Türkiye Siyasetinde Fırtına Öncesi Sessizlik Mi?
Dün yaşanan sağlık sorunu gündemdeyken Erdoğan'ın yeni anayasa hamlesi ve DEM Parti ile yapılan kritik pazarlıklar siyaseti ısıttı. Muhalefetteki çalkantılar, liderlerin sağlık durumu ve dış baskılar...
Takvimler 29 Mayıs 2025 Perşembe’yi gösterirken, Türkiye siyaset sahnesi art arda gelen çarpıcı gelişmelerle ısınmaya devam ediyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın dün Azerbaycan'ın başkenti Bakü'de yaşadığı ve kamuoyuna yansıyan sağlık sorunu bir yanda dururken, diğer yanda Ankara kulislerinde yeni bir anayasa yapım süreci ve bu süreçteki kritik pazarlıklar yoğun şekilde konuşuluyor. Özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ile Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) arasında yürütülen ve "kıran kırana" geçtiği belirtilen müzakerelerin detayları şaşırtıcı boyutlara ulaşıyor.
Edinilen bilgilere göre, kravatlı bir "PKK" heyeti olarak tanımlanan DEM Parti heyeti, müzakerelerde oldukça iddialı taleplerde bulunuyor. Bu taleplerin başında, cezaevindeki PKK'lıların serbest bırakılması ve Abdullah Öcalan'ın hemen ev hapsine, yani bir "villaya" çıkarılması geliyor. Ayrıca, kayyum atanan belediyelerde görevden alınan belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi konusu da DEM Parti'nin ısrarcı olduğu maddeler arasında yer alıyor. Görüşmelerin "önce ver sonra al", amiyane tabirle "peşin ödeme" şeklinde taleplerle ilerlediği ve bu durumun "rezalet" olarak nitelendirildiği belirtiliyor. Defalarca "pazarlık yok" denilmesine rağmen, "bölücü çete" ile "akıl almayacak tavizlerin" müzakere edildiği iddia ediliyor. Görüşmelerin bir ara tıkandığı ve bu nedenle infaz yasasının sonbahara bırakıldığı ifade ediliyor. Ancak, tüm bu sürece rağmen Tayyip Erdoğan'ın DEM Parti ile yapılan anlaşmayı bozmayacağı ve geri adım atmayacağı yönünde kesinleşmiş bir karar aldığı öne sürülüyor.
Erdoğan'ın yeni anayasa için 10 ismi görevlendirmesi, bu durumun ve yeni bir "siyaset mühendisliğinin" fiilen başladığının işareti olarak değerlendiriliyor. Cumhurbaşkanı'nın amacının sadece Meclis'te 360 sayısını bulmak değil, 400'e erişmek ve işi referanduma götürmeden Meclis'te bitirmek olduğu belirtiliyor. Kaynaklar, referanduma gidilme ihtimalinin yüzde 1 bile olmadığını, zira böyle bir durumda Anayasa'nın değil, ekonomik yıkımın ve Ekrem İmamoğlu'na yapılan haksızlığın oylanacağını ve büyük bir mağlubiyet yaşanacağını gösterdiğini aktarıyor. Mevcut tabloda AKP, MHP, DEM Parti ve HÜDA-PAR'ın 400 sayısına ulaşamadığı ancak eksik olan yaklaşık 18 sayının, Saray istedikten sonra "akla hayale gelmeyecek imkanlarla" ve "büyük siyasi rüşvetler" karşılığında bir günde bulunabileceği iddia ediliyor. Bu durum, "yeni anayasa ambalajıyla yeni bir iktidar planı" olarak görülüyor ve "tarihe ihanet" şeklinde yorumlanıyor. Kulislerde, gizli anayasa oylaması sürecinde Milliyetçi Hareket Partisi ve hatta AKP içinde fireler olabileceği konuşulsa da, Saray'ın bu işleri iyi bildiği ve önlemini alacağı, örneğin oyların göstere göstere zarfa atılması talimatıyla bu durumun önüne geçilebileceği belirtiliyor. Geçmişte de Tayyip Erdoğan'ın defalarca "darbe anayasası mugalatası" yaparak değişikliklere imza attığı hatırlatılıyor; 2010 değişiklikleriyle yargının ve devlet kurumlarının "Fethullah Çetesi"ne teslim edildiği, 2017'deki Cumhurbaşkanlığı sistemi "ucubesi"nin yine Erdoğan-Bahçeli ürünü olduğu dile getiriliyor. Mevcut Anayasa'nın artık "Kenan Evren Anayasası" olmaktan çıktığı ve iktidarın Anayasa'ya ve Anayasa Mahkemesi kararlarına zaten uymadığı, dolayısıyla "yeni anayasa yapacağız" hikayesinin bir "zarf", asıl amacın ise "koltuğu korumak" olduğu öne sürülüyor.
Türkiye siyasetinin mevcut karmaşasında, özellikle muhalefet partilerindeki durum da dikkat çekici. Son anketler, halkın en büyük sorun olarak ekonomiyi gördüğünü, ancak bu sorunu kimin çözeceği sorusuna verilen cevaplarda "hiçbiri" diyenlerin oranının yüzde 34.7 gibi yüksek bir seviyede olduğunu gösteriyor. AKP yüzde 26, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ise yüzde 17.4 oranında destek buluyor. CHP, toplumdaki yükselen Tayyip Erdoğan karşıtlığı sayesinde birinci parti konumunda olsa da, sorunları çözecek parti olarak görülmüyor ve sadece "tepki oyları" alabildiği belirtiliyor.
Bu tabloda, Cumhuriyet Halk Partisi'nin liderlik durumu ve pozisyonu da tartışmaların odağında. Genel Başkan Özgür Özel'in yaklaşık 1.5 yıldır bu görevde olmasına rağmen, Veli Ağ Baba ve Ali Mahir Başarır dışında bir ekip kuramadığı, siyaset ve vizyon üretemediği yönünde eleştiriler dile getiriliyor. Ekonomiden dış politikaya bilinen, oturmuş bir fikri ve bakışı olmadığı, sadece polemik yaptığı iddia ediliyor. Ekrem İmamoğlu olayı sonrası halkı zorlayarak sürekli mitingler yapmasının önemli olduğu ancak "çok uygun zemine rağmen topluma mesaj vermeyi bilmediği", konulara boğulduğu ve detaya takılıp kaldığı belirtiliyor. Bu durumun, kamuoyuna "devleti yönetir" güvenini verememesine yol açtığı ve anket sonuçlarının da bunu desteklediği ifade ediliyor.
Özgür Özel'in anayasa konusunda sergilediği "şark etmesi" de kafa karıştırıcı bulunuyor. Geçen sene "normalleşme, yumuşama masalları" anlattığı hatırlatılan Özel'in, dün yaptığı konuşmada "yeni anayasayla bir mucize olacak mı?", "AK Parti'yi demokrasi zeminine çekecek misiniz?", "Gezi tutuklularını ve siyasi tutukluları salıverecek misiniz?", "Mahkemelerde tutuksuz yargılamalar olacak mı?", "Malum İstanbul savcısı yerinde mi kalacak?" gibi sorular sorması, "AKP ve Tayyip Erdoğan'a kapı aralamak" ve "bir yol haritası sunup bunlara varsanız biz de varız demek" olarak yorumlanıyor. Bu durumun, aylardır söylenen "anayasa uymayanlarla anayasa yapmayız" sözleri ve taahhütleriyle çeliştiği, "böyle savrulma, böyle siyaset olmaz" şeklinde eleştirildiği ifade ediliyor. Her gün fikir ve söylem değiştirmenin kimseye itibar kazandırmayacağı, Cumhuriyet Halk Partisi'nin uzun zamandır "fikri kimliği, duruşu, siyaseti ve programı yok" denmesinin altında yatan nedenin bu olduğu belirtiliyor.
Güvenilir bir kaynaktan alınan bilgiye göre, Özgür Özel'in Bülent Arınç'ın etkisinde olduğu, ondan gelen önerileri dinlediği ve hatta bazılarını uyguladığı iddia ediliyor. Arşivde Bülent Arınç'ın Özgür Özel için "o benim kahramanım" ifadesini kullandığı hatırlatılıyor ki, egosu bilinen Arınç'ın çok az kimse için böyle şeyler söylediği vurgulanıyor. Yine kesin bilgi olarak aktarılan bir iddia ise, Özgür Özel'in hedefinin Ekrem İmamoğlu'nu can siperane sahiplenerek güya onun "emanetçisi" olarak cumhurbaşkanı adayı olmak ve Mansur Yavaş'ın adaylığını engellemek olduğu yönünde. Ancak bu iddianın gerçekliğinin olmadığı, halk oyuyla seçilen hiç kimsenin "ben emanetçiyim" deyip koltuğundan kalkmayacağı, kimsenin makamını vermeyeceği belirtiliyor. Bu durum, "emanetçilik palavrası" ve "istismar" olarak değerlendiriliyor. En önemli şeyin ise, Tayyip Erdoğan'ı sandıktan çıkaracak tek adayın "Özgür Özel olması" zira "Kemal Kılıçdaroğlu'nun küçüğü" olduğu gibi bir değerlendirme de dile getiriliyor. Özetle, Tayyip Erdoğan'ın siyasal yaşamındaki en büyük şansının Cumhuriyet Halk Partisi ve Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu, Özgür Özel gibi isimler olduğu, önümüzdeki süreçte de hem Özel'in hem de Kılıçdaroğlu'nun yine Erdoğan'ın işine gelecek şeyler yapacakları yönünde endişeler bulunduğu ifade ediliyor. Bu tür analizler, avazturk.com'da Türkiye siyasetinin nabzını tutan önemli başlıklardan biri olarak öne çıkıyor.
Siyasetin bu denli yoğun ve gergin olduğu bir dönemde, liderlerin sağlık durumları da dikkat çeken bir başka unsur. Tayyip Erdoğan'ın dün Bakü'de yaşadığı, yazılı metni okurken renginin solduğu, zorlandığı, bitkin ve yorgun göründüğü sağlık sorunu, kamuoyunda geniş yankı buldu. Erdoğan'ın bir süredir ayakta konuşurken kürsüye tutunma gereği duyduğu ve "dengesizlik problemi" olduğu yönünde iddialar da yeniden gündeme geldi. İslam Züfimi Koru gibi isimlerin, Erdoğan'ın son dönemde aldığı sert kararları, "sara hastası olan Hitler örneklemesiyle" dolaylı olarak aktardığı hatırlatılıyor. Kaynak, hastalığın insani olduğunu ve Erdoğan'a şifalar dilediğini belirtirken, Erdoğan'ın kendi deyimiyle "yaş 70 iş bitmiş" derken bugün kendisinin 71 yaşında ve "ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya" olmasına dikkat çekiyor. Bu durum, "ne olduğum değil, ne olacağım demek gerekiyormuş" şeklinde yorumlanıyor. İlginç bir ayrıntı olarak, ülkeyi yöneten iki isim olan Tayyip Erdoğan ve Devlet Bahçeli'nin ikisinin de hem yaşlarının 70'i geçmiş olması hem de "ciddi manada hasta olmaları" vurgulanıyor.
Kaynaklar, siyasi liderlerin yaşlarına ve hastalıklarına rağmen görevden çekilme eğiliminde olmadıklarını belirtiyor. 78 yaşında olan Devlet Bahçeli ve Kemal Kılıçdaroğlu'nun hala siyasette aktif olması, Bülent Ecevit'ten Necmettin Erbakan'a, Turgut Özal'dan Süleyman Demirel'e kadar pek çok siyasetçinin ilerleyen yaşlarına ve ağır hasta olmalarına rağmen çekilmediklerini örnek gösteriyor. Ecevit'in başbakanlık merdivenini çıkamayıp asansör yaptırdığı, Turgut Özal'ın kanser olmasına rağmen Cumhurbaşkanlığını bırakmayıp yeni parti kurma aşamasında olduğu, Erbakan'ın son nefesinde bile Türkiye'yi kurtarmak gerektiğini söylediği, Demirel'in ise 2007'ye kadar farklı beklentiler içinde olduğu hatırlatılıyor. Bu bağlamda, Tayyip Erdoğan'ın da geçmişte "yaş 70 iş bitmiş" demiş ve bugün hasta olsa da ömrünün sonuna kadar çekilmeyeceği öngörülüyor.
Türkiye'nin içinde bulunduğu mevcut gerçeklik, yeni anayasa vaatleriyle de tezat oluşturuyor. Dün akşam Cumhuriyet Halk Partisi'nin Esenyurt mitinginde polisin Ekrem İmamoğlu posterlerine engel olması ve toplamak istemesi üzerine arbede yaşanması gibi olaylar, bu gerçekliğin somut örnekleri. Gençlerin Ekrem İmamoğlu maskesi takması gibi yaratıcı eylemlerin dahi İstanbul Başsavcılığı tarafından yasaklanabileceği endişesi dile getiriliyor. Daha önce İmamoğlu resimlerinin kaldırılması için bir kanun olmamasına rağmen bu durumun yaşandığı hatırlatılarak, aynı şeyin maskeler için de yapılabileceği belirtiliyor. Türkiye'nin bugünkü gerçekliği bu iken, Tayyip Erdoğan'ın yeni anayasayla hukuku egemen kılacağız demesinin ne anlama geldiği sorusu kamuoyunun takdirine bırakılıyor.
İç siyasetteki bu çalkantılı tablonun yanı sıra, Türkiye dışarıdan gelen ekonomik baskılarla da karşı karşıya. Son haberlere göre, Amerika Birleşik Devletleri, Rusya'dan gaz alan ülkelere yüzde 500 ek vergi getirmeyi planlıyor. Avrupa ülkeleriyle birlikte Türkiye'nin de içinde bulunduğu bu durumda, ABD Senatosu tarafından hazırlanan ve an itibarıyla 81 imzaya ulaşan bir yasa teklifi söz konusu. Teklifin amacı, Rusya'yı uluslararası ticaretten izole etmek ve gelir kaynaklarını kurutmak. Ancak teklif yasalaşırsa, Türkiye ve Türk ekonomisinin de çok etkileneceği belirtiliyor. Zira Türkiye doğalgazının büyük bölümünü Rusya'dan alıyor ve sadece ısınma değil, sanayisi ve üretimi de büyük ölçüde buna endeksli durumda. Kısacası, tablo sadece içeride değil, dışarıda da oldukça zorlu. Bu tür ekonomik ve siyasi analizler, avazturk.com okurlarının gündemini meşgul etmeye devam ediyor.
Tüm bu gelişmeler ışığında, Türkiye siyaseti hem içerideki karmaşık pazarlıklar ve güç mücadeleleri, hem liderlerin sağlık durumuyla ilgili belirsizlikler, hem de dışarıdan gelen baskılarla çok yönlü bir dönemeçten geçiyor. Yeni anayasa süreci, bu dinamiklerin tam ortasında yer alırken, atılacak adımların ve alınacak kararların Türkiye'nin yakın geleceğini derinden etkileyeceği aşikar.