Milli İrade Gaspı, Etik Çöküş ve Uluslararası Arenadaki Vahim Durum Şoke Ediyor!
Tele1 ekranlarında Türkiye siyasetini sarsan bir yanlış anlama, Gazi Osman Paşa'daki "milli irade gaspı" ve ağır hak ihlalleri, siyasi centilmenlik kültürünün yok oluşu, ülkenin uluslararası konumundaki endişe verici değişimler ve yargı yoluyla siyaset...
Türkiye Siyasetinin Karanlık Yüzü: Milli İrade Gaspı, Etik Çöküş ve Uluslararası Arenadaki Vahim Durum Şoke Ediyor!
Türkiye'nin siyasi gündemi, son dönemde yaşanan gelişmelerle adeta bir film senaryosunu andıran, şoke edici ve düşündürücü anlara sahne oluyor. Geçtiğimiz günlerde Tele1 ekranlarında yayınlanan bir programda, Gazi Osman Paşa'da yaşanan ve kamuoyunda "ağır hak ihlali" ile "milli iradenin gaspı" olarak tanımlanan olay, stüdyodaki konukları ve izleyicileri hayrete düşürdü. Olayın, AKP'li Ayşe Böhürler'in yanlış anlaşılmasıyla başlaması, siyasetin geldiği karmaşık ve yanıltıcı tabloyu daha da belirginleştirdi. Ayşe Böhürler, canlı yayında, bir CHP'li belediye başkanının AK Parti'ye geçtiğini sanarak, bu geçişin "çok daha iyi hizmetlere" yol açacağını düşündüğünü belirtti ve Hakan Bey'e "AK Parti'ye hoş geldin" dedi. Oysa gerçek bambaşkaydı: Halkın oylarıyla seçilmiş bir CHP'li başkanın istifa edip AKP'ye geçmesi değil, bir yargı kararıyla görevden alınması ve yerine bir vekil atanması söz konusuydu. Videonun bağlantı URL'si aşağıda verilmiştir.
Gazi Osman Paşa'daki bu gelişmeler, Türk siyasetinin ne denli derin bir etik krizle karşı karşıya olduğunu gözler önüne serdi. Hakan Bahçetepe, Gazi Osman Paşa'da büyümüş, babasının hediyelik eşya dükkanında çalışmış, ailesiyle birlikte yaşayan, banka hesabında sadece 300.000 lira olan, hatta belediye başkanı olduktan sonra bile işine yürüyerek giden mütevazı bir isim olarak biliniyordu. Ancak bu genç ve halkın sevgilisi haline gelmiş belediye başkanı, "suç örgütü lideri" olduğu iddia edilen Aziz İhsan Aktaş'ın iftiralarıyla hapse atıldı. Deniz Zeyrek'in ifadesiyle, Aziz İhsan Aktaş "acayip kriminal bir tip," "ahtapot gibi" Türkiye'nin bütün kamu kurumlarında ve belediyelerinde temizlik, çöp kamyonu, araç bakımı gibi ihaleleri "mafyoz yöntemlerle" ele geçiren bir figür. Bahçetepe'nin 300.000 dolar rüşvet istediği iddialarının tamamen asılsız olduğu, bunun bir çıkar çatışması ve kaybedilen bir ihalenin intikamı olduğu belirtiliyor. Üstelik, Aktaş'ın daha önce AK Partili belediye başkanlarıyla iyi ilişkiler kurduğu, hatta bir önceki belediye başkanının eşine belediyeyle ilgisi olmayan bir Audi marka araç ve personel tahsis ettiği de konuşuldu. Bu durum, https://www.avazturk.com olarak da dikkatle izlediğimiz, yargı süreçlerinin nasıl siyasi manipülasyonlara alet edilebileceğine dair kaygıları artırıyor.
Bu trajikomik sürecin doruk noktası ise, Hakan Bahçetepe'nin halkın oylarıyla seçilmesine rağmen yerine atanan belediye başkan vekili Eray Karadeniz'in durumu oldu. Deniz Zeyrek, Karadeniz'i "konu mankeni" olarak nitelendirerek, o makamı hak etmediğini, bunun "fiili olarak kayyum" atanması anlamına geldiğini vurguladı. Cumhuriyet İttifakı'nın %40 oy almasına rağmen, Hakan Bahçetepe'nin %40.44 oyla başkanlığı kazanması, ancak mecliste kıl payı bir üstünlükle çoğunluğu ele geçirmesi, bu yargı hamlesinin arkasındaki gerçeği ortaya koyuyor. Deniz Zeyrek, seçimde yenilen Cumhur İttifakı'nın, mahkeme zoruyla elde ettikleri bu koltuğu "utanç verici" bulduğunu ve bunu "yargı gücüyle, yargı zoruyla belediye başkanlığı koltuğunu ele geçirme" olarak tanımladı. Dahası, Eray Karadeniz'in Dilan Polat ve Engin Polat'ın "kara para aklama" davalarının avukatı olması ve geçmişte tartışmalı tweet'ler atması, siyasi etik tartışmalarını daha da alevlendirdi. https://www.avazturk.com olarak, bu tür atamaların kamu vicdanındaki derin yaralarını ve siyasi ahlakın geldiği noktayı yakından takip etmeye devam ediyoruz.
Türkiye siyasetindeki bu erozyon, sadece yerel yönetimlerle sınırlı kalmıyor; genel siyasi ahlak ve teamüller üzerindeki etkisi de gözlemleniyor. Sezin Öney'in de Tele1 programında dile getirdiği gibi, 1998 gibi yakın bir tarihte bile Türk siyasetinde "kazanılmış haklara saygı göstermek" gibi bir "centilmen kültür" varken, yeni nesillerin artık bunu göremediği, yalnızca "güçlünün kazandığı" ve "zorbalık kültürü"nün hakim olduğu bir düzende yaşadığı belirtildi. Bu durum, siyasetçilerle yol yürüme döneminin başkanlık sistemiyle sona erdiğini ve "siyasete yer kalmadığını" gösteriyor. Ümit Özdağ'ın yargılandığı dava da bu "politik tavrın" ve "siyasi iktidarın talebiyle gerçekleştirilmiş bir uygulamanın" bir örneği olarak gösteriliyor; tıpkı Ekrem İmamoğlu ve Selahattin Demirtaş gibi siyasi bedel ödeyen diğer isimler gibi. Deniz Zeyrek, gazeteciler olarak siyasi görüşleri farklı olsa da temel insan hak ve özgürlüklerini savunma zorunluluğunda olduklarını vurguladı.
Türkiye'nin uluslararası arenadaki konumu da bu iç sorunlarla birlikte endişe verici bir tablo çiziyor. Sezin Öney, ABD Dışişleri Bakanlığı'nın Türkiye'yi Avrupa kategorisinden çıkararak "Orta Doğu ülkeleri arasına koyma" gibi resmi bir niyetinin olduğunu ve bu duruma Türkiye'den kayda değer bir tepki gelmemesinin şaşırtıcı olduğunu ifade etti. Bu değişim, yarın öbür gün seyahat yasakları, öğrenci vizeleri veya iş insanlarının durumu gibi birçok alanda Türkiye'nin başka bir "klasmana kaymasına" neden olacak ciddi sonuçlar doğurabilir. Öney, Türkiye'nin köklü tarihine ve Batı'ya yönelimine rağmen bu yeni sınıflandırmanın "tarihin aksını kırdığını" belirtti. Körfez ülkelerinin para gücüyle yükselişi ve inovasyon alanındaki merkezlerin Türkiye yerine bu ülkelerde açılması, Türkiye'nin Orta Doğu'nun bile "tepesinde değil, diplerinde" bir ülke olarak, Irak ve Suriye gibi ülkelerle birlikte anılma riskiyle karşı karşıya olduğunu gösteren "çok acı bir fotoğraf" çiziyor. https://www.avazturk.com olarak, ülkemizin uluslararası prestijindeki bu gerilemeyi ve jeopolitik konumlanmasındaki değişimi derinlemesine analiz etmeye devam ediyoruz.
Ülkenin ekonomik durumu da, bu siyasi ve jeopolitik endişelerle birleşerek halkın yaşam kalitesini derinden etkiliyor. Vatandaşların "perişan haldeyiz," "ekonomik darboğazdayız" şeklindeki haklı yakınmaları, programda yoğun bir şekilde dile getirildi. Hükümetin 2026 ve 2027 yıllarını "Kalkınma ve Refah Yılı" ilan etme söylemi, halkın içinde bulunduğu zorluklarla tezat oluşturuyor. Deniz Zeyrek'in de işaret ettiği gibi, Türkiye'deki mevduatın %80'ini elinde tutan 2.1 milyonluk kesim için belki refah yılı olacakken, asgari ücretli bir vatandaşın mevcut sefaletten nasıl refaha kavuşacağı büyük bir soru işareti. Limonun tanesinin 27 liraya çıkması ve 3 kilosunun 99 liraya satılması gibi somut örnekler, rahmetli Erdal İnönü'nün "iktidarın vatandaşı limon gibi sıktığı" sözünü hatırlatıyor. Deniz Zeyrek, Mehmet Şimşek'in vatandaşı limon gibi sıktığını, ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kabine toplantılarında "Mehmet Şimşek'i sıkıştırmayın, 2026 refah yılı olacak" dediğini aktardı. https://www.avazturk.com adresinde de bu ekonomik çıkmazın halk üzerindeki etkilerine dair birçok haberi bulabilirsiniz.
Ekonomik zorluklar, temel kamu hizmetlerine erişimi de ciddi şekilde etkiliyor. Deniz Zeyrek'in "hastane günlükleri"nde gözlemlediği gibi, ülkenin en iyi hastanesi olan Hacettepe'de bile birçok sıkıntı yaşanırken, şehir hastanelerinin "ana baba günü" olması, hasta bakıcı bulma zorlukları ve yüksek özel ambulans ücretleri halkın yaşamını daha da zorlaştırıyor. Felçli bir hastanın fizik tedavi rehabilitasyon merkezine götürülmesi için ambulans bile ayarlanamaması ve 97. sırada beklenmesi gibi hikayeler, sağlık sistemindeki derin sorunları ortaya koyuyor. Aynı zamanda, trafik radar cezalarının amacının can güvenliği yerine "para toplamak" olduğu ve yıllık hedeflenen tahsilatın iki ayda aşıldığı belirtiliyor. Çanakkale Köprüsü'nün de günlük 45.000 araç geçiş garantisine rağmen ortalama 14.923 araç geçişiyle "hesap tutturamaması," devletin geçmeyen araçlar için milyarlarca dolar ödemek zorunda kalması, "büyük bir soygun" olarak nitelendiriliyor. Özellikle 3 köprü, Osmangazi Köprüsü, Marmara ve İzmir Otoyolları ile Avrasya Tüneli için verilen yıllık 1 milyar dolarlık garanti ödemeleri, vatandaşın cebinden çıkan devasa paraları temsil ediyor.
Son olarak, ülkenin kurucu değerlerine ve tarihi figürlerine yönelik saldırılar da siyasi gündemin önemli bir parçası haline geldi. Fındıklı Belediye Başkanı Ercümen Şahin Çervatoğlu'nun Fındıklı Millet Bahçesi'nin ismini Atatürk Parkı olarak değiştirmesine rağmen ilçe kaymakamının bu değişikliği onaylamaması, Deniz Zeyrek'in sert tepkisine neden oldu. Zeyrek, "bu ülkenin kurucusunu takmayanı ben de takmam" diyerek, kamu görevlilerinin ülkenin kurucularına saygı göstermesi gerektiğini vurguladı. Benzer bir şekilde, Fenerbahçe Spor Kulübü'nün stadyum ismini "Atatürk Stadı" olarak değiştirme girişiminin de onaylanmaması, ülkede "Atatürk düşmanlığı" ve "mandacı zihniyet"in varlığına işaret ediyor. Bu durum, Beşiktaş'ın İnönü Stadyumu'nun sırf İnönü'nün adını silmek için yıkılması gibi olaylarla birleşerek, geçmişe ve kurucu değerlere yönelik bir "saray hayranlığı" temelli düşmanlığın yaygınlığını gösteriyor.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye'nin iç siyasetinde bir "vesayet" kültürünün yeniden hortladığını, siyasi centilmenliğin yerini zorbalığın aldığını, uluslararası arenada saygınlığını kaybettiğini ve halkın ağır ekonomik yükler altında ezildiğini açıkça ortaya koyuyor. Halkın talebi, şeffaflık, adalet, hesap verebilirlik ve ülkenin gerçek çıkarlarını gözeten, geçmişine ve değerlerine sahip çıkan bir siyaset anlayışının bir an önce tesis edilmesidir. Daha fazla bilgiye sahip olma için videonun bağlantı URL'si: https://www.youtube.com/watch?v=7wVrRAqeQHU