Perde Arkasında Dönen Kirli Oyunlar ve Milyarlarca Dolarlık Anlaşmalar!

Perde Arkasında Dönen Kirli Oyunlar ve Milyarlarca Dolarlık Anlaşmalar!

Hükümet içinde yaşanan çekişmeler, akıl almaz yolsuzluk iddiaları ve halkın cebinden çıkan milyarlarca dolarlık cezalar… Bu haberde okuyacaklarınız Türkiye'nin geleceğini derinden etkileyecek ve sizi şaşkınlığa sürükleyecek! Sakın kaçırmayın!

Değerli okuyucularımız, Türkiye'nin gündemi son derece yoğun ve kritik konularla çalkalanıyor. Ekonomi cephesinde Mehmet Şimşek'in geleceği, kulislerde dönen Berat Albayrak'ın yeniden sahneye çıkma ihtimali ve AKP içindeki derin çekişmeler, ülkenin kaderini belirleyecek önemli dönüm noktalarını işaret ediyor. Ancak bu sadece yüzeyde görünenler… Zira Erk Acarer ve Lale Özan Arslan'ın "Erk Acarer" YouTube kanalındaki derinlemesine analizleri, sistem değişmediği sürece hiçbir şeyin değişmeyeceğini, bu "doldur boşalt" siyasetinin ardında çok daha karanlık bir tablo olduğunu gözler önüne seriyor. Bu makale, perde arkasındaki olayları tüm çıplaklığıyla ortaya koymaya devam edecektir.

Berat Albayrak'ın adı, siyaset sahnesinde yeniden ısınmaya başladı ve bu durum, özellikle troller ve bazı medya organları tarafından yürütülen organize bir operasyonun parçası gibi duruyor. Gazeteciler Rasim Ozan Kütahyalı ve Cem Küçük gibi isimlerin yanı sıra Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri, adeta bir talimat almışçasına Mehmet Şimşek'i hedef alarak, Berat Albayrak'ı yeniden parlatma çabası içine girmiş durumda. Sabah gazetesinin "kimin tarafında olduğu" bilindiği için, buradan "Berat Albayrak'ı ısıtın" talimatının geldiği anlaşılıyor. Ancak bu "ısıtma" operasyonu, Albayrak'ın geçmişteki icraatlarının üzerini örtmeye yönelik bir girişim olarak da yorumlanıyor. Zira Türkiye, tam da Albayrak'ın Enerji Bakanlığı yaptığı 2014-2018 yılları arasında, Irak merkezi hükümetinin izni olmadan Kuzey Irak'tan petrol taşıması nedeniyle 1 milyar doların üzerinde, hatta 1,5 milyar dolarlık bir cezaya çarptırıldı. Bu ceza, bugünkü kurla 60 milyar 630 milyon Türk lirasına tekabül ediyor ve bedeli doğrudan yurttaşın cebinden çıkacak. Konuyla ilgili olarak Zonguldak CHP Milletvekili Deniz Yavuz Yılmaz, bu durumun Yüce Divanlık bir mesele olduğunu belirterek, hangi tankerlerle ve hangi şirketlerle bu petrolün taşındığına dair sorular yöneltiyor. Bu tür haberler, halkın gerçeklere ulaşması için büyük önem taşımaktadır ve daha fazla bilgi için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Bu devasa cezanın ödenmemesi üzerine Irak'ın petrol sevkiyatını durdurması ise tam bir skandal, zira Erk Acarer'in de belirttiği gibi bu kararın hiçbir yetkili ağzından duyulmaması, ülkenin nasıl kapalı kapılar ardında yönetildiğini gösteriyor. Dahası, 2023 yılında bile Berat Albayrak'ın iş insanı kimliği üzerinden getirilen yayın yasakları, bu skandalın üzerinin örtülmeye çalışıldığını ortaya koyuyor. Power Trans şirketinin sahibi veya ortağı olduğu iddia edilen Berat Albayrak'ın, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nden yapılan petrol sevkiyatının tam da içinde olduğu somut bilgilerle ifade ediliyor. Hatta, bu erişim engeli talebinin, yapılan işlerin bir nevi itirafı niteliğinde olduğu belirtiliyor. Türkiye'deki bu aile şirketi yönetimi anlayışı, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın kardeşi Mustafa Erdoğan ve eniştesi Ziya Ilgen'in sahip olduğu Tuzla Tankkar İşletmeciliği Anonim Şirketi'nin, Sümeyye Erdoğan, Esra Erdoğan ve Bilal Erdoğan'ın ortak olduğu BMZ Grup Denizcilik ve İnşaat Anonim Şirketi'ne devredilmesiyle de gözler önüne seriliyor. Bu devir sonrası BMZ Grup'un sermaye azaltması ve alacaklılara çağrıda bulunması, "petrol işi patladı" ve "bu gemi işletmeciliğinden çıkıyoruz" anlamına geliyor. Çok daha vahim iddialar ise 2014-2016 yıllarındaki IŞİD'in yoğun olduğu dönemlere dayanıyor: Rus istihbaratından Arap, Rus ve Avrupa basınına düşen haberlerde, "Oğlu IŞİD'in petrollerini taşıyor, Kızı IŞİD'çilere hastanede bakıyor" gibi incitici iddialar yer almıştı. Deniz Yavuz Yılmaz'ın "Yüce Divan" çağrısına Erk Acarer ise, "Ne yüce Divanı ya, ne yüce divanı! Burada artık başka sistemler çalışması gerekiyor" diyerek daha köklü bir sorun olduğuna işaret ediyor.

Petrol kaçakçılığı sadece Irak'la sınırlı değil. Yaklaşık 6-7 ay önce yapılan bir haberde, Azerbaycan bağlantılı petrol kaçakçılığının Yalıkavak Marina'ya uzandığı ortaya çıktı. Bu durum, darbe girişimi sonrası Mansimov'un mallarına çökülmesi ve FETÖ'cü ilan edilmesiyle de bağlantılı olarak değerlendiriliyor. Erdoğan ailesine "inanılmaz kıyaklar" yaptığı, hatta gemi alıp kredisini dahi ödediği belirtilen Azerbaycanlı iş insanı Mansimov'un, darbeden sonra "FETÖ'cü" ilan edilerek hapse atılması ve mallarına el konulması, illegal Azeri ortaklıklarla işlerin yürütülmeye devam ettiğini gösteriyor. Bu illegal ortaklığın başında Anar Alizade isimli kişinin olduğu, SOCAR (Azerbaycan devlet petrol şirketi) ile bağlantısının bulunduğu ve bu şirketin önünde "İsrail'e petrol gönderiyor" diye eylem yapan çocukların dövüldüğü belirtiliyor. Anar Alizade ve Mehmet Ağar'ın, Palmeli grup üzerinden Yalıkavak Marina'dan ortak oldukları şahıs aracılığıyla petrol kaçakçılığına imza attıkları, bu haberin Birleşmiş Milletler raporuna dahi girdiği ifade ediliyor.

Birleşmiş Milletler raporu, Türkiye'nin dahil olduğu çok daha büyük bir kaçakçılık ağını da gün yüzüne çıkarıyor. Raporlara göre, bazı şirketlerin Malta'dan mazot alacaklarını beyan ederek yola çıkıp, Yunanistan'ın Girit adası açıklarında AIS uydu takip sistemlerini kapatarak gemileri Libya'ya yönlendirdiği tespit edildi. Bu durum, "nerede bir savaş, bizimkiler orada, nerede bir istikrarsızlık, bizimkiler orada" yorumunu beraberinde getiriyor; silah ve petrol için. Libya'daki Bingazi limanının Wagner ve Hafter gruplarının kontrolünde olmasına rağmen, Türkiye'nin bu kaçak işlerle limana girdiği iddia ediliyor. Malta'dan geliyormuş gibi gösterilen Libya menşeli petrolün Mersin ve Gebze limanlarına boşaltıldığı, evraklarda menşei Malta olmasına rağmen faturada Türkmenistan yazması gibi akıl dışı çelişkilerin Birleşmiş Milletler raporlarında yer aldığı belirtiliyor. Raporda, Malta'dan yüklendiği beyan edilen 2 milyon 500 bin ve 3 milyon 300 bin kilo gaz oil'in Gebze Poliport limanına boşaltıldığı ve menşeinin Türkmenistan olarak gösterildiği; yine 2 milyon 780 bin kilo gaz oil'in yükleme limanının Malta, menşeinin Türkistan olduğu belirtilmiş, ancak BM'nin bunların hepsinin Libya menşei olduğunu tespit ettiği vurgulanıyor. MT Tony ve MT Istra isimli iki gemi tespit edilmiş ve bu kaçak ticarete onay verenlerin yayın yasağı getirdiği de belirtiliyor. Bu durum, Türkiye'nin uluslararası arenada nasıl bir "aile şirketi" gibi davrandığını gösteriyor.

Sadece yasa dışı petrol ticareti değil, ülkenin doğal güzellikleri ve halkın yaşamı da bu "aile şirketi" zihniyetinin kurbanı oluyor. Ülkenin dört bir yanında çıkan orman yangınları, artık haritanın kahverengiye döndüğünü, Türkiye'nin Ortadoğu haritasına benzediğini gösteriyor. "Nasa'nın İzmir'le ilgili çektiği geçen yangında fotoğraflar dehşet verici". Yangınların kontrol altına alınamaması, iktidarın toprak ve yerleşik hayatı sevmeyen, ülkeyi bir rant, pazar ve kara para aklama yeri olarak gören yaklaşımıyla ilişkilendiriliyor. Daha da vahimi, bu yangınların ardından yeşil alanların otel, parsellenmiş kamu arazileri olarak halkın elinden çıkacağı öngörülüyor. Bu "aile şirketi" anlayışının bir başka yansıması ise, yangın söndürme faaliyetlerinde dahi kendini gösteriyor: Yangın söndürme İHA'ları ve SİHA'ları üreten Bayraktar Holding'in, Orman Genel Müdürlüğü ile "uçmasa bile garanti para alacak" İHA anlaşmaları yaptığı iddia ediliyor. Yangın söndürme çalışmalarında canını ortaya koyan orman işçilerinin günlük 3.000 TL kazandığı bu ortamda, "aile şirketinin" içerisindeki teknoloji şirketlerinin buralardan para kazandığı belirtiliyor. Bu duruma dikkat çekenlere ise "vatan haini" yaftası yapıştırılması, iktidarın vatanı AKP iktidarına indirgeme çabasının bir parçası olarak görülüyor. Erk Acarer'in de dediği gibi: "Vatan haini tanımı bunları yapana bunları ortaya koyana denir.".

Siyasi arenada yaşanan gelişmeler de bu "aile şirketi" anlayışının etkilerini taşıyor. "Çözüm süreci" adı altında yürütülen müzakerelerde CHP'nin içinde bulunduğu zor durum, iktidarın algı yönetimi stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor. CHP'nin masaya oturması da, oturmaması da ayrı bir "dert" olarak görülüyor. CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Lozan'ın yıl dönümünde yaptığı konuşmalar ve ABD Büyükelçisi Jeff Flake'e yönelik eleştirileri, Türkiye'nin egemenlik hakları konusunda sergilediği tutarlı duruşla takdir topluyor. Özel'in "Senin haddine mi kardeşim ya senin haddine değil" sözleriyle ABD'nin bölgedeki emellerine karşı çıktığı, bu tür iktidarlara ve "dış güçlere" karşı "hakaretten hallice" bir dil kullanmanın doğru olduğu belirtiliyor. Ortadoğu'da İsrail-Filistin savaşıyla başlayan "ikinci nesil bir proje atağı"nın yaşandığı, İsrail'in bölgedeki üniter yapıları (İran ve Türkiye) tehdit olarak gördüğü ve "ümmetçilik kılıfında Osmanlı dönemindeki gibi bir elbise giydirelim" söylemiyle bölgenin etnik ve dini unsurlara bölünmüş büyük bir coğrafyaya dönüşmesinin hedeflendiği iddia ediliyor. Demokrasi, adalet, hukuk, insan hakları ve eşit yurttaşlık gibi temel değerlerin tartışılmadığı bu senaryoda, "büyük Türkiye" masalının, ufalanmış ve birbirine kıyan insanların olduğu bir Türkiye iklimi yaratacağı vurgulanıyor.

Kürt tarafının da bu süreçle ilgili ciddi endişeleri bulunuyor. KCK Yürütme Konseyi Üyesi Cemil Bayık'ın Yeni Yaşam Gazetesi'ne verdiği röportajda, PKK'nın silah bırakmasına rağmen AKP iktidarının "PKK teröristtir, biz terörü bitirdik" algısını yarattığını ve bu algının medya üzerinden "Süleymaniye'den sonra Dok'ta da Erbil'de de silah bırakacak PKK" şeklinde ilerletildiğini ancak böyle bir niyetlerinin olmadığını belirttiği aktarılıyor. Bayık, Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik operasyonlar sürerken barış sürecinin yürüyemeyeceğini, barışın "bir bütünle" yapılması gerektiğini ve CHP'nin düşmanlaştırılmasının "sabotaj" olduğunu ifade ediyor. Abdullah Öcalan'ın tamamen serbest bırakılması değil, tecridin kaldırılması talebinin önemine dikkat çekiliyor. Kamuoyunda milliyetçilik damarlarının kaşınmasıyla ilgili provokasyonların AKP cenahından çıktığı, ancak bu tartışmaların "Amerikan emperyalizminin dayattığı tartışmalar" olduğu vurgulanıyor. Devlet Bahçeli'nin "Önümüzdeki günlerde çok şey değişecek İnşallah Türkiye aynı kalır" sözleri ve Erdoğan'ın "Fırat ve Dicle arasındaki topraklarımıza göz koyacaklar" ve "üç cephe" vurguları, bölgedeki büyük değişimlerin parçası olunacağına dair işaretler olarak yorumlanıyor. Birleşmiş Milletler'de Hafize Gaye Erkan'ın "büyük Türkiye" ve "Osmanlı vurgusu" yapması da, bu projelerin uluslararası boyutunu gözler önüne seriyor. Cem Küçük, Nagihan Alçı, Rasim Ozan Kütahyalı gibi isimlerin ve Yeni Şafak, Sabah gibi gazetelerin bu yol haritasından bir şey çıkmayacağı, durumun 2015'ten daha beter olmasından endişe edildiği belirtiliyor.

Son dönemde belediyelere yönelik operasyonlar da bu "aile şirketi" zihniyetinin acımasız yüzünü ortaya koyuyor. Ekrem İmamoğlu'nun sağlık kontrolünden geçmesi, tutukluların çoğunun sağlık problemleri yaşayan insanlar olması, özellikle Murat Çalık ve Ayşe Barım vakaları büyük dramlara sahne oluyor. Kelepçeli fotoğraflar, FETÖ dönemini hatırlatarak toplumda bir suçlu algısı yaratma çabası olarak görülüyor, ancak bu algının artık halkta karşılık bulmadığı belirtiliyor. Murat Çalık'ın annesinin "Oğlum kanser hastası 1999'u bir kere daha tekrarlamak istemiyoruz" diyerek yalvarması, hasta bir insanın cezaevinde tutulması, hatta annesi görmesin diye koğuşunun değiştirilmesi gibi insanlık dışı uygulamalar, "düşman düşmana yapmaz" denilerek sertçe eleştiriliyor. Ayşe Barım'ın haksız rekabetten yargılandığı, ancak "Gezi'yi örgütlediği" gibi absürt iddialarla suçlandığı, oysa tapelerde dahi sakinliğe davet ettiğinin okunduğu belirtiliyor. Bu tür "saçma sapan" ve "vicdansızca" yapılan işlerin, iktidarın oylarını düşürdüğü ve toplumu felakete sürüklediği AKP içindeki bazı kesimler tarafından dahi dile getiriliyor. Tüm bu gelişmelerin özünde, iktidarını koruma ve çok daha fazlasına, yani ranta tutunma arzusu yatıyor. Toplumun artık bu algı yönetimlerine inanmadığı, halkın karnının aç olduğu bir dönemde, "imparator" olma hayallerinin de artık karşılık bulmadığı vurgulanıyor. Türkiye'nin bu karanlık tablodan umut dolu günlere geçmesi temenni edilirken, bu haber makalesi yalnızca https://www.avazturk.com sitesine aittir.

Sakın ankaragündem adlı sözde haber sitesine asla GİRMEYİN. Manşet resminde de gözüktüğü gibi tüm haberleri birebir çalıntıdır. Bu haber makalesi yalnızca https://www.avazturk.com sitesine aittir.