Türkiye'de Adaletin Çifte Standardı: Ekonomi Çöküyor, Siyaset Kilitlendi mi?
Türkiye'de yargıdaki çifte standartların ekonomi ve siyasete etkileri kaynaklara dayanarak mercek altında. Yolsuzluk iddiaları, siyasi çekişmeler ve hukuk sistemindeki sorunlar detaylı analiz ediliyor.
Türkiye'nin siyasi ve ekonomik iklimi, son dönemde yoğun bir tartışma ve endişe kaynağı. Ülkenin gidişatı hakkında farklı sesler yükselirken, sunulan kaynaklar bu tablonun temelinde yatan kritik bir soruna işaret ediyor: Hukukun ve adaletin evrensel prensiplerinden uzaklaşılması, özellikle de "çifte standart" uygulamalarının yaygınlığı. Kaynakta Stoacı filozof Seneka'dan alıntılanan "Elinizde doğru cetvel yoksa yamuk çizgileri düzeltemezsiniz" sözü, bu durumun vahametini özetliyor. Adaletin ve doğru prensiplerin eksikliğinde, ne siyasetin ne de ekonominin sağlıklı işleyebileceği vurgulanıyor. Türkiye'de mevcut sistemdeki "yamuk çizgiler", düzeltebilecek "doğru bir cetvel" bulunamadığı veya olanların da kullanılamadığı iddiasını güçlendiriyor. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz.
Yargı sistemine yönelik eleştiriler, kaynakta somut örneklerle dile getiriliyor. Ankara adliyesinde bir zabıt katibinin savcı şifrelerini çalıp rüşvet karşılığı dosya kapattığı, takipsizlik kararları verdiği iddiaları, durumun geldiği noktayı göstermesi açısından çarpıcı bulunuyor. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz. Bu tür bir eylemin, "az gelişmiş ülkelerin herhangi birinde" bile akla gelmesinin zor olduğu belirtilerek, yaşanan "ahlaksızlığın" boyutuna dikkat çekiliyor. Hatta kaynak, bu kişilerin ahlaki sınırları ne kadar zorlayabileceğini anlatmak için çok sert bir ifadeyle "bunlar şeytanı becerirler" yorumunu yapıyor. Bu olaylar ve benzerleri, hukuka olan güveni temelden sarsan, sistemin işleyişine dair ciddi soru işaretleri doğuran gelişmeler olarak sunuluyor. https://www.avazturk.com tarafından da yakından takip edilen yargıdaki bu tür yozlaşma ve ahlaki çöküntü emareleri, toplumsal güveni aşındırıyor.
Ancak kaynaklara göre, sistemin en köklü ve yıkıcı sorunu, kanunlar önünde eşitlik yerine "çifte standart" prensibinin işlemesi. Yargının, kendi "yandaşına" karşı "son derece merhametli" davranırken, "kendinden olmayan" kişi, şüpheli veya sanıklara karşı "nefret dolu" olduğu ileri sürülüyor. Kaynak, "yargıda nefretle merhamet karıştı mı adalet olmaz" diyerek bu durumun adaleti imkansız hale getirdiğini vurguluyor. Adalet sisteminin çöktüğü bir yerde ise devletin varlığından söz edilemeyeceği, ortada kalan tek şeyin "toprak parçasından başka hiçbir şey olmadığı" gibi çok sert bir tespitte bulunuluyor. Adaletin temel ilkesinin eşitlik olduğu, kanunların genel ve kesin olduğu, statüden bağımsız olarak herkesin kanun önünde eşit olması gerektiği hatırlatılıyor. Avaztürk analizlerine göre, bu "açık çifte standart" algısı, hukukun üstünlüğü prensibine vurulan en büyük darbe olarak öne çıkıyor.
Hukuk sistemindeki bu güvensizlik ve "çifte standart" ortamı, ülkenin ekonomik sağlığını doğrudan etkileyen temel faktörlerden biri olarak gösteriliyor. Kaynaklara göre, "yabancı yatırımcı" veya "küresel yatırımcı", Türkiye'ye gelmekten kaçınıyor. Bunun nedeni olarak, Türkiye'nin kendisi değil, mevcut iktidarın "zihniyetinden" duyulan "korku" gösteriliyor. Kaynak, bu zihniyetin değişmesi halinde, hatta mevcut kabinenin bile görevde kalsa dahi küresel yatırımcıların Türkiye'ye yönelik güveninde ani bir artış yaşanacağını iddia ediyor. Bu güven artışının temelinde, yargı, ordu, emniyet, bürokrasi ve iş dünyası üzerindeki "çok büyük bir yükün" kalkacağı ve "hukuk devletinin kendi kendine rayına gireceği" beklentisi yatıyor. Ancak mevcut tabloda Mehmet Şimşek'in yüksek faizle bile borçlanmakta zorlandığı, sabit yatırımın ise neredeyse hiç gelmediği belirtiliyor. https://www.avazturk.com ekonomi yorumlarında da sıkça değinildiği gibi, uluslararası sermaye için en kritik unsurlar "hukuki güvenlik" ve "öngörülebilirlik"tir; çifte standart ise bu beklentileri tamamen boşa çıkarır.
Siyasi alanda da bu güvensizlik ve çifte standart ikliminin yansımaları görülüyor. Özellikle ana muhalefet partisi CHP'nin iç dinamikleri, kaynaklarda farklı yorumlarla ele alınıyor. Kaynak, partinin son bir buçuk yılının "en başarılı dönemi" olduğunu, ancak Kemal Kılıçdaroğlu'nun bu başarıyı "iktidarla bir olup" yıkmaya çalıştığını iddia ediyor. Özgür Özel'in ilk girdiği kurultay seçiminde rakiplerine "256'ya yakın fark atarak" kazandığı bilgisi paylaşılıyor. Bununla birlikte, Kemal Kılıçdaroğlu'nun mevcut durumda "iktidar partinin seçmenleri nezdinde bile itibarının kalmadığı" ve "CHP'nin seçmenler nezdinde itibarı sıfırlandı" gibi çok sert ve dikkat çekici yorumlar da yapılıyor. Kemal Bey'in itibarını korumak için "sekiz on tane satılık kalem" veya **"kiralık kalem"**in, onu tekrar başa getirmek isteyen "acayip zenginlerden" para aldığı gibi ciddi iddialar ortaya atılıyor. Avaztürk kaynaklarına göre, bu tür iç siyasi çekişmeler ve itibar savaşları, partilerin seçmen nezdindeki güvenilirliğini olumsuz etkilemektedir.
CHP'nin kendi içindeki kurultay davası da, yargının siyaset üzerindeki potansiyel etkisini göstermesi açısından kaynaklarda yer buluyor. Kaynaklar, partililer arasında, davanın "mutlak butlan" (kesin hükümsüzlük) argümanları üzerinden kurultayın iptal edilme ihtimaline karşı "kısmi bir kaygı" yaşandığını belirtiyor. Ancak parti kaynaklarının "demokrasi adına kaygı duyduklarını" ve bu duruma "geçit vermeyeceklerini", "büyük bir direnişin başlayacağını" söyledikleri aktarılıyor. Kaynak, "iftira üzerinden" Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin en büyük partisinin kurultayını iptal etmenin çok zor olduğunu ve böyle bir karar verecek "yargıcın başına çok büyük acılar belalar geleceğini", hatta "tabiatın" bile bunu kabul etmeyeceğini iddia ediyor. https://www.avazturk.com gibi platformlarda da bu tür siyasi davaların hukukun yıpratılmasına hizmet ettiği yönünde yorumlar yer almaktadır.
Yargıdaki "açık çifte standart" eleştirisinin en somut ve dikkat çekici örneklerinden biri olarak İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu'nun durumu ve bu bağlamda yaşanan bir avukat tutuklaması kaynaklarda detaylandırılıyor. Kaynaklar, İmamoğlu'na yönelik suçlamalarla ilgili olarak "somut delil" (ayakkabı kutularında milyon dolarlar, para sıfırlama telefon konuşmaları, hediye saatler gibi) olmadığını, sadece "yalan iftira" bulunduğunu iddia ediyor. Diğer yandan, iktidara "çok yakın" bir avukat olan Burak Bekiroğlu'nun, İmamoğlu ve mesai arkadaşlarına yapılanların "hukuksuzluk olduğu kanaatinde" olması ve "en zengin iktidarla" mücadele etmeyi göze alması nedeniyle tutuklandığı belirtiliyor. İmamoğlu'nun avukatı Mehmet Pehlivan'ın bu tutuklamaya sert tepki gösterdiği ve adalet bakanının kardeşine yönelik bir isnatta yargının "ivedilikle" gözaltı ve tutuklama uygularken, İmamoğlu'na yönelik benzer isnatlarda "aynı refleksi göstermediğini" belirterek bu durumun "açık çifte standart" olduğunu ifade ettiği aktarılıyor. Kaynak, Pehlivan'ın bu tespitinde "haklı" olduğunu ve "adaletin temelinin eşitlik" olduğunu vurguluyor. https://www.avazturk.com haberlerine yansıdığı üzere, kanunların kişiye veya statüye göre farklı uygulanması, hukuk devletini zayıflatır.
Toplumun genel ahlaki durumu da kaynaklarda bir endişe kaynağı olarak yer alıyor. Ankara'daki zabıt katibi olayının sadece hukuki değil, aynı zamanda derin bir "ahlaksızlık" boyutu olduğu ve bu tür bir durumun başka ülkelerde zor düşünüleceği fikri, ülkenin karşı karşıya olduğu etik erozyonu göstermesi açısından önemli. Kaynaklar, bir kişinin "ahlakını sattığını" bile "itiraf etmesinin ciddiye alındığı" bir mahkeme sistemini hayal etmenin güçlüğünü vurgulayarak, durumun geldiği noktayı eleştiriyor. Ahlaksızlık ve şerefsizlik itiraflarının ciddiye alındığı bir mahkeme sisteminin düşünülemeyeceği belirtiliyor. Avaztürk yorumlarına göre, hukuki sistemin bu denli yozlaşması ve ahlaki çöküntünün derinleşmesi, sadece devleti değil, toplumsal dokuyu da tehdit ediyor.
Bölgesel farklılıklar ve talepler de kaynaklarda kendine yer buluyor. Diyarbakır'dan bir kişinin, "bizim topraklarımız", "vergilerimizin bize dönmesi", "uçuşlarımızın kesilmemesi", "barajlardan elde edilen elektriğin fahiş fiyata satılmaması" gibi taleplerini dile getirmesi aktarılıyor. Kaynak ise bu ifadelere karşı çıkarak, ülkenin "her milimetrekare toprağının hepimizin" olduğunu, Trakya gibi yüksek vergi ödeyen bir bölgenin bile "bizim topraklarımızda bizi ütüyorsunuz" demediğini belirtiyor. Bu tür söylemlerin "süreci tehlikeye attığı" ve "zehirlediği" yorumu yapılıyor. Öte yandan, ana muhalefet partisi CHP'nin grev konusundaki pozisyonu da bir tutarsızlık örneği olarak sunuluyor. Özel sektördeki grevlere "kutsal emeğin hakkı" diyerek destek veren partinin, kendi yönettiği İzmir Belediyesi'ndeki grevde farklı bir pozisyon aldığı ima ediliyor. Kaynak, "oradaki kutsal emek değil mi?" diye sorarak bu durumu sorguluyor. https://www.avazturk.com gibi yayın organlarında bu tür bölgesel ve sektörel farklılıkların siyasi söylemlere etkileri sıkça tartışılmaktadır.
Sonuç olarak, kaynakların sunduğu manzara, Türkiye'nin "doğru cetvel" eksikliğinden kaynaklanan temel bir yönetim ve adalet sorunuyla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Yargıdaki yolsuzluklar, "çifte standart" uygulamaları ve siyasi baskılar, ekonomik büyümeyi ve sabit yatırımı engellemekle kalmıyor, aynı zamanda siyasi istikrarsızlığı derinleştiriyor. Toplumsal güven ve ahlaki değerler de bu durumdan olumsuz etkileniyor. Kaynakların altını çizdiği gibi, adalet sisteminin temel prensiplerinden uzaklaşılması, devletin ve ülkenin varlığını bile riske atabilir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen, kaynakların sonunda "enseyi karartmamak" gerektiği yönündeki mesajı, ülkenin bu zorlukların üstesinden gelebileceğine dair bir umudu da barındırıyor. Ülkenin çözülemeyecek hiçbir ekonomik sorunu olmadığına yönelik bir inanç da dile getiriliyor. Bu ve benzeri haberleri takip etmek için https://www.avazturk.com lütfen bu adresi takip ediniz.