Kılıçdaroğlu'nun 'Kayyum' Hamlesiyle Kurduğu Büyük Oyunun Perde Arkası Aralanıyor!
Siyasi kulisleri sarsan bir iddia: Kemal Kılıçdaroğlu'nun CHP'ye dönüş planının ardında, "kayyum" kozunu kullanarak partiyi iki yıl boyunca elinde tutma stratejisi mi var? Özgür Özel'in açıklamalarıyla 40 günlük kurultay sürecinin gerçek yüzü ve Saadet...
CHP'de aylardır süregelen gerilim ve liderlik tartışmaları, son günlerde Kemal Kılıçdaroğlu'nun partiye dönüş sinyalleriyle birlikte zirveye ulaştı. Milyonların merakla beklediği bu sürecin ardında, siyasi kulislerde fısıltı gazetesiyle yayılan, akıl almaz bir stratejinin yattığı iddia ediliyor! Kılıçdaroğlu'nun sıkça dillendirdiği "Ben gelmezsem kayyum gelir" sözlerinin, aslında çok daha büyük bir planın ilk adımı olduğu düşünülüyor. Bu planın ne anlama geldiği ve partinin geleceğini nasıl şekillendireceği, makalemizin devamında tüm çıplaklığıyla ortaya konulacak, nefes kesen detaylar sizleri bekliyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, partiye dönüş kararını açıklarken kullandığı keskin ifadelerle dikkat çekiyor. Neredeyse her açıklamasında, "Kayyum olsa daha mı iyi, partimi kayyuma bırakmam" diyerek kamuoyunda bir algı oluşturmaya çalışıyor. Örneğin, Sözcü'ye verdiği son röportajda, "Görevi kabul etmezsem o zaman kayyum riski var. Umarım böyle bir karar çıkmaz. Neden bu kadar korkuyorlar? Kayyum gelse daha mı iyi olur?... Kayyuma sebep olsam bu kez bana ‘13 yıl partiyi yönettin, şimdi de buna izin verdin’ diye tepki gösterirler" sözleriyle, kendi dönüşünü bir zorunluluk, hatta bir "kahramanlık hikayesi" gibi sunuyor. Kılıçdaroğlu'nun bu stratejisi, kaynaklarda "kayyumu gösterip kendine razı etme" planı olarak tanımlanıyor. Zira kendisi, bu planın gerçekleşmesi halinde kurultay sürecini mahallelerden başlatacağını ve sürecin 1,5-2 yıl süreceğini inkar etmiyor. Bu da, en az iki yıl partiyi yöneteceğini ve büyük olasılıkla bu sürede yapılacak genel seçimlerde partinin başında olacağını açıkça ortaya koyuyor.
Peki, Kılıçdaroğlu'nun sürekli olarak dile getirdiği "kayyum" ifadesiyle kastettiği çağrı heyeti gerçekten ne anlama geliyor ve gelirse neler yaşanacak? Bu sorunun yanıtını doğrudan CHP Lideri Özgür Özel verdi. Özel, Cumhuriyet'e yaptığı açıklamada, "Mahkeme diyelim ki, en kötü çağrı heyetini belirlese, 40 gün içinde seçim yapması lazım. Çağrı heyeti kimseyi ihraç edemiyor. Çok açık siyasi partiler kanunu" ifadelerini kullandı. Özel, bu tür bir sürecin çok daha demokratik olacağını vurgulayarak, "Çağrı heyeti olsun, demokratik bir yarışın önü açılsın, delege bütün iradesini Türkiye’nin gözü önünde tazelesin. Çok daha doğru bu" dedi. Yani, Kılıçdaroğlu'nun aksine, bir çağrı heyetinin gelmesi durumunda partinin 40 gün gibi kısa bir sürede kurultaya gitmek zorunda kalacağı belirtiliyor. Siyasi gelişmeler ve partilerin iç işleyişine dair detaylı bilgiler için https://www.avazturk.com gibi güvenilir kaynaklar takip edilebilir. Bu durum, Kılıçdaroğlu'nun "Partimi kayyuma mı bırakayım" sorusunu sorarak işlettiği planın en kritik püf noktasını oluşturuyor. Mahkeme "mutlak butlan" kararı alırsa, görevi bir çağrı heyetine verebilir ve bu heyet 40 gün içinde partiyi kurultaya taşımakla yükümlü olacak. Diğer bir olasılık ise partiyi önceki genel başkana devretmek, bu da Kılıçdaroğlu'nun tam 2 yıl boyunca partinin başında kalması anlamına geliyor.
Türkiye siyasi tarihinde, siyasi partilere atanan "kayyum" ya da çağrı heyeti uygulamalarına daha önce de rastlandı. Bu konuda en çarpıcı örneklerden biri, 2010 yılında yaşanan Saadet Partisi vakasıydı. Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi'nin kararıyla Saadet Partisi’nin yönetimi görevden alınarak bir kayyum heyetine devredilmişti. Bu, Türk siyasetinde bir ilkti ve Numan Kurtulmuş’un genel başkanlığı döneminde parti içinde yaşanan derin görüş ayrılıkları ile 11 Temmuz 2010’da yapılan olağanüstü kongredeki usulsüzlük iddiaları sonrası gerçekleşmişti.
Parti içindeki gerilim, Numan Kurtulmuş'un 2008'deki kongrede genel başkan seçilmesinden sonra, özellikle kurucu lider Necmettin Erbakan ile Genel İdare Kurulu listesi konusunda yaşanan ciddi anlaşmazlıklarla başlamıştı. 2010'daki olağanüstü kongrede Kurtulmuş yeniden seçilse de, Erbakan’a yakın isimlerin liderliğini yaptığı bir grup, seçim sürecinde usulsüzlük yapıldığı gerekçesiyle yargıya başvurmuştu. Bu başvurular sonucunda parti hakkında tam 14 dava açılmış, hatta parti içinde fiziki gerginlikler bile yaşandığı ifade edilmişti.
Ankara 10. Sulh Hukuk Mahkemesi, 22 Eylül 2010 tarihinde aldığı kararla, kongrede usulsüzlük yapıldığına hükmetti. Mahkeme, 11 Temmuz’daki kongreyi geçersiz sayarak Kurtulmuş’un yeniden seçilmesini iptal etti ve parti yönetimini bir kayyum heyetine devretti. Bu karar, Türk Medeni Kanunu’nun (TMK) 427. maddesinin 4. fıkrası ile 75. maddesine dayandırılmıştı. Mahkeme, Mustafa Kamalak, Hasan Bitmez ve Şerafettin Kılıç’tan oluşan bir çağrı heyetini görevlendirerek, bu heyetin partiyi olağanüstü kongreye götürmek ve yasal organların yeniden oluşmasını sağlamakla yükümlü kıldı. Kayyum kararının siyasi sonuçları ise dramatik oldu: Numan Kurtulmuş, 1 Ekim 2010’da hem genel başkanlıktan hem de parti üyeliğinden istifa ederek, Milli Görüş geleneğinde büyük bir kırılma yarattı. Kısa süre sonra Halkın Sesi Partisi’ni (HAS Parti) kuran Kurtulmuş, bu partiyi 2012 yılında AK Parti ile birleştirerek siyasi yaşamını sonlandırdı. Bu örnek, bir mahkeme kararının sadece hukuki bir düzeltme değil, aynı zamanda yeni bir siyasi sürecin başlangıç noktası olabileceğini çarpıcı biçimde gösterdi.
Peki, siyasi partilere "kayyum" atanmasının hukuki temeli nedir? Türk Medeni Kanunu'na göre kayyum, belirli bir tüzel kişiliğin işlevlerini geçici olarak yürütmek üzere atanan kişidir ve TMK'nın 426 ila 431. maddeleri arasında tanımlanır. Siyasi partilere kayyum atanmasına ilişkin özel bir düzenleme olmasa da, TMK'nın tüzel kişilere dair genel hükümleri bu tür durumlarda devreye girer. Özellikle TMK Madde 427/4, bir tüzel kişiliğin gerekli organlardan yoksun kalması ve başka yollarla yönetimin sağlanamaması halinde, sulh hukuk mahkemesinin kayyum atayabileceğini öngörür. Saadet Partisi örneğinde olduğu gibi, mahkemeler bu genel hükmü esas alarak siyasi partilerde yaşanan ciddi yönetim krizlerine müdahale edebilir.
Ancak burada kritik bir ayrım yapmak gerekiyor: "Kayyum" kavramı, özellikle 2016 sonrası belediyelere yönelik uygulamalarla birlikte çok daha yoğun biçimde gündeme gelse de, belediyelere yapılan atamalarla siyasi partilere yapılan kayyum atamaları arasında hem hukuki dayanaklar hem de amaçlar açısından önemli farklar vardır. Saadet Partisi'ne yönelik atama, yargı kararıyla gerçekleştirilmiş bir iç dengeleme ve yeniden yapılandırma süreciyken, belediyelere yönelik kayyum atamaları idari işlemlerle yapılmakta ve daha çok güvenlik ve kamu hizmeti temelli gerekçelere dayanmaktadır. Siyasi partilere yönelik "kayyum" veya çağrı heyeti atamaları ise, partilerin iç tüzük ve yasalara uygunluğunu denetleme ve parti içi demokratik süreçleri güvence altına alma amacı güder. Atanan heyet, yetkilerini kullanırken parti tüzüğüne ve yürürlükteki yasalara (Siyasi Partiler Kanunu, Medeni Kanun vb.) uygun hareket etmek zorundadır. Bu tür atamaların temel amacı, parti içindeki hukuki sorunu çözmek ve demokratik işleyişi sağlamak olduğundan, heyetin yetkileri genellikle bu amaca yönelik olarak kısıtlanır. Örneğin, Saadet Partisi örneğinde olduğu gibi, heyetin temel görevi "olağanüstü kongre çağrısı yapmak" ve bu kongreyi hukuka uygun şekilde organize etmekti; heyet, partinin genel siyasetine, mali işlerine veya günlük idari faaliyetlerine müdahale etmez.
İşte Kemal Kılıçdaroğlu'nun "kayyum" kozunu kullanarak kurduğu stratejinin asıl sırrı da tam burada yatıyor! Kılıçdaroğlu'nun sürekli olarak "Ben gelmezsem kayyum gelir" diye bahsettiği durumun, gerçekte iki farklı kapıya çıktığı görülüyor: Bir yanda, eğer mahkeme kararıyla bir çağrı heyeti görevlendirilirse, partinin en geç 40 gün içinde kurultaya gitmesi ve demokratik bir seçimle yeni yönetimin belirlenmesi gerekiyor. Öte yanda ise, Kılıçdaroğlu'nun "partiyi kayyuma bırakmam" söylemiyle hedeflediği senaryo var: Kendisinin geri dönerek kurultay sürecini 1.5-2 yıla yayması ve böylece partinin başında en az iki yıl daha kalması. Bu durum, Özgür Özel'in "Parti birinci partiyken, partinin başına seçimsiz gelip, milletvekillerini ihraç edip, 2 yıl partiyi yönetmek falan..." sözleriyle ifade ettiği, Kılıçdaroğlu'nun kendi planına yönelik itirazın da temelini oluşturuyor. Kısacası, Kılıçdaroğlu'nun ortaya koyduğu "Kayyum mu, Kılıçdaroğlu mu" ikilemi, aslında bir "40 günlük hızlı demokratik süreç mi, yoksa 2 yıllık Kılıçdaroğlu liderliği mi" sorusuna dönüşüyor. Bu da, Kılıçdaroğlu'nun "kayyum" tehdidini, kendi iktidar süresini uzatmak için ustaca kullandığı bir stratejik hamle olduğunu gözler önüne seriyor.