Kimin Pazarlığı Terör, Kimininki Bin Yıllık Kardeşlik?
Türkiye'nin siyaset sahnesinde yaşanan akıl almaz çelişkiler, ittifakların gerçek yüzünü ve adalet sisteminin iki farklı yüzünü gözler önüne seriyor. İsmail Saymaz'ın çarpıcı analiziyle, kimin neden cezaevine girdiği, kimin ise gizlice el sıkıştığı tüm...
Türkiye siyasetinin derinliklerinde, gün yüzüne çıkan gelişmelerle adeta bir fırtına kopuyor. Vatandaşın gözü önünde sergilenen siyasi oyunların ardında, iktidarın ve muhalefetin kadim kavramlar olan "terör" ve "kardeşlik" üzerinden nasıl da şaşırtıcı bir çifte standart sergilediği ortaya çıkıyor. Bu haber makalesi, sadece bir gazetecilik faaliyeti olmanın ötesinde, ülkemizin geleceğine ışık tutacak, ardı arkası kesilmeyen mağduriyet zincirlerini ve bu akıl almaz dönüşümün perde arkasını adım adım aydınlatan, nefes kesici bir yolculuğa çıkarıyor. Okumaya devam edin, çünkü asıl şok edici gerçekler henüz başlamadı...
Son dönemde yaşanan siyasi gelişmeler, özellikle de yerel seçimlerin ardından ortaya çıkan "kent uzlaşısı" iddiaları, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki pek çok ismi demir parmaklıklar ardına attı. YouTube'da yayınlanan İsmail Saymaz'ın "Halil Ferah ile Sesli Köşe" videosundaki çarpıcı değerlendirmelere göre, CHP'liler için "terör faaliyeti" olarak damgalanan bu uzlaşının bedeli ağır oldu. Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer, "kent uzlaşısı" kapsamında PKK üyeliğinden yargılanırken, aynı zamanda rüşvet ve yolsuzluktan da soruşturuluyor. Özer'in tutuklanmasının ardından, Saymaz'ın 1 Kasım 2024'te kaleme aldığı köşe yazısındaki "Esenyurt’tan Saraçhane’ye tünel kazıyorlar" başlığıyla öngördüğü gibi, birkaç ay içinde Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları da benzer dosyalarda tutuksuz yargılanmaya başlandı. Hatta Özer, tutuklanan ilk CHP’li başkandı ve onu Kartal, Ataşehir, Üsküdar, Sancaktepe, Fatih, Tuzla, Adalar, Şişli ve Beyoğlu’ndan birçok meclis üyesi ve danışman izledi. Saymaz’ın aktardığına göre, Özer’in iddianamesinde, 31 Mart 2024 yerel seçimlerindeki CHP ile DEM Parti arasındaki kent uzlaşısının KCK Eşbaşkanı Duran Kalkan’ın talimatıyla kurulduğu iddia ediliyor ve kanıt olarak da KCK Eşbaşkanı Bese Hozat’ın “Kent uzlaşısının Türklerle Kürtlerin uzlaşması olduğu” açıklaması gösteriliyor.
Ancak Saymaz'ın dikkat çektiği asıl çelişki tam da burada başlıyor. İktidarın, düne kadar DEM’lilere yönelik baskıları eleştirenleri bile PKK’lı olmakla suçlayan medya organları, şimdiden "PKK’lılara terörist demeyelim, çok ayıp oluyor" demeye getiriyor. Erdoğan'ın “AK Parti, MHP ve DEM, biz en azından üçlü olarak bu yolu beraber yürümeye karar verdik” şeklindeki sözleri, "Terörsüz Türkiye" söyleminden çok daha fazlasını işaret ediyor. Bu açıklama, ucu açık bir cümle olarak nitelendiriliyor ve AK Parti'nin, Erdoğan'ın yeniden cumhurbaşkanı adayı olabilmesi ve anayasa değişikliği için DEM'in 58 milletvekiline olan ihtiyacını gözler önüne seriyor. Dem’lileri muhalefet blokundan koparmak, mümkünse seçimlerde tarafsız alanda tutmak bile iktidar için büyük bir kazanç olarak görülüyor, zira Kürt seçmeni CHP’ye kaptırdıkları için büyükşehirleri bir daha geri alamayacaklarını ve cumhurbaşkanlığını kazanamayacaklarını anladıkları ifade ediliyor. Daha fazla güncel haber ve analiz için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Saymaz’ın aktardığı bilgilere göre, "Terörsüz Türkiye" hedefi doğrultusunda DEM Parti üzerinden İmralı'daki Abdullah Öcalan'la temas kurulduğu iddia ediliyor. PKK kendini feshedecek ve silahını gömecekse elbette her yolun denenmesi gerektiğini belirten Saymaz, burada da bir başka büyük çelişkiye dikkat çekiyor: CHP'ye suç ve haram olan, AK Parti'ye neden hak ve helal sayılıyor?. "Hani CHP iktidara gelirse Öcalan’ı serbest bırakacaktı?" diye soran Saymaz, şok edici bir ironiyle "Neredeyse AK Parti, Apo’yu cezaevi kapısında karşılayacak!" diyor. Ahmet Özer’in akrabası KCK’lı Remzi Kartal ile 2015 yılında 14 kez telefonla görüşmesinin PKK üyeliğine kanıt gösterilmesi durumunda, devlet görevlilerinin Öcalan’ın mektuplarını Kandil’e ve Avrupa’daki örgüt liderlerine ulaştırmasının örgüte yardım olarak sayılmaması da başka bir tartışma konusu. Öcalan’la temasın sağlanması halinde Bese Hozat'ın Türkiye’ye gelerek Kürt siyasetinin yürütücüleri olmak istediklerini söylemesi, "Bu kadarı da olmaz" dedirtirken, Saymaz iktidarın gözünde İmamoğlu’nun Apo’dan, Saraçhane’nin Kandil’den, CHP’nin ise DEM’den daha tehlikeli sayıldığını vurguluyor. Ahmet Özer hala tahliye olamazken, Bese Hozat af bekliyor. Bu yaman çelişkiyi MHP lideri Bahçeli’nin de görmüş olması muhtemel ki, Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız üzerinden "Şimdi kardeşlik zamanı" mesajı verdi ve Özer’i kaynak göstererek "Hoca doğru söylemiş" diye yazdı.
Ancak bu siyasi çelişkilerle birlikte, adalet sistemimizin kalbinde yaşanan bir başka büyük "mağduriyet" dalgası da ülkeyi kasıp kavuruyor. Saymaz’ın dile getirdiği bu durum, 5 Haziran 2025 tarihli infaz düzenlemesiyle ortaya çıktı. 20 bin hükümlünün tahliyesini sağlayacağı söylenen bu düzenleme, 31 Temmuz 2023 tarihli "Covid" düzenlemesinden yararlanan "mükerrer suçluları" vurdu. Hukukun bütün kurum ve kurallarıyla işlediği bir ülkede akla gelmeyecek, hatta gülünç bulunacak bir durum bu. "Tekerrür" kavramı, suç işlemiş bir kişinin cezasının kesinleşmesinden sonra belli bir süre içinde ikinci kez suça karışıp cezalandırılması durumunu ifade ediyor. Normalde cezanın tümü infaz edilirken, 5 Haziran düzenlemesiyle oran dörtte üçe indirildi, ancak ilk suçtaki denetimli serbestlik hakkı kaldırıldı. Bu, "Covid"den yararlanan binlerce hükümlünün şimdi yeniden cezaevlerine girmeyi beklemesi anlamına geliyor.
Bu mağduriyetin en çarpıcı örneklerinden biri, 48 yaşındaki esnaf ve iki çocuk babası Emre Katipoğlu. Katipoğlu, kaçakçılıktan aldığı üç yıl hapis cezasını çekmek üzere Beşikdüzü Açık Cezaevi’ne kondu. Ancak TBMM’de 31 Temmuz 2023’te kabul edilen "Covid" düzenlemesiyle, cezasının tamamlanmasına dört yıl kalan tutuklulara denetimli serbestlik ve şartlı tahliye imkanı tanındı ve Katipoğlu sadece beş gün yatıp çıktı. Ardından babasına saldıran bir kişiye karşılık verdiği için 3 ay 11 gün ceza daha aldı. Savcı tarafından ikinci cezasının tamamını yatacağı ve denetimli serbestlik hakkına dokunulmayacağı söylenen Katipoğlu, işlerini ayarlayıp teslim oldu. Ancak cezasının bitmesine iki ay kala, 5 Haziran 2025’te yeni infaz düzenlemesi çıktı ve mükerrerlerdeki infaz süresi dörtte üçe indirilirken, denetimli serbestlik hakkı kaldırıldı. Katipoğlu’nun "Mağduriyetleri çözeceğiz diye mağduriyette eşitlik yarattılar" sözleri durumu özetliyor. Cezasının bitmesine 60 gün kala infaz düzenlemesi yasalaşınca, 10 günlük izne gönderilip döndüğünde tahliye tarihinin 8 ay 20 gün sonra olduğunu öğrendi. "Bu yasadan faydalanmak istemiyorum" dilekçesi bile işe yaramadı, faydalanmak zorundaydı. Normalde 50 gün sonra tahliye olacakken, şimdi sekiz ay daha yatması gerekiyor.
Katipoğlu gibi binlerce mağdurun olduğunu aktaran Saymaz, hatta "Hakkı elinden alınıp beş yıl açık ceza infaz kurumunda yatması gerekenler var" ifadesini kullanıyor. Yeni düzenlemeyle 20 bin tutuklunun tahliye olacağı müjdelense de, Saymaz’ın aktardığına göre yalnızca 4.500 kişi faydalanabildi, 15.500 kişi ise mağdur edildi. Öyle ki kimilerinin cezasının dört yıl arttığı, tahliyesine günler kala bu durumla karşılaştıkları belirtiliyor. Bu mağduriyetin boyutları, cezaevlerindeki insanlık dışı koşullarla daha da derinleşiyor. Trabzon Beşikdüzü Açık Cezaevi’nde yer kalmadığı için tekstil atölyesinin ve kantin deposunun koğuşa çevrildiği, ranzaların dip dibe konulduğu, hatta merdivenlerde bile yataklar kurulduğu Katipoğlu tarafından anlatılıyor. Koğuşlarda farelerin ve böceklerin cirit attığı, su depolarının yetersiz olduğu ve tuvalet ile lavaboların yetersizliğinden dolayı sıra beklendiği de dile getiriliyor. Araklı Açık Cezaevi’nde ise Aralık ayında bahçeye çadırlar kurulduğu ve mahkumların çadırlarda yattığı bilgisi de ekleniyor. Avukat Beyza Başer Berkün’ün "Yeni bir mağduriyet doğdu. Aleyhteki iki uygulama birbiriyle çatıştı. Eğer hükümlüler lehine düzenleme yapıyorsan aleyhine işletlemeyeceksin" sözleri, bu hukuksuzluğun temelini gözler önüne seriyor. Adalet Bakanlığı yetkilileri, 21 bin hükümlünün düzenlemeden yararlandığını, 4.500 kadarının tahliye olduğunu, geriye kalanların üç ay açık cezaevinde kaldıktan sonra bırakılacaklarını ifade etse de, gerçeklerin bambaşka olduğu Saymaz'ın açıklamalarından anlaşılıyor.
Tüm bu detaylar ışığında, Türkiye'de siyasetin ve adaletin nasıl da iç içe geçtiği, hatta birbiriyle karıştığı netleşiyor. CHP’liler, 'kent uzlaşısı' adı altında DEM Parti ile kurdukları ilişkiler yüzünden cezaevlerinin yolunu tutarken, iktidardaki AK Parti’nin benzer bir yakınlaşmayı 'bin yıllık kardeşlik' ve 'ümmetin birliği' gibi kutsal kavramlarla meşrulaştırması, ülkenin adalet terazisinin nasıl da siyasi çıkarlar uğruna eğilip büküldüğünü haykırıyor! Ahmet Özer'in Silivri'de ikinci duruşmasına çıkarken, iktidarın Öcalan'la temas kurup "Terörsüz Türkiye" için yeni adımlar attığı iddiaları, siyasi ikiyüzlülüğün gelmiş olduğu son noktayı gözler önüne seriyor. Bu durum, adaletin kişiye ve siyasi pozisyona göre değiştiği, hukukun siyasi bir araca dönüştüğü endişelerini körüklüyor ve Türkiye’de hukukun üstünlüğü ilkesinin ne denli ağır bir sınavdan geçtiğini acı bir şekilde ortaya koyuyor.