Saudi Aramco

18.yy da Arap yarımadasında ortaya çıkan Vehhabi hareketi Suud ailesi tarafından hemen himayeye alınır. Vehhabilik  tarihsel açıdan çok problemli olup ve aslında tam olarak anlaşılmazsa bu prens tutuklama işi de Lübnan başbakanın istifası da açıklığa kavuşmaz.

Muhammed bin Abdülvehab... Selefi mezhebinin önemli isimlerinden ve ilk Suudi devleti Diriye Emirliğinin (1744 – 1818) iki kurucusundan biri. Diğeri de Diriye Prensi Muhammed bin Suud zaten... Eski Selefi sonra Vehhabi bu ikili yola koyulup Osmanlı idaresinde ki şehirlere saldırılara başlarlar. Peki sadece ülke kurmak için mi uğraştılar(?). Tabii ki hayır. Yağma, soygun ne ararsanız mevcuttu. Yağma için bir yere gitmeleri de gerekmiyordu. Oldukları yerde bekleyip Hac kafilelerinin önlerinden geçmesi için sabretmeliydiler. Hacıları soyup soğana çeviriyorlardı. Anlatabildim mi?

İslam’ın şartlarından/farzlarından birisini yerine getirmek için yola koyulan cümle mümini donlarına kadar soyuyordu bu Suud ailesinin bir kaç kuşak öncesi. Bununla kalsalar yine iyi, 1802’de Kerbela’yı bile yağmalamışlıkları var! İşte bu kadar dini yönü kuvvetlidir(!) Suud ailesinin... Moğol ordularını bile gölgede bırakacak dehşet hüküm sürüyordu Suud ailesinin Arap yarımadasına saldıkları Vehhabilik üzerinden. Neyse Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın yardımıyla Osmanlı hepsini teslim aldı ve gemilerle İstanbul’a getirtip idam ederek ilk Suud devletini boğazın serin sularına kattı. Bir kısmını ise Mısır’a sürdü. (Şimdi anladınız mı başta Katar olmak üzere pek çok konuda ki Mısır – Suudi Arabistan dayanışmasının tarihsel bağını!)

İyi de kardeşim din kardeşi değil miyiz, ne b*k yemeğe bizi soyuyorlarmış diyecek olursanız, tam olarak kardeş değiliz onlara göre... Baba birde anne ayrı desek daha doğru. Çünkü Vehhabiliğe göre bizim inanç skalamız da ki pek çok ayrıntı şirk ya da bid’at. En keskin örnekleri Hırka-ı ve Sakal-ı Şerif ziyaretidir mesela. Kesinlikle şirk olarak kabul ederler. Sünnet ve nafile namazları da bid’attır. Selefilik (13.yy) ise adı üstünde dinde önde/öncü olandır. Yani Sahabe sonrası kuşak olarak görürler kendilerini. Açıkçası mantıksal denklemde birbirlerinden ayıramazsınız tek fark yorumdur. Vehhabiliğin yorumu tavizsiz şiddettir. Kısacası Selefliğin şiddete terfisidir. İşbu sebeple her Vehhabi bir selefidir ancak her Selefi bir Vehhabi değildir. Ayrıca unutmayalım ki Vehhabiler için en az Şia’lar kadar düşmandır Sünniler.

Osmanlı idam furyasından kurtulmayı başaran Türki bin Abdullah ne yaptı etti Vehhabiliği yeniden bölgede hakim güç haline getirdi. Pek tabii Suud ailesi de vazgeçmeden devam etti bu topraklar üzerinde ülke kurma macerasına ve tam burada destek yerin üstünden değil altından geldi. Petrolün keşfiyle birlikte İngilizler için bu çöl dikkate değer bir bölge oldu. Destekledikleri Abdülaziz bin Suud yeniden devlet (1901) kurdu. 1.Dünya savaşından yenik çıkan Osmanlı’ya bu devleti zorla tanıtanda tabii ki İngiltere idi.

Ancak İngiltere’nin bölgede ki hakimiyeti beklediği kadar uzun sürmedi. ABD o dönem içine düştüğü Büyük Buhrandan çıkış olarak petrolün gücüne sığınınca Amerikan Başkanı Franklin D. Roosevelt ile Suudi kralı Abdülaziz İbn-i el Suud birlikte California – Arabian Standart Oil Company’yi (1933) kurdular. İngilizlerin diğer sömürgelerini Nazi Almanya’sından kurtarmağa odaklanmasıyla birlikte bölgenin hakimiyeti de tamamen ABD’nin eline geçti. Önce Aramco sonra Saudi Aramco isimlerini alan bu şirket değil bölgenin dünyanın en değerli şirketidir. (Göz altına alınan prenslerin de nereye ortak olduğunu tahmin edersiniz)

Ha pardon mis!!! Prensler tutuklanmıştı ve ben ondan bahsedecektim değil mi? Dedeleri Hac kafilelerini yağmalayan kraliyet ailesinin birbirine karşı giriştiği bu eylemi stratejik bir hamle ya da her hangi bir yolsuzluk soruşturması gibi okuma saftirikliğini diğer yazarlara bırakalım.

Gerçek çok daha basit, bir yönetim bunalımı ve sermayeyi birleştirme çabası. Hepsi bu... Önce Ilımlı İslam mesajları verdi sonra ılıman iklime ait değiller havası yaratıp topladı hepsini.

Yav bir dakika neden kestirip atıyorum ki! Asıl mevzuyu es geçtik kısa keseceğiz diye.

Şimdi bu Suriye mevzusu daha önemli! 1970’ten itibaren İsrail’in Filistin’den sürdüğü Araplar nereye gitti., tabi ki Lübnan. Sonra FKÖ (Filistin Kurtuluş Örgütü) haliyle militanlarını buraya konuşlandırdı. Derken Müslümanlar çoğalıp da Hristiyanlar azınlık haline gelince iç savaş çıktı. Suriye özellikle Hristiyan tebaadan taraf olup savaşı bitirmek için yakan topa daldı. Derken Suudi Arabistan, Mısır ve Kuveyt’te işe karıştı. Şimdi buradan sonrasını ben yazarken şaşırdım siz okurken dikkat edin lütfen.

Bu iç savaş sırasında bölgeye FKÖ militanları yuva yaptı bahanesiyle Güney Lübnan, İsrail tarafından işgal edildi. Arapları destekleyen Suudi Arabistan, Mısır ve Kuveyt ses çıkarmazken Suriye karşı çıktı. Ancak ilginç olan Filistin meselesinde güya bu tayfa İsrail’in karşısında idi. Müslümanları destekleyenler (Suud,Mısır,Kuveyt) Yahudi işgaline tepkisiz kalırken, Hristiyanları destekleyen (Suriye) karşı çıktı. Derken iç savaş patladı (1975) ve 1991’e kadar devam etti. Trafik karıştı yine. Sadeleştireyim diyorum da neresini sadeleştireceğim bende bilemedim.

Neyse sonuç olarak bölgede kazanan Suriye oldu ve Lübnan’ı bir nevi eyaletleştirdi. Peki karşısında kimi buldu dersiniz, elbette İsrail’i. Neyse ite kaka 2005’e kadar gelindi. Dönemin Lübnan Başbakanı Refik Hariri’nin suikaste kurban gitmesiyle işler yine karıştı. Bir parantez de Refik Hariri’ye açmak lazım. Lübnan’lı çiftçinin Suudi Arabistan’da öğretmenlik yapan oğlu Refik Hariri her nasıl olduysa Suud Kralı Fahd’ın bacısıylan evlendi. Bakın siz şu peri masalının büyüsüne. İşin içinde CIA parmağı falan aramayın ayıp oluyor. Sonuçta iki genç birbirini sevmiş diye “duygusal” Kral Fahd karşı mı çıkacak. Sonra iç güveysinden hallice bu eniştelerine şirketler kurulur (Oger) ve kendisi allanıp pullanıp müslüman kesimin temsilcisi olarak Lübnan’a atanır pardon Başbakan seçilir.

Vallahi yazarken boyun fıtığım coştu ama dişimi sıkarsam bitecek. Neyse CIA kurgulu Peri Masalının kahramanı olan Refik Hariri öldürülünce (2005) kim suçlandı? Suriye... Yalnız çok ilginçtir İsrail suikastten bir yıl sonra Lübnan’ı (Hizbullah’ı bahane ederek)  bombalayıp harap etti. Neyse Refik’ten olma Suudi kralı Fahd’ın bacısından doğma Saad Hariri hoooop 12 yıl sonra babasının koltuğuna oturdu. Bir yıla kalmadan da istifa etti. Gerekçesi neymiş! Suikast korkusu... Ne kadar doğru? Daha önce de babasının ölümünden ötürü Suriye’yi suçlamanın hata olduğunu söylemişti. Şimdi ne diyor; “...İran Suriye ve Irak’ta bölgeyi ve karar alma mekanizmalarını kontrol ediyor...”

Suriye iç savaşının neden köpürtüldüğünü bilmem anlatabildim mi? Artık alim olan anlar diyeceğimde memlekette alim mi kaldı. Neyse ki Stratejik Derinlik uzmanlarımız var da paçayı kurtarıyoruz. (Biliyorum berbat bir espri oldu bu son cüme)

Türkçesi prenslerin göz altına alınması, oğul Hariri’nin istifası ve sonra ki açıklamaları, Suudi Arabistan’a düşen Yemen füzeleri derken içimden bir ses İran ile Suudi Arabistan’ın vesayet işlerini bir kenara bırakıp doğrudan birbirilerine dalacaklarını, ki bu sebepten ötürü de bölge de daha kanlı mezhep çatışmasının çok da uzakta olmadığını söylüyor!!!

 

 

 

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar