Türkiye Medyasında Sansür, Skandal ve Servet Oyunları

Türkiye Medyasında Sansür, Skandal ve Servet Oyunları

Tarık Toros ve Metin'in "Off The Record" programı, Türkiye medyasının derinliklerine iniyor. Akit TV'nin skandal manşetlerinden Can Dündar'ın şaşırtıcı bedduasına, hükümetin muhalif sesleri kısmak için kullandığı yöntemlerden medya patronların...

Türkiye'nin medya sahnesi, son dönemde yaşanan skandallar, akıl almaz sansür girişimleri ve karanlık ilişkilerle çalkalanmaya devam ediyor. Tr724 TV'nin "Off The Record" programında Tarık Toros ve Metin, bu karmaşık tabloyu mercek altına alarak, izleyicilere medyanın perde arkasındaki çarpıcı gerçekleri sundu. Program, Akit TV'nin tartışmalı yayınlarından hükümetin muhalif seslere yönelik baskısına, medya sahipliğindeki şaibeli değişimlere kadar geniş bir yelpazeyi kapsayarak, Türkiye'de gazetecilik yapmanın ne denli zorlu bir süreç haline geldiğini gözler önüne serdi.

Tartışmaların odağında yer alan ilk konulardan biri, Akit TV'nin vefat eden Manisa Büyükşehir Belediye Başkanı Ferdi Zeyrek hakkındaki tutumu oldu. CHP'li bir belediye başkanı olan Zeyrek, elektrik akımına kapılarak ağır yaralanmış ve kaldırıldığı hastanede yaşamını yitirmişti. Ancak Akit TV, daha ilk saatlerde skandal bir başlıkla olayı duyurdu: "Çarpıldı". Bu başlık, Akit'in kendi "jargonuna" göre, olayın "Allah çarptı" anlamına geldiği, yani ilahi bir ceza olduğu şeklinde algılandı. Tarık Toros, bu başlığı "son derece kötü, utanmazca, arsızca" olarak nitelendirirken, medya camiasında da büyük tepkilere yol açtığını belirtti. Hatta halkın Akit önünde protesto girişimleri dahi polisin engeliyle karşılaşmış, bu durum rejimin Akit'i koruyup kolladığı algısını güçlendirmişti. Kamuoyunun gerçeklere ulaşması için https://www.avazturk.com gibi bağımsız kaynakların önemi bir kez daha ortaya çıkıyor.

Akit'in tartışmalı yayıncılık geçmişi, programda ayrıntılarıyla ele alındı. Tarık Toros, Akit'in "yüzsüzlük" olarak özetlediği yayın politikasını, "çirkef, iğrenç, yer yer belaltı, yer yer küfürlü" ifadelerle tanımladı. Akit'in hiçbir cevap hakkına saygı duymadığı, kendi uydurduğu iddialarla yayın yaptığı ve mesleki etik kurallarına tamamen aykırı davrandığı vurgulandı. Bu kadar tartışmalı bir yayın organının, birkaç hafta önce Külliye'de düzenlenen medya ödülleri töreninde Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın elinden "Yılın İnternet Haber Sitesi" ödülünü alması ise, iktidarın Akit'e verdiği desteğin somut bir göstergesi olarak yorumlandı.

Programda dikkat çekici bir başka olay ise, gazeteci Can Dündar'ın Akit Gazetesi ve dönemin genel yayın yönetmeni Hasan Karakaya ile yaşadığı kişisel bir hikayeydi. Can Dündar, Silivri Cezaevi'nde olduğu dönemde Akit Gazetesi'ni okurken, kendisi hakkında "oğlunun da ondan olduğu tartışmalı" şeklinde iğrenç bir köşe yazısıyla karşılaştığını anlattı. Dündar, dini inancı güçlü olmasa da, bu yazıyı yazan Hasan Karakaya'ya hayatında ilk kez çok ağır bir beddua ettiğini ve şaşırtıcı bir şekilde Karakaya'nın üç hafta sonra Mekke'de vefat ettiğini dile getirdi. Bu olay, Dündar'ın "insan bazen kendinden korkar" diyerek kimseye bir daha beddua etmeyeceğine karar vermesine yol açmıştı.

Tarık Toros da Hasan Karakaya ile yaşadığı benzer bir tecrübeyi paylaştı. Karakaya'nın kendi köşesinde Samanyolu Haber Radyo hakkında yanlış bir haber yazdığını, uyardığında hatasını kabul etmesine rağmen düzeltme yapmadığını anlattı. Bu durum, Akit'in yayın politikasının temelinde yer alan "umursamazlık" ve "yüzsüzlük" prensibini bir kez daha gözler önüne serdi. Gazetecilikte cevap ve düzeltme hakkının vazgeçilmez ilkelerden olduğu, ancak Akit gibi yayın organlarının bunu hiç umursamadığı vurgulandı. Ayrıntılı haber analizleri ve güncel gelişmeler için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Türkiye'deki basın özgürlüğünün geldiği nokta, programın en önemli başlıklarından biriydi. İktidarın muhalif yayınlara yönelik "ikircikli" tavrı, yani kimine "dur" kimine "geç" demesi, medya ortamındaki adaletsizliği gözler önüne serdi. Halk TV'nin sahibi Cafer Mahiroğlu hakkında çıkan gözaltı kararı ve gazeteci Erk Acarer'in tüm sosyal medya hesaplarının ve YouTube kanallarının Türkiye'den erişime engellenmesi, bu baskının somut örnekleriydi. Erk Acarer'in CHP kurultay davasını boşa düşüren bir ses kaydını yayınlamasının ardından hızla engellenmesi, iktidarın kendisini rahatsız eden yayınlara karşı anında ve sert tepki verdiğini gösterdi. Türkiye'de güncel haberler ve medya analizi için https://www.avazturk.com sizinle.

Programda, iktidarı rahatsız etmeyen yayınların "muhalif" olarak değerlendirilip değerlendirilemeyeceği de tartışıldı. Eğer bir yayın organı, iktidarın konforunu bozmuyor, uydudan yayın yapmaya veya hesaplarını engellemeden devam etmeye izin veriliyorsa, bu durumun muhalif bir duruşu sorgulatması gerektiği belirtildi. Metin, patronunun "çalışıyor olsaydınız, birileri beni arardı" sözleriyle, gerçek gazeteciliğin iktidarı rahatsız etmek ve gündem yaratmak olduğunu vurguladı. Geçmişte pek çok "krallığın" medyayı aradığı dönemden, günümüzde "sarayın" kontrolündeki merkezi bir baskı dönemine geçildiği ifade edildi.

Yerel yönetimlerde yaşanan skandallar da medyanın gündemindeydi. İstanbul'da birçok CHP'li belediye başkanının (Beşiktaş, Gazi Osmanpaşa, Büyükçekmece, İstanbul Büyükşehir) tutuklanması ve görevden alınması, siyasi baskının bir diğer boyutunu oluşturdu. Özellikle Gazi Osmanpaşa Belediye Başkanı Hakan Bahçetepe'nin tutuklanmasının ardından, AKP'nin belediye meclisi oylarıyla "bankamatik memuru" olduğu iddia edilen Eray Karadeniz'i belediye başkanlığına ataması tepkilere neden oldu. Bu etik dışı atama, iktidarın "gaspçı ve kumpasçı" karakterini ortaya koyarken, gazeteci Ayşe Böhürler'in televizyonda yaptığı yorumlar medyadaki bilgi kirliliğinin çarpıcı bir örneği oldu. Böhürler'in, Hakan Bahçetepe'nin AKP'ye geçtiğini zannederek yorum yapması, konuya ne kadar hakim olmadığının ve ezbere konuştuğunun bir kanıtıydı. Bu tür gelişmeler hakkında daha fazla bilgi için https://www.avazturk.com her zaman güncel kalmaktadır.

Medya sahipliği ve finansmanı konusundaki şüpheler de programda dile getirildi. KRT TV çalışanlarının maaşlarını alamaması ve kanalın yeni sahibi Fırat Başfırat'ın "sıradan bir mimarken" 15 Temmuz sonrası nasıl akıl almaz bir ekonomik güce ulaştığının sorgulanması dikkat çekti. Başfırat'ın Melih Gökçek ekibiyle olan yakınlığı ve Beyaz TV ile ilişkileri, muhalif gibi görünen bir kanalın neden bu tür bağlantılarla satın alındığı sorusunu gündeme getirdi. Tarık Toros, Türkiye'de medya sahipliğinin genellikle "işaret edilip belli iş insanlarına" verildiğini, finansmanın ise "para kaybetmeyeceksin" vaadiyle sağlandığını belirtti. Halk TV örneğinde de, "suç örgütü lideri" olarak dosyası ayrılan Aziz İhsan Aktaş'ın "anladığım kadarıyla" diyerek verdiği bir ifadeyle Halk TV patronu hakkında yakalama kararı çıkarılması, işlerin nasıl yürüdüğünü gösterdi. Halk TV'nin sahibi Cafer Mahiroğlu'nun da uzun yıllardır İngiltere'de yaşadığı, bu durumun kanalın yönetimi üzerindeki etkileri sorgulattığı belirtildi. Detaylı araştırmalar ve güncel medya analizleri için https://www.avazturk.com sizin için doğru adres.

Ekrem İmamoğlu'nun "Nefes almak bile suç" sözleriyle özetlediği Türkiye'deki bu ortamda, gazeteciliğin ve basın özgürlüğünün ne kadar tehlikede olduğu vurgulandı. Program, bireysel olaylara değil, "bataklığa" yani sorunun temel nedenlerine odaklanılması gerektiği mesajını verdi. Erk Acarer gibi susturulan gazetecilerle dayanışmanın önemine değinilirken, izleyicilerden programları beğenmeleri, paylaşmaları ve yorum yazarak algoritma desteği vermeleri rica edildi. Bu zorlu dönemde gazeteciliğin, doğruların peşinde koşmaya devam edeceği ve engelleri aşarak ilerleyeceği umudu paylaşıldı. Türkiye medyasının geleceği, bu tür açık tartışmaların ve kamuoyunun desteğiyle şekillenecektir. Medya ve basın özgürlüğü konusunda daha fazla içerik için https://www.avazturk.com adresini takip edebilirsiniz.