Kapılar Çalınıyor, Sırlar Perdeliyor ve Gelecek Belirsizliğe Sürükleniyor!
Gazeteci Oğuz Bakır'ın ev hapsi, yargıdaki çatlaklar, cinayetlerin ardındaki sırlar, eğitimdeki fiyaskolar ve Orta Doğu'nun kanayan yaraları... Türkiye'nin kimlik ve adalet mücadelesi çetin bir virajda. Bu kapsamlı haber makalesi, ülkenin temel meseleleri
Değerli okuyucularımız, Türkiye'nin gündemi her zamankinden daha kaynar, daha sancılı konularla dolu. Bugün sizinle paylaşacağımız bu derinlemesine haber makalesi, sadece bireysel vakaları değil, aynı zamanda toplumun ve devletin temel dinamiklerini sarsan olaylar zincirini mercek altına alıyor. Her bir olay, Türkiye'nin geleceğine dair büyük soruları beraberinde getirirken, adalet, özgürlük ve eşitlik kavramlarının nasıl sınandığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Lütfen dikkatle okuyun, çünkü bu makale, ilk paragraftan itibaren devam eden ve sizi son ana kadar soluksuz bırakacak gerçekleri içeriyor.
Son günlerin en çarpıcı ve endişe verici olaylarından biri, gazeteci Oğuz Bakır'ın ev hapsi kararı ile yaşandı. Figen Çalıkuşu, YouTube kanalında yayımlanan videoda, Oğuz Bakır'ın sabah 06:10'da 8 polis memuru tarafından evinde gözaltına alındığını, tüm dijital materyallerine el konulduğunu ve evinde arama yapıldığını aktarıyor. Konuşmacı, Bakır'ın güncel "beyaz Toroslar" tartışmasıyla ilgili bir haber metnini sosyal medyasında paylaştığını, ancak bu paylaşımın hiçbir hakaret ya da suç unsuru içermediğini vurguluyor. Anayasa'da yazan ifade ve basın özgürlüğüne vurgu yapan Çalıkuşu, mesleğini icra eden bir gazetecinin bu şekilde hedef alınmasının şaşırtıcı olduğunu belirtiyor. Benzer paylaşımları yapan başka gazetecilerin de gözaltına alındığını veya ifadeye çağrıldığını ekleyen Çalıkuşu, Oğuz Bakır'ın emniyet ifadesi sonrası savcılığa sevk edildiğini ve savcının ifade almadan, hakimliğin ise sorguyu dosya üzerinden yaparak ev hapsi kararı verdiğini ifade ediyor. Bu durum, konuşmacıya göre, "hukukun yok sayıldığı, alçaltıldığı kararların" her birimizin hayatını olumsuz etkilediğini gösteriyor.
Figen Çalıkuşu, "beyaz Toros" meselesinin garip bir boyutu olduğunu da dile getiriyor. Özgür Özel'in mitingdeki açıklamaları sonrası başlatılan soruşturma ve bu soruşturmayı yürüten savcının isminin medya üzerinden duyurulması, konuşmacıda şüphe uyandırıyor. Ahmet Hakan'ın Hürriyet Gazetesi'ndeki köşesinde kullandığı ifadelere dikkat çeken Çalıkuşu, Hakan'ın, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "beyaz Toroslar yanlıştı" demesinden hemen sonra bir yargı bürokratının makam masasına "beyaz Toros" maketi yerleştirmesini "ülkenin Cumhurbaşkanı'na kafa tutmak" ve "Erdoğan'ı hedef almak" olarak yorumladığını aktarıyor. Bu ardı ardına gelen olayların bir "gariplik" içerdiğini ve "yargıda çatlak mı var?" sorusunu akıllara getirdiğini belirten Çalıkuşu, bir hukuk devletinde bu tür durumların kabul edilemez olduğunu ifade ediyor. Türkiye'deki bu hukuki süreçlere dair daha fazla bilgi edinmek için güvenilir haber kaynaklarını takip edebilir, örneğin https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Konuşmacı, hukuktaki bu açmazları daha da derinleştiren başka bir vahşet öyküsüne geçiyor: Kadın cinayetleri ve adaletin yavaş işleyişi. "Kaç tane daha kadın katledildiğinde eylem planı başlayacak?" diye soran Figen Çalıkuşu, kadınların "vahşetin şiddeti vites arttırarak" katledilmeye devam ettiğini üzüntüyle dile getiriyor. Üniversite öğrencisi Ayşe'nin katil şüphelisi Cemil Koç olayına odaklanan Çalıkuşu, Koç'un soğukkanlı ifadeleri ve inkarının ardından, bu kişinin geride bıraktığı başka bir vahşet öyküsünün yavaş ve gizli bir şekilde ilerlediğini aktarıyor. Ayşe'yi katletmeden sadece iki gün önce, Cemil Koç hakkında imam nikahlı birlikte yaşadığı Ejegül Ovezova'nın 8. kattan düşerek ölmesiyle ilgili bir iddianamenin çıktığına dikkat çeken Çalıkuşu, bu iddianamede adli tıp raporları, tırnak altı DNA örnekleri ve kan lekeleri gibi ciddi delillerin bulunduğunu belirtiyor. Ancak tüm bu delillere rağmen, savcının "kadına karşı kasten adam öldürme" suçundan dava açmasına karşın, Cemil Koç hakkında yakalama kararı çıkarılmadığını ve bu sayede elini kolunu sallayarak gezmeye devam ettiğini ve Ayşe'yi de katlettiğini ifade ediyor. Konuşmacı, Cemil Koç'un eski bir polis memuru olduğu ve uyuşturucu iddialarıyla ihraç edildiği söylentilerine değinerek, "Bir koruma mı var yoksa Cemil Koç'un başka görevleri hala devam mı ediyor?" sorusunu soruyor, bu durumun anlaşılır gibi olmadığını vurguluyor. "Bir tweet atan gazetecinin kapısı sabah 6'da çalınırken, katliam yapan bu kişinin neden serbest olduğu" sorusuyla hukuki rezalete isyan ediyor.
Adaletteki bu çarpıklıkların yanı sıra, Türkiye'nin geleceği için büyük önem taşıyan eğitim sistemindeki ciddi başarısızlıklar da gündeme geliyor. Figen Çalıkuşu, Liselere Geçiş Sınavı (LGS) sonuçlarına dikkat çekerek, çocukların matematikte 6.65, fende 4.60 ve tarihte 6.33 net gibi düşük başarılar elde ettiğini, 40 soruda (veya 20 soruda) bu denli bir başarısızlığın kabul edilemez olduğunu belirtiyor. Konuşmacı, bu durumun "Türkiye yüzyılının acayip eğitim modeli" gibi iddialarla çeliştiğini ve müfredat değişikliklerine rağmen sonucun ortada olduğunu vurguluyor. Ayrıca, sınav kitapçıklarının sızdırıldığı iddiaları üzerine 29 kişinin görevden alındığını ve Milli Eğitim Bakanlığı'nda 5 yıldır Bilgi İşlem Genel Müdürlüğü koltuğunda oturan üst düzey bir bürokratın da görevden el çektirildiğini belirten Çalıkuşu, "Her şey normalse niye bu görevden almalar?" diye sorarak, kamuoyundan neyin saklandığını sorguluyor. Konuşmacı, "paralel Milli Eğitim Bakanlığı'na benzer bir yapı mı oluştu?" endişesini dile getiriyor ve feda edilenin "geleceğimiz, yavrularımız" olduğunu altını çiziyor.
Siyasi arenada da sarsıcı gelişmeler yaşanıyor. CHP Kurultay davasının bilmecesi, yargının içine düştüğü kaosu bir kez daha gözler önüne seriyor. Figen Çalıkuşu, kurultayda "şaibe" iddialarıyla açılan biri Asliye Ceza, diğeri Asliye Hukuk olmak üzere iki ayrı davadan bahsediyor. Özellikle Asliye Ceza Hakimi'nin önce "görevsizim" diyerek rüşvet iddiasıyla dosyayı Ağır Ceza'ya göndermesi, Ağır Ceza'nın ise "rüşvet yok" diyerek geri çevirmesiyle başlayan süreçte, görev uyuşmazlığının başka bir Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedildiğini aktarıyor. Ancak bununla yetinmeyen Asliye Ceza Mahkemesi'nin İstinaf'a başvurduğunu, oradan da red gelince Adalet Bakanlığı aracılığıyla "kanun yararına bozma" istediğini, en son olarak ise "itiraz üzerine verilen karar kesindir" hükmünün Anayasa'ya aykırı olduğunu iddia ederek Anayasa Mahkemesi'ne başvurduğunu dile getiriyor. Bu durumun süreci en az 5 ay erteleyeceğini belirten Çalıkuşu, Asliye Hukuk Mahkemesi'nin de bu sonucu beklediğini ve tüm bu sürecin "nasıl bir oyun" olduğunu sorguluyor. Konuşmacı, bu gecikmelerin ve yargıdaki çatışmaların CHP içindeki kavgaları körüklediğini ve birilerinin kazanç hanesine yazıldığını ifade ediyor.
Ve şimdi, Türkiye'nin geleceği için en kritik tartışmalardan birine geliyoruz: Vatandaşlık tanımı ve Devlet Bahçeli'nin tartışma yaratan önerisi. Figen Çalıkuşu, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Türk, Kürt, Arap" sentezinden bahsettiğini hatırlatarak, Türkiye'nin "eşit yurttaşlığı" bir türlü geliştiremediğini, temel hak ve özgürlükler üzerinden siyaset yapıldığını belirtiyor. İsmail Saymaz'ın köşesinde yazdığı ve Bahçeli'den yalanlama gelmeyen bir habere dikkat çeken Çalıkuşu, Bahçeli'nin MHP milletvekilleriyle yaptığı kapalı bir toplantıda, milli bütünlük ve kardeşlik hukuku bağlamında, "Cumhurbaşkanı iki yardımcısı olsun, biri Kürt diğeri Alevi olsun" dediğini aktarıyor. Konuşmacı, eğer bu öneri doğruysa, bunun Türkiye'yi "hukuk devleti ve vatandaşlık hedefinden tamamen kopardığını" dile getiriyor. Atatürk'ün Batı'yı işaret etmesinin eşitlik, insan hakları ve ayrımcılık olmaması anlamına geldiğini hatırlatan Çalıkuşu, bu önerinin "Atatürkçülükten vazgeçmek" ve "Orta Doğulaşmak" anlamına gelip gelmediğini sorguluyor, Levent Gültekin'in sıkça bahsettiği "Lübnanlaşmak" kavramına atıfta bulunuyor.
Bu önerinin başka pek çok soruyu da beraberinde getirdiğini ifade eden Figen Çalıkuşu, "Ermeni, Rum, Yahudi gibi başka vatandaşlarımız da var," diyerek onların durumunu soruyor. Dahası, "vatandaşlık tanımı mı değişecek, kimliklerimizde Kürt, Türk, Arap mı yazacak?" gibi endişeli sorular yöneltiyor. Konuşmacı, Türkiye'nin 100 yılı tamamlamışken daha bütünleştirici, kapsayıcı bir demokrasi inşa etmek yerine "geri geri geri geri" gittiğini belirtiyor. Almanya örneğini veren Çalıkuşu, orada Türk veya Kürt kimlikli kişilerin, Alman vatandaşı olmaları ve eşit vatandaşlık haklarına sahip olmaları sayesinde belediye başkanı ya da bakan olabildiklerini, ancak kimlikleri yüzünden değil, liyakat ve halk desteğiyle seçildiklerini vurguluyor. Bu durumun "tehlikeli bir sürecin kapılarını araladığını" ve eşit vatandaşlık yerine kimlikler üzerinden ayrımın, "çoğulculuk ve demokrasi" çıkaramayacağını sert bir dille ifade ediyor. Annesi Kürt, babası Türk olan birinin nasıl ayrılacağını soran Çalıkuşu, "terörsüz Türkiye" sürecinde bile eşit vatandaşlık yerine kimliklerin öne çıkarılmasının "çok sakıncalı" olduğunu belirtiyor. Cumhurbaşkanı'nın da hangi kimlikten olursa olsun liyakatle makama gelmesi gerektiğini, Kürt veya Türk olduğu için değil, halkın desteğiyle olması gerektiğini savunuyor.
Orta Doğu'daki kaosa da değinen Figen Çalıkuşu, Suriye'deki çatışmaların ve mezhepsel ayrılıkların korkunç boyutlara ulaştığını belirtiyor. El-Şara'nın (HTŞ lideri) geçmişteki radikal İslami kimliğine rağmen nasıl öne çıktığını sorgulayan Çalıkuşu, Esad'ın Şii, İran ve Hizbullah'ın destekçisi olduğunu hatırlatarak, HTŞ'nin Esad'ı devirmek için kullanılmasının "çok anlamlı" olduğunu belirtiyor. ABD'nin El-Şara'nın ve HTŞ'nin aslında ne olduğunu bildiği halde neden destek verdiğini sorgulayan konuşmacı, bu durumun farklı inanç ve etnik kimlikleri kucaklayacak demokratik bir sistem kurma vaadiyle çeliştiğini ifade ediyor. Alevilerin ardından Dürzilere yapılan saldırılara ve İsrail'in bombalamalarına değinen Çalıkuşu, El-Şara'nın hâlâ Dürzileri suçladığını belirtiyor. İngiliz destekli bir insan hakları örgütüne göre 600 ila 900 kişinin bu çatışmalarda öldüğünü aktaran Çalıkuşu, "Müslümanlar Müslümanlara" bunu yaparken dış düşmana gerek olmadığını, eğer ülke yöneticileri belli bir inanç veya mezhep ideolojisini dayatma yanlısıysa, düşmanın içeride olduğunu vurguluyor. Suruç Katliamı'nı hatırlatan Çalıkuşu, Ortadoğu'daki mezhepsel ve dinsel çatışmaların sürmesinin özellikle İsrail'in işine geldiğini belirtiyor.
Figen Çalıkuşu, ABD'nin Suriye'deki stratejilerine de değinerek, The Times of Israel'in "İsrail'in Suriye'deki stratejisi Dürzileri savunmak, Kürtleri korumaktır. Kürtler için bağımsızlık hem stratejik gereklilik hem ahlaki zorunluluktur" açıklamasını aktarıyor. Geçen hafta çok konuşulan Amerikan Büyükelçisi Tom Barak'ın açıklamalarını hatırlatan Çalıkuşu, Barak'ın Anadolu Ajansı ve CNN'den önce Associated Press'e verdiği demeçte, "SDG bizim müttefikimiz, PKK terör örgütü ama SDG bizim müttefikimiz" dediğini ve Türk medyasının bunu görmezden geldiğini belirtiyor. Dahası, Tom Barak'ın Suriye'deki Amerikan elçiliğinin sayfasından duyurulduğu üzere, SDG Genel Komutanı Mazlum Abdi ile bir araya geldiğini, "tüm Suriyeliler için barışçı, müreffeh, kapsayıcı ve istikrarlı bir gelecek" için pratik adımları görüştüklerini ve "birlik zamanının şimdi olduğu" konusunda mutabık kaldıklarını aktarıyor. Büyükelçi'nin General Mazlum'a liderliği ve SDG'nin IŞİD ile mücadeledeki ortaklığı için teşekkür ettiğini de ekleyen Çalıkuşu, Türkiye'nin "saçma sapan tartışmalarla oyalandığını" ve orada hiçbir şeyin değişmediğini iddia ediyor.
Sonuç olarak, Figen Çalıkuşu, Türkiye'nin hem iç hem de dış politikada kritik bir yol ayrımında olduğunu vurguluyor. ABD'den Şam yönetimine cihatçıları durdurma çağrısı yapıldığını belirten Çalıkuşu, kapsayıcı ve barışçıl bir Suriye arayışının zorluğunu ve stratejik oyunların devam ettiğini ifade ediyor. Ancak konuşmacı, bu ortamı sürekli hazır tutan, demokratikleşmeyi başaramayan ve "benden değilsen yaşama hakkın yok" deyip birbirini kesmekle meşgul olan Müslüman camiasının dönüp kendine bakması gerektiğini belirtiyor. "İsrail Amerika'ya gerek yok ki Ortadoğu'da harika bir Ortadoğu görelim" diyerek, asıl sorunun içerideki ayrıştırma zihniyeti olduğunu ima ediyor. "Terörsüz Türkiye" süreci kapsamında gündeme gelen "eve dönüş yasası" hazırlıklarına değinen Çalıkuşu, bu yasanın sadece PKK üyelerine yönelik olduğunu, ancak Türkiye'deki hukuksuz yapı ve kimlikler üzerinden ayrışmayı sona erdirecek yeni bir yapılanma yerine, bu ayrımın daha da belirginleştirilmesinin ülkenin geleceğini nasıl etkileyeceğini sorguluyor. Konuşmacı, Almanya'da bir Türk veya Kürt'ün eşit vatandaş olarak belediye başkanı veya bakan olabildiği bir düzenden bahsederken, Türkiye'nin kendi içinde bu hakları birbirine esirgerken ve şimdi bu ayrımı daha da koyulaştırırken, sonumuzun nereye benzeyeceği sorusunu tüm çıplaklığıyla ortaya koyuyor. Figen Çalıkuşu, Devlet Bahçeli'nin "bir Kürt bir Alevi Cumhurbaşkanı yardımcısı" önerisinin reddedilmemesiyle birlikte, bu ülkeyi sevenlerin bu aşamada bunu "esas mesele" olarak kabul etmesi gerektiğini ve Türkiye'nin ihtiyacı olan "çimento"nun gerçekten evrensel hukukta tanımlanan "eşit vatandaşlık" olduğunu, kimliklere, inançlara, mezheplere göre değil, ülkenin bireyi olarak hak edilen ve hiçbir ayrım yapmadan herkesin eşit olduğu bir vatandaşlık tanımı ve bunun uygulanması olduğunu haykırıyor. Aksi takdirde, Ortadoğu cehennemindeki yangının neden sönmediğini hatırlatarak, Türkiye'nin de aynı ayrışmalara sürüklenme tehlikesini vurguluyor. Bu kritik dönemde ülkenin yöneticileri ve siyasi partilerin, bu esaslı virajın farkında olması gerektiği uyarısını yaparak https://www.avazturk.com üzerinden de görüşlerini dile getirmelerini bekliyor.