Türkiye Yargısında Yeni Şok: Ümit Özdağ Davasında 'Dejavu' Alarmı Neden Çaldı?

Türkiye Yargısında Yeni Şok: Ümit Özdağ Davasında 'Dejavu' Alarmı Neden Çaldı?

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın Silivri'de görülen duruşması, Türkiye'deki yargı bağımsızlığına dair endişeleri yeniden alevlendirdi. Tarihi savunmasında ABD'nin 1940'lı yıllarına gönderme yapan Özdağ, hukukun iktidar lehine eğildiğini ve...

Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ'ın Silivri'de görülen davası, ülke gündemine bomba gibi düşerken, mahkeme salonunda yaşananlar ve Özdağ'ın savunması, Türkiye'deki hukuk sisteminin geleceği hakkında ciddi soruları beraberinde getirdi. Duruşma, haksız yere hürriyetinin elinden alındığı inancıyla bir araya gelenlerin umutlu bekleyişine sahne oldu. Ancak mahkemeden çıkan karar, kamuoyunda büyük bir şaşkınlık yarattı ve davanın siyasi niteliğini bir kez daha gözler önüne serdi.

Ümit Özdağ, Silivri'de gerçekleştirdiği savunmasında "tarihi" olarak nitelendirilebilecek çarpıcı bir benzetmeye imza attı. Türkiye'deki mevcut hukuk sistemini, 1940'lı ve 1950'li yılların Amerika'sına benzetti. Özdağ'a göre, tıpkı o dönemde siyahilere ve beyazlara ayrı hukuk uygulanması gibi, bugün de Türkiye'de muhaliflere ayrı, iktidar ve yandaşlarına ayrı bir hukukun işlediği siyasi bir sistem tarafından idare ediliyoruz. Bu ifadesi, Türkiye'deki yargının bağımsızlığına dair derin endişeleri bir kez daha dile getirdi.

Savunmasında, "bazı yargıçların cübbelerine düğme diktiğini" ve "adalet heykelinin gözünün bağının çözüldüğünü" iddia eden Özdağ, adalet heykelinin elindeki terazinin "iktidarın lehine net bir şekilde tarttığını" vurguladı. Bu sözler, yargı üzerindeki siyasi baskı iddialarının ne kadar yaygınlaştığını gösterirken, Ümit Özdağ davasının sıradan bir adli dava olmaktan öte, siyasi bir duruşmanın sembolü haline geldiğini işaret ediyor. Türkiye'deki hukuk ve adalet sistemi üzerine daha kapsamlı analizler için https://www.avazturk.com adresini ziyaret ederek güncel gelişmeleri takip edebilirsiniz.

Ümit Özdağ, kendisinin bir siyasi partinin genel başkanı, üç dönem milletvekilliği yapmış bir siyaset bilimi profesörü olduğunu hatırlatarak, "Türkiye'den kaçmak gibi bir durumu olamaz" dedi. Ona göre, tutuklu yargılamanın mevcut siyasi düzende bir "tedbir" değil, açıkça bir "cezalandırma metodu" haline geldiği gözlemleniyor. Bu durumun sadece kendisi için değil, aynı zamanda Ekrem İmamoğlu gibi büyük bir metropolün belediye başkanının da kaçma şüphesi olmamasına rağmen "yargı sopası üzerinden cezalandırıldığını" dile getirdi. Ayrıca, birçok gazeteci ve basın mensubunun da kaçma şüphesi olmamasına rağmen tutuklu yargılamayla cezalandırıldığını belirterek, yargıdaki bu eğilimin geniş bir yelpazeye yayıldığına dikkat çekti.

Duruşmada Özdağ'ın temel savunma konularından biri de sığınmacı ve kaçaklarla ilgili yaptığı açıklamalar oldu. Bu ifadelerde hiçbir suç unsuru görmediğini belirten Özdağ, Türkiye'nin AK Parti'nin bilinçli politik tercihleriyle Avrupa'nın ve dünyanın mülteci kampı haline getirildiğini dile getirdi. Ayrıca, Türkiye'nin Suriye'den gelen kitlesel göçle "stratejik göç mühendisliğine" maruz kaldığını savundu. Özdağ'a göre, Suriye Savaşı'nın başlamasıyla birlikte PKK/YPG, Suriye'nin kuzeyini ele geçirerek köyleri boşaltmış, kitleleri Türkiye'ye doğru itmiş ve Suriye'nin kuzeyinde bir terör devletinin demografik altyapısını oluşturmuştur. Bu bağlamda, Nisan ayında Kamışlı'da PKK devletçi ilan edildiğini de ekledi.

Ümit Özdağ, Türkiye'nin para karşılığında Avrupa'nın mülteci kampı haline getirildiği iddialarını "kanıtlarıyla" desteklediğini belirtti. 2015 yılında AK Parti'nin Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşma sonucunda, Türkiye üzerinden Avrupa'ya geçen sığınmacı sayısının 900.000'den 30.000'lere, oradan da 10.000'lere düştüğünü gösteren verileri sundu. Bu argümanlar, Türkiye'nin göç politikasının iç ve dış dinamiklerini sorgulayan önemli bir bakış açısı sunuyor. Güncel haberler ve politik gelişmeler hakkında daha fazla bilgi edinmek için https://www.avazturk.com adresini kullanabilirsiniz.

Özdağ'ın savunmasının en can alıcı noktalarından biri de "Türk milli kimliğinin varoluşsal bir tehditle karşı karşıya olduğu" tespitiydi. Hacettepe Üniversitesi verilerine göre, Türkiye'deki Suriyeli sığınmacıların doğum oranının 5,3 iken Türk vatandaşlarının doğum oranının 1,4 olduğunu hatırlattı. Bu durumun, 20 yıllık projeksiyonda Irak, Afganistan, Afrika ve İran üzerinden gelenlerle birlikte Türk milleti ve milli kimliği için "varoluşsal bir tehdit" oluşturacağını öne sürdü. Bu gerçekleri dile getirmenin suç olmadığını, aksine Türk milletinin istikbali için konuşmaya mecbur olduklarını ifade etti.

Hükümetin, birilerini tutuklayarak mülteci kampı haline gelen ülkenin durumunun ve Suriyelilere vatandaşlık dağıtılmasının konuşulmasını engelleyebileceği yanılgısı içinde olduğunu belirten Özdağ, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya'nın 238.000 Suriyeli sığınmacıya vatandaşlık verildiği yönündeki resmi açıklamasını örnek gösterdi. Ancak bu vatandaşlıkların, 5901 sayılı Vatandaşlık Kanunu'na, Atatürk döneminde çıkarılan kanunlara (Hatay meselesi nedeniyle Suriye uyrukluların gayrimenkul alamaması) ve geçici koruma statüsü kurallarına aykırı olduğunu detaylıca açıkladı. Yüz binlerce yabancının gayrimenkul üzerinden vatandaşlık alıp seçmen yapıldığını ve toplumsal desteğini kaybeden AKP'nin kendine "mükin bir sosyoloji" oluşturduğunu iddia etti. Bu iddialar, Türkiye'deki demografik yapının geleceği üzerine önemli tartışmaları beraberinde getiriyor. Türkiye'nin siyasi ve toplumsal dinamiklerini yakından takip etmek için https://www.avazturk.com gibi güvenilir platformlardan bilgi alabilirsiniz.

Ümit Özdağ, savunmasının ardından avukatlarının da kendi savunmalarını sunmasıyla birlikte, mahkemenin savcılığın 1,5 yıldan 4,5 yıla kadar hapis talebine rağmen tutukluluğa devam kararı vermesi ve duruşmayı bir hafta sonraya ertelemesiyle kamuoyunda büyük bir soru işareti yarattı. SÖZCÜ Televizyonu yorumcuları, bu durumu "garip" olarak nitelendirerek, sıradan bir davada anında karar verilirken, 142 gündür içeride tutulan Ümit Özdağ'ın kararının ertelenmesinin akıllara "pazarlık" ya da "siyasi bir müdahale" şüphesini getirdiğini dile getirdi. "Adalet Bakanlığı'nı arayalım da acaba bu bir siyasi dava mı?" sorusuyla, yürütmenin yargı üzerindeki büyük etkisine sert bir eleştiri getirdiler.

Programda, Ahmet Yavuz'un tweet'i üzerinden yapılan "dejavu" tespiti büyük yankı uyandırdı. Ergenekon ve Balyoz davalarında mağduriyet yaşamış bir ismin bu tespiti, geçmişte yaşanan antidemokratik uygulamaların benzerlerinin bugün de tekrar yaşandığına işaret ediyor. Yorumcular, FETÖ ile birlikte yol yürüyen iktidarın "palazlandığını" ve "öğrendiğini" belirterek, artık iktidarın tek başına bu süreçleri yönettiğini, soruşturma, gözaltı ve yargılama şekillerinin, uzun tutukluluk sürelerinin geçmişi çağrıştırdığını vurguladı. Bu durum, Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş ve Ekrem İmamoğlu gibi diğer davalarda da görülen yürütmenin yargı üzerindeki büyük gölgesini bir kez daha ortaya koyuyor. Türkiye'de yargı bağımsızlığının ne denli kırılgan olduğunu gösteren bu gelişmeler için https://www.avazturk.com adresindeki haberleri takip edebilirsiniz.

Yorumcular, "Artık bunu görmemek mümkün değil" diyerek, Türkiye'de adalet sisteminin işleyişindeki bu çarpıklığa dikkat çektiler. 2010, 2011, 2012 ve 2013'lerde yaşananların tekrar yaşatıldığı, bu durumun yargıya olan güveni daha da sarstığı belirtildi. Ümit Özdağ'ın davası, "yeni bir ittifakın" yani Cumhur İttifakı'nın yeni şekli ve formu olan AKP-MHP-DEM ve Hüdapar bloğunun ortaya koyduğu "projenin" bir parçası olarak değerlendiriliyor. Bu proje altında, meclis başkanlığı seçimlerinde DEM Parti'nin Numan Kurtulmuş'u desteklemesi gibi siyasi işbirlikleri de bu antidemokratik uygulamalarla ilişkilendiriliyor.

Terörsüz Türkiye adı altında, Türkiye'nin nasıl teröre teslim edildiğini ve AKP-MHP-DEM ve Hüdapar bloğu altında kişi hak ve hürriyetlerinin, ifade özgürlüğünün, basın özgürlüğünün ve Atatürk'ün kurduğu milli ve militer devletin nasıl parçalandığını çarpıcı bir örnekle açıkladılar. 2009 yılında PKK'ya katılan, bomba eğitimi alan ve üç bomba yapan bir teröristin hikayesi, bu yeni adalet anlayışının en bariz kanıtı olarak sunuldu. Bu teröristin yaptığı bombalardan biriyle üç polisimizin şehit olduğu, diğeriyle 21 askerimizin gazi olduğu belirtildi. Diyarbakır Ağır Ceza Mahkemesi'nin bu teröriste 353 yıl ve 4 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası vermesine rağmen (2019'da ceza alıp 2021'de üst mahkemece onaylanmasına rağmen), Yargıtay 3. Ceza Dairesi'nin 2025 yılında bu cezayı bozarak beraatine karar vermesi inanılır gibi değil olarak nitelendirildi. Bu teröristin sadece PKK üyeliğinden 15 yıl yatacağı ve gelecek yıl serbest bırakılacağı bilgisi, kamuoyunda büyük bir infial yarattı. Benzer siyasi yorum ve haber analizleri için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.

Söz konusu teröristin, "Sayın Cumhurbaşkanı ve Bahçeli'nin başlattığı sürecin barış yolunda yapıldığını" söylemesi, yorumcular tarafından "Bunların barış dediği Türk milletinin ölüm fermanıydı" şeklinde yorumlandı. "Bunların barış dediği Türk evlatlarının Kodes'e girip teröristlerin serbest bırakılmasıdır" ifadesiyle, bu "yeni blokun" adalet anlayışı sert bir dille eleştirildi. Onlara göre, AKP-MHP-DEM ve Hüdapar bloğunun demokrasi anlayışı, "Öcalan alçağının kurucu önder diye payendirildiği, cezaevinde çürümesi gereken teröristlerin serbest bırakıldığı ama muhalif siyasilerin, belediye başkanlarının, basın mensuplarının, akademisyenlerin hapislerde çürütüldüğü bir sistem kurmak" arzusundadır.

Devlet Bahçeli'nin "Kurucu Anayasa", "Yeni Türkiye" ve "Yeni Kimlik" söylemlerinin, Atatürk'ün kurduğu Cumhuriyet devletinin hukukun üstünlüğünün, demokrasinin, hakkaniyetin ve liyakatin yerine "yeni bir şey kurma" çabası olarak görüldüğü belirtildi. Bu hedefe ulaşmak için ise 400 vekile ulaşmanın ve sandığı milletin önünden kaçırıp anayasayı değiştirerek bu "yeni Türkiye'yi" kurma arzusunun olduğu vurgulandı. Türkiye'deki yargı bağımsızlığına dair endişeleri artıran bu dava, bir kez daha siyasi davaların nasıl işleyebileceğine dair soruları gündeme taşıyor. Mahkemenin bir hafta sonra açıklayacağı kararın ne olacağı merakla beklenirken, Ümit Özdağ davası, ülke tarihinde siyasi içerikli davaların, yürütmenin yargı üzerindeki etkisinin ve uzun tutukluluk sürelerinin bir simgesi haline gelmiş durumda. Adalet arayışı ve hukukun üstünlüğü ilkesinin ne kadar geçerli olduğu soruları ise havada asılı kalmaya devam ediyor.