ifade edildi. İktidarın bu toplumsal gidişatı siyaseten lehine büküp bükemeyeceğinden emin olunamadığı, https://www.avazturk.com ancak küresel ve bölgesel dinamiklerin iktidara fırsat alanı açtığı da kaydedildi. Parlamenter sisteme dönüş gibi fikirlerin iktidar kanadında tartışıldığını sanmadığı, Devlet Bahçeli'nin pozisyonunun net olduğu ve başkanlık sisteminden yana olduğu belirtildi. Dolayısıyla ihtiyacın üçüncü dönem adaylığı için gereken anayasa değişikliği değil, başkan seçilebilmek için gereken koşulları değiştirmek yolunda bir anayasa değişikliği arzusu olabileceği ifade edildi.

Doğurganlık, Aile ve Bekanın Yanlış Adresi

Programda, Bekir Ağırdır'ın Oksijen'de yazdığı, doğurganlık, aile anlayışı ve bekanın ne olduğu üzerine bir yazısına atıfta bulunuldu.Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. Sağlık Bakanı'nın "çocuksuz aile olamaz" şeklindeki çıkışının hatırlatılması üzerine, iktidarın değişimi anlamamaya devam mı ettiği sorusuna "değişimi anlamamak değil, değişimi başka türden bükebileceğini ya da manipüle edebileceğini varsayıyor ya da umuyor" yanıtı verildi. Bazı değişimlerin insan iradesinden bağımsız, objektif yaşam koşullarının somut olarak değişmesiyle gerçekleştiği, fikirlerin, teorilerin bu koşullar değiştiği için değiştiği belirtildi. İktidarın aile meselesine ahlakçı bir yerden baktığı ve "üç çocuk" gibi teşvikler sunduğu bilinse de, Türkiye'de ve dünyada doğurganlık oranlarının düşük olduğu, evlenme yaşının 28-29'lara gerilediği, çocuk sahibi olma yaşının 30'u aşıp 35'lere yaklaştığı, bunun en önemli sebeplerinden birinin "somut maddi koşullar" olduğu vurgulandı. 40 yıl önce evlenip taksitle ev eşyası almak, kooperatife girip ev sahibi olmaya başlamak mümkünken, bugün iyi bir üniversite mezununun bile asgari ücretin ancak iki katı bir ücretle işe başlayabildiği, İstanbul gibi bir metropolde 40.000 TL civarı kira vereceği düşünüldüğünde, koltuk taksidi, ev taksidi ödeme veya tasarruf yapma ihtimalinin kalmadığı belirtildi.

Ev Sahibi Olmak ve Çocuk Sahibi Olmak Arasındaki İlişki

2024 veri araştırmalarının en önemli bulgularından birinin, çocuk sahibi olmak veya ebeveyn olmak dürtüsünün en büyük korelasyonunun https://www.avazturk.com "ev sahibi olmakla ilintili" olduğu, başının üstünde çatısı olan ve kendini "emniyette" hisseden insanların anne baba olduğu, kendini emniyette hissetmediği bir hayata çocuk doğurmayı düşünemediği ifade edildi. Metropol hayatının doğal sonucu olan bu durumun (akrabalık ilişkilerinin zayıflaması, evlerin küçülmesi), insanların keyfinden değil, arsa ve konut değerlerinin yükselmesi, maliyetlerin artması gibi somut koşullardan kaynaklandığı belirtildi. Küçük evlerde anneanne veya babaanne ile yaşama ihtimali kalmadığı için, genç evli çiftlerin çocuk sahibi olduklarında çocuğa kimin bakacağı sorununun ortaya çıktığı, bakıcı ücretinin ev kirası kadar veya daha fazla olabildiği, dolayısıyla kreş olmadan, konut meselesi çözülmeden, sağlık ve eğitim konusunda kendini emniyetli hissetmeden çocuk sahibi olmanın zaten mümkün olmadığı vurgulandı.

Objektif Koşullar Karşısında Dini Referansların Yetersizliği

Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. İktidarın, bütün bu akışı birtakım dini ve ahlaki referanslarla manipüle edebileceğini varsaydığı, metropollere geldikçe ataerkillik, dayanışma mekanizmaları, üç kuşak bir arada yaşama gibi yapıların bozulduğu, evet bununla değişimin yaşandığı, ancak bunun yerine olması gerekenin hukukun ve yeni toplumsal normların, kurumların, kuralların ona göre düzenlenmesi olduğu belirtildi. Bunlar olmayınca, çözülen referansların yerine dini referanslar konulmaya çalışılmasının, bu referansların daha güçlü olacağı varsayımına dayandığı ancak bunun mümkün olmadığı ifade edildi. Metropol hayatının ritminin (mesai saatleri, yolda geçirilen vakit) dini ritüelleri bile aksattığı, beş vakit namaza yetişmenin bile zorlaştığı, https://www.avazturk.com kaza namazına vakit kalmadığı örnekleriyle anlatıldı. Her şeyi yeniden dini referanslara bağlamak ve buradan yürümek mümkün değil. Yapılması gerekenin, hayat ritminin doğal, objektif, somut koşulları değişiyorsa, bunlara uygun yeni kurumları, kuralları ve toplumsal normları tanımlamak ve inşa etmek olduğu vurgulandı. Sosyal devletin inşa edilmesi, insanların gelecek güvencesi sağlayacak bir istihdam politikasının ve ekonomi politikasının olması gerektiği belirtildi. Çalışabilir nüfusun yarısının istihdama dahil olmadığı, çalışan her dört kişiden üçünün işini kaybederse yeniden iş bulamama korkusuyla çalıştığı bir ortamda, "doğur abi" demenin anlamlı olmadığı, kendini güvende hissetmeyen insanların anne baba olmasının beklenemeyeceği ifade edildi.

Komplo Teorileri ve Çözüm Önerileri

Doğum kontrolünün art niyetli projeler veya komplo teorileriyle açıklanmaya çalışılması gibi savunmaların, İsraillilerin Covid aşısıyla Türkleri kısırlaştırdığı gibi komplo teorilerine inanmaya yatkınlığı artırdığı, Türkiye'de bilim dışı fikirlere yatkınlığın yarıyı geçtiği, bunun asıl problem olduğu belirtildi. Doğurganlığı belirleyen şeyin hayatın ritmi olduğu, gelecekte istihdam edilecek genç kalmayacağı veya nüfus azaldığı için talebin düşeceği endişeleriyle yırtınmaya gerek olmadığı, hala kadınların yarısının ev kadınıyım dediği, kadınların çalışması için formal kuralları, ücret koşulları yerinde, çalışma koşulları denetlenmiş ekonomi politikalarıyla kadınları üretime ve hayata dahil etmenin bile sözü edilen problemlerin çözümü için yeterli olabileceği, dolayısıyla sihirli ve ulvi çözümler aramaya gerek olmadığı ifade edildi.

Bekir Ağırdır'ın Oksijen TV'deki bu değerlendirmeleri, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu çok katmanlı sorunlara ışık tutarken, siyasi gerilimin, hukuki keyfiliğin ve sosyo-ekonomik koşulların toplum üzerindeki derin etkilerini bir kez daha gözler önüne serdi.