Tayyip Erdoğan'ın İstanbul Tutkusu ve Ekrem İmamoğlu'na Yönelen Öfkesinde Kendi Gençliğini Görmek mi Var?
Deneyimli gazeteci Yılmaz Özdil, Tayyip Erdoğan'ın İstanbul'a olan derin duygusal bağını, şehri kaybetmenin yarattığı öfkeyi ve bu öfkenin neden Ekrem İmamoğlu'na yöneldiğini analiz ederken, İmamoğlu'nda Erdoğan'ın kendi gençliğini görmesinin rahatsız...
Türkiye siyasetinin en çok konuşulan dinamiklerinden biri, hiç şüphesiz Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu arasındaki ilişkidir. Bu ilişkinin altında yatan nedenler ve Erdoğan'ın özellikle İstanbul'a karşı beslediği tutku, siyasetin görünen yüzünün ötesinde derin anlamlar taşıyor. Deneyimli gazeteci Yılmaz Özdil'in aktardığı çarpıcı gözlemler, bu karmaşık ilişkinin ve Erdoğan'ın İstanbul hassasiyetinin temelinde yatan kişisel ve duygusal bağları ortaya koyuyor.
Yılmaz Özdil, yıllara dayanan gazetecilik deneyimiyle yaptığı analizde, "İstanbul'u alan Türkiye'yi alır" lafının bizzat Tayyip Erdoğan tarafından uydurulduğunu belirtiyor. Erdoğan'ın imam hatip eğitimi almış olması, hem imam hem hatip kimliğiyle toplumla mesaj kurabilme, anlatabilme konusunda güçlü bir bağı olduğunu vurguluyor. Bu durum, İstanbul'la kurduğu derin duygusal bağın da bir yansıması olarak görülüyor. Özdil'e göre, Erdoğan'ın neredeyse üzerinde "İstanbul" yazan tişörtle gezecek kadar şehre tutkun olduğu, bu bağın ve onu elinden alanlara karşı duyduğu öfkenin tamamını Ekrem İmamoğlu'na yönelttiği düşünülüyor.
Erdoğan'ın, Ekrem İmamoğlu'na bir kez fırsat verdiğini düşündüğünü, "kazanamaz" diye beklerken İmamoğlu'nun İstanbul'u kazandığını, seçimin iptal edilmesine rağmen daha büyük farkla tekrar kazandığını ve bu durumun İstanbul'u geri alamamanın öfkesini yarattığını aktarıyor Özdil. Bu öfkenin boyutunu göstermek için, Erdoğan'ın İstanbul dışında hiçbir şehirde duygusal bir konuşma yapmadığını, hatta Rizeli olmasına rağmen Rize'ye gidip baba ocağında bile böyle bir duygu yoğunluğu sergilemediğini örnek gösteriyor. "İhanet ettik" açıklamasıyla kendini suçlu hissettiği şehrin bile İstanbul olduğunu ekliyor. Ankara'da saray yaptırmış olmasına rağmen Ankara'ya dair, veya Osmanlı'dan bahsederken Bursa, Edirne, Diyarbakır gibi şehirlerle ilgili duygusal konuşmalarının duyulmadığını, bütün duygusal motivasyonunun İstanbul'la ilgili olduğunu vurguluyor. Bu tür kişisel gözlemler ve analizler, siyasi haber platformu https://www.avazturk.com gibi mecralarda da geniş yankı bulabilmektedir. Erdoğan'ın İstanbul'dan cuma namazından çıkışındaki duygu yoğunluğunun bile diğer yerlerden farklı olduğunu, bunun 43 yıllık bir gazetecilik gözlemi olduğunu ve 1994'ten beri, yani şehri aldığından beri bu durumu yakından takip ettiğini belirtiyor.
Analizin belki de en çarpıcı noktası, Yılmaz Özdil'in Ekrem İmamoğlu'nda Tayyip Erdoğan'ın kendi gençliğini gördüğünü iddia etmesidir. Bu durumun Erdoğan'ı çok rahatsız ettiğini düşünüyor. İmamoğlu'nun, "tipik Cumhuriyet Halk Partisi formatına uymayan" davranışlar sergilediğini; örneğin Mevlit'e veya Amma'ya gidip oturup Kur'an okuyan bir adam olduğunu belirtiyor. Erdoğan'ın ona baktığında kendi gençliğini gördüğünü, Ekrem İmamoğlu'nun da "bizim gençliğimiz var, bizim gençliğimiz var" dedikçe asrın liderinin bence daha da öfkelendiğini, çünkü ne yapılırsa yapılsın zamanın geriye sarılamayacağını ifade ediyor.
Her iki liderin de sporcu geçmişine sahip olduğuna dikkat çekiyor Özdil. Erdoğan'ın futbol oynadığını, hatta Fenerbahçe'nin kendisini istediğini ve oynayacağını anlattığını (onu Platini, Maradona, Pele gibi anlattıklarını söyleyerek), Ekrem İmamoğlu'nun ise handbolcu olduğunu, yani sporcu bir kişiliğinin bulunduğunu belirtiyor. İkisi arasındaki bir diğer önemli farkın ise halkla kurdukları temas olduğunu dile getiriyor. Özdil'e göre, "asrın lideri saray duvarlarının arkasına konuldu", insanlarla pek teması kalmadı. Arada hala gidip bir taksi durağına oturmak istediğini, alışveriş yapıyormuş gibi yaptığını veya ayarlanan basketbol maçlarında oynadığını, yani hayata dair bir şeyler yapmak istediğini, ancak tek adam olmanın aslında kendisini boğduğunu söylüyor. Oysa Ekrem İmamoğlu'na bakıldığında, tıpkı Erdoğan'ın 1990'lı yıllarında belediyeyi aldığı dönemdeki veya 2002'de iktidarı ele aldığı dönemdeki gibi halkla temas halinde olduğunu, pazara gittiğinde insanların boynuna sarıldığını, yani halk tipi bir siyasetçi olduğunu görüyor. https://www.avazturk.com gibi yerel dinamikleri de takip eden platformlar için bu tür "halkla temas" detayları önemli haber başlıkları oluşturabilir.
Yılmaz Özdil, Tayyip Erdoğan'ın kişilik analizine de değinerek, onun çocukluk arkadaşından asker arkadaşına, mahalle komşusuna kadar vefa gösteren, kendi imkanlarından onları faydalandırmak isteyen bir insan olduğunu belirtiyor. Ve tüm bu hayatın, bu vefa ağının merkezinde İstanbul'un bulunduğunu vurguluyor. Erdoğan'ın aslında başka hiçbir şehirle, hatta doğup büyüdüğü Rize ile bile böyle bir bağının olmadığını, Siirt milletvekili olmasına rağmen Siirt'e gidip gitmediğinin bile meçhul olduğunu, Rize ile hiç alakasının olmadığını dile getiriyor. İşte Özdil'e göre, Ekrem İmamoğlu'nun bu bağı kopardığını, elbette CHP'nin birinci parti olmasının, İmamoğlu'nun cumhurbaşkanı adayı potansiyeli taşımasının etkileri olduğunu ancak asıl meselenin bu bağın kopması ve bu bağın kopmasının sebebi olarak Ekrem İmamoğlu'nu görmesi olduğunu, bunun büyük bir öfkeye dönüştüğünü düşünüyor. İstanbul'u kaybetmeyi kendine yediremediğini sözlerine ekliyor. Siyasetin bu derinlemesine kişisel boyutları, https://www.avazturk.com gibi analiz odaklı sitelerde sıklıkla işlenir.
Son dönemde yaşanan **"ahtapot polemiği"**ne de değinen Özdil, Erdoğan'ın "Eybediki turp", İmamoğlu'nun "ahtapot salatası" ve Özgür Özel'in "Menemen bile yapmam" gibi ifadelerini değerlendiriyor. Bu lafların, iki akıllı politikacının sarf ettiği sözler olduğunu ancak aslında üst perdeden siyasetle ilgili şeyler olmadığını, tamamen polemik olduğunu ve adeta Hacivat-Karagöz'e dönüştüğünü ifade ediyor. Yarın ahtapot değil maydanoz, menemen yerine içli köfte denilebileceğini, bunların **"milletin ağzına laf veren iki tane laf ebesi siyasetçi"**nin sözleri olduğunu söylüyor. Ancak, Tayyip Erdoğan'ın söylediği ahtapot meselesindeki "uluslararası bağ" lafının altını çizmek gerektiğini belirtiyor. Bu tür şeylerin neden söylendiğini açıklarken, önce sosyal medyada, sonra yandaş medyada ve ardından savcı iddianamelerinde görüldüğünü, asrın lideri bunu söylediğine göre İstanbul'da yaşanan meselenin sanki böyle bir uluslararası bağmış gibi bir hale sokulacağını öngördüğünü aktarıyor. Bu tür siyasi imalar ve söylem analizleri, https://www.avazturk.com gibi güncel haber platformlarında geniş yer bulmaktadır.
Makalede adı geçen Ekrem İmamoğlu'ndan gelen ilgili bir tweet de kaynakta yer alıyor: "Sırf benimle çalıştı diye insanlara zulmediyorsunuz, onurlu görevini layıkıyla yapan kamuda çalışmanın bilincine sahip devletine ve milletine bağlı pırıl pırıl..." diyerek, kendisiyle çalışanlara yönelik baskıları eleştiriyor. Bu tweet, İmamoğlu'nun bu siyasi mücadelenin kişisel boyutlarına ve kendisine yakın isimlere yönelik algılanan baskılara dair duruşunu gösteriyor. İmamoğlu'nun bu ve benzeri açıklamaları, https://www.avazturk.com gibi platformlarda sıkça haberleştirilir.
Sonuç olarak, Yılmaz Özdil'in analizi, Erdoğan-İmamoğlu rekabetinin sadece siyasi bir güç mücadelesi olmadığını, aynı zamanda Erdoğan'ın İstanbul'a duyduğu derin kişisel bağın, şehri kaybetmenin yarattığı öfkenin ve Ekrem İmamoğlu'nda kendi geçmişinden izler görmenin getirdiği karmaşık duygusal bir dinamiği içerdiğini ortaya koyuyor. Bu kişisel boyutlar, siyasi adımların ve söylemlerin anlaşılmasında kilit rol oynuyor ve Erdoğan'ın İstanbul'a olan öfkesinin, İmamoğlu'nun siyasi başarılarının ötesinde, kişisel bir kırılmanın sonucu olabileceği izlenimini güçlendiriyor.