Türkiye'de Sessizce Yer Yerinden Oynuyor, Hiçbir Şey Eskisi Gibi Olmayacak!
Silivri duvarları arasında kıyılan düğünler, geciken iddianameler ve yargının derinliklerindeki akıl almaz değişimler... Türkiye'de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu sessiz çalkantının perde arkası detaylarını öğrenmeye hazır mısınız?
Türkiye, tarihi günlerine bir yenisini eklerken, adalet koridorlarında yaşanan gelişmeler ve siyasi arenadaki çalkantılar ülke gündeminin en üst sıralarına oturdu. Geçtiğimiz günlerde Silivri'de peş peşe kıyılan nikahlar, Buğra Gökçe'nin 62-63 gündür yayınlanmayan düğün fotoğraflarının hala tab edilme aşamasında olduğu bilgisiyle birlikte, bugün Gürkan Akgün'ün nikah töreniyle bir kez daha mercek altına alındı. Gürkan Akgün'ün 20 yıllık avukat olan müstakbel eşi, düğünlerini aslında Temmuz'da dışarıda planladıklarını, ancak bugün Silivri'nin duvarlarının, tel örgülerinin umudu, sevgiyi ve aşkı yenemeyeceğini; baskıya ve zulme engel olamayacağını göstermek için burada olduklarını belirtti. DGM'leri bile görmüş bir avukat olarak, hiçbir dönemde bu kadar hukuka aykırılığın ve hak ihlallerinin yaşanmadığını vurgularken, adaletsizliğe alışmayacaklarını, yan yana ve inançla ayakta kalacaklarını dile getirdi. Özgür Özel de bu nikahların ardından yaptığı açıklamada, 62 gündür Buğra Gökçe'nin nikah fotoğraflarının verilmemesini, insanların en mutlu günlerinin en önemli anlarının dahi sevdiklerinden esirgenmesini sert sözlerle kınadı ve bu rejimin insafına lanet okudu. Emeklisine merhamet göstermeyen, asgari ücretlisini açlık sınırının altında çalıştıran, gençlerin geleceğine kıyan bu rejimin gelin hanımların gözyaşlarına merhamet göstermeyeceğini vurgularken, bu saray rejimine ve 19 Mart darbecilerine karşı bir kez daha bilenerek çıktığını ifade etti. Özgür Özel, tutuksuz yargılama dışında, tamamı canlı yayınlanan duruşmalar dışında ve bir an önce yazılacak iddianameler dışında hiçbir beklentilerinin ve taleplerinin olmadığını dile getirdi. Tüm bu gelişmelerin Türkiye'nin geleceği üzerindeki etkilerini anlamak için okumaya devam edin.
Yargının gölgesindeki bu kritik dönemde, uzun süredir merak edilen iddianame sürecine dair çarpıcı iddialar ve beklentiler de gün yüzüne çıktı. Özgür Özel'in açıklamalarında, iddianame yazımıyla ilgili Başsavcılık ile Adalet Bakanlığı arasında adeta bir gerilimin olduğu ima edildi; Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un iddianamenin bir an önce yazılmasını istediği, ancak savcılığın çok fazla ifade nedeniyle işlerin karıştığı yönünde bir izlenim oluştu. Gazeteci Ersin Eroğlu, bu konuyu iki açıdan değerlendirerek, Türkiye'de yargıda her zaman bakanlıklarla gerilimi olan başsavcılar olduğunu, şu anki İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının "özel yetkili" bir başsavcılık olduğu için adalet bakanının direktiflerini tam olarak yerine getirmiyor olabileceğini, hatta doğrudan Beştepe ile iletişimde olabileceğini ve bunun adalet bakanıyla bir gerilim yaratabileceğini belirtti. MHP başta olmak üzere siyasilerden İBB operasyonlarına yönelik iddianamenin yazılması yönünde yüksek sesle çağrılar geldiğini aktaran Eroğlu, ancak iddianamenin eylül-ekim gibi kısa sürede çıkacağına pek ihtimal vermediğini vurguladı. Ersin Eroğlu, kulislerde en erken ocak ayının telaffuz edildiğini, hatta bir yılı da bulabileceğini ifade ederken, yeni operasyonların yapılacağı ve adli tatilde olunması gibi faktörlerin süreci uzatacağını, Demirtaş davası gibi uzun süren siyasi davaların geçmişteki emsaller olduğunu ekledi. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç'un tutuksuz yargılamanın esas alınması gerektiği yönündeki açıklamaları, özellikle Murat Çalık ve Mahir Polat vakalarında adli tıp kurumunun kararı beklenmeden yargının adım atabileceği imasını taşısa da, bu durumun Çağlayan'ın (İstanbul Adliyesi) inisiyatifine kalacağını gösteriyor. Yargının bu karmaşık ve gergin atmosferi içinde daha neler yaşanacağını öğrenmek için okumaya devam edin.
Bu gerilimli tablonun ardında, Türkiye'deki yargı sisteminin derinleşen sorunları ve adalet mekanizmalarındaki "kirlilik" endişe verici boyutlara ulaşıyor. Ersin Eroğlu, Türkiye'de yargının hiçbir zaman bağımsız olmadığını, her dönem siyasi olduğunu, ancak hiçbir dönem bu kadar siyasallaşmadığını vurgularken, 15 Temmuz sonrasında yargının %40'ının FETÖ'cü olduğu için ihraç edilmesinin, bağımsız bir yargı için bir fırsata çevrilebilecekken tam tersi bir duruma evrildiğini aktardı. Bu dönemde "FETÖ borsası" adı altında iş insanlarının parayla serbest bırakıldığı, avukatların "2 milyon lira ver çözemeyeceğimiz iş yok" diye dolaştığı iddialarının yaşandığını belirtti. Sonrasında ise uluslararası uyuşturucu baronlarının Türkiye'ye yerleşmeye başladığını ve yargının bu alanda da kirlendiğini anlattı. İranlı uyuşturucu baronu Zindaşti'nin 2020 yılında tahliyesinin delillerle sabit cinayet ve uyuşturucu suçlarına rağmen gerçekleştiğini hatırlatan Eroğlu, bu tahliye sürecinde dönemin AKP Milletvekili Burhan Kuzu'nun hakimlere telefonla talimat verdiği iddialarının dava dosyasına girdiğini, hakimin 3 milyon dolar para aldığı söylentilerinin dolaştığını ve yargıdaki bu kirliliğin vahametini gözler önüne serdiğini ifade etti. Hatta İstanbul'un en büyük adliyesinin başsavcısı İsmail Uçar'ın 2023 yılında HSK'ya yazdığı 20 sayfanın üzerindeki dilekçede, adliyelerde inanılmaz bir rüşvet çarkı olduğunu, hakimlerin para karşılığında uyuşturucu baronlarını serbest bıraktığını ve haberlere erişim engeli getirdiğini belirtmesi, durumun ciddiyetini ortaya koyuyor. Yakın zamanda Çağlayan'da bir hakimin 1 milyon dolar karşılığında uyuşturucu baronlarını saldığı, ancak yakalama kararı çıktığında baronların yurt dışına kaçtığı olay da yargıdaki bu çarkın işleyişini gösteriyor. Ersin Eroğlu, şimdi de "vasi borsası"nın oluştuğunu, özellikle zengin iş insanları üzerinden yürüdüğünü ve İnan Kıraç örneğiyle vasi atanan avukatın 128 milyon TL vekalet ücreti çıkardığını, bu rakamın 200 milyona kadar çıkabileceğini söyledi. Bu iddialara hala bir yalanlama gelmemesi ve HSK'nın soruşturma başlatmaması dikkat çekerken, yurt dışı çıkış yasağı gibi adli kontrol kararlarının da para karşılığı kaldırılması gibi bir "tarife" uygulanıyor olabileceği ihtimali dile getirildi. Yargıdaki bu "kirlenme" iddialarının daha da derinleştiğini görmek için okumaya devam edin.
İBB'ye yönelik operasyonlar ve Ekrem İmamoğlu'nun hukuk mücadelesi de bu karmaşık yargı tablosunun önemli bir parçasını oluşturuyor. Ersin Eroğlu, İBB'nin 19 Mart operasyonu kapsamında yürüyen birçok farklı soruşturma olduğunu belirtti. Ana dosyanın, 19 Mart'ta 100 kişinin alındığı, sonrasında İBB bürokratlarına uzanan ve savcılığın Ekrem İmamoğlu'nu "suç örgütü" olarak adlandırdığı, mali suçlar ve ihalelerle ilgili olduğunu ifade etti. İkinci dosyanın ise İmamoğlu'nun da içinde olduğu yerel seçimlere ilişkin "kent uzlaşısı" dosyası olduğunu ve burada PKK'ya yardım suçlamasının olduğunu, ancak bu dosyanın otomatikman düşecek gibi göründüğünü, Şişli Belediye Başkanı Emrah Şahan'ın bu dosya kapsamında tutuklu olduğunu ekledi. Üçüncü dosyanın Aziz İhsan Aktaş dosyası olduğunu, Aziz İhsan Aktaş'ın dünyada tek suç örgütü lideri olup cezaevine girip onlarca belediye başkanını tutuklatıp ifadesinin ardından tahliye edilen bir isim olmasının dikkat çekici olduğunu belirtti. Dördüncü dosyanın Büyükçekmece dosyası olduğunu, ayrıca Şile, Beykoz ve Antalya Büyükşehir Belediye başkanlarını kapsayan bağımsız soruşturmaların da bulunduğunu kaydetti. Ekrem İmamoğlu'na yönelik ise mali suçlar ve kent uzlaşısı dosyalarının yanı sıra, başsavcıya yönelik terörle mücadelede görev almış kişiyi hedef gösterme, hakaret ve tehditten 1 yıl 8 ay hapis cezası aldığı bir dava, bilirkişiyi hedef gösterme ve Saraçhane'deki "ahmak" davasının da istinafta beklediği gibi yaklaşık 12 soruşturmanın olduğu aktarıldı. Son olarak, İmamoğlu'nun diploma davasına ilişkin de önemli bir gelişme yaşandı: İdare mahkemesi, diploma iptaline karşı yapılan yürütmeyi durdurma talepli iptal başvurusunu reddetti. Ersin Eroğlu, bu kararın avukatların mağdur olmamak için yaptıkları bir başvuru olduğunu, iptal davasının devam edeceğini ve istinaf yollarının açık olduğunu belirtti. Tüm bu hukuki ve siyasi süreçlerin İmamoğlu'nun kariyerini nasıl etkileyeceğini merak ediyorsanız okumaya devam edin.
Siyasi arenada ise yeni anayasa tartışmaları ve mecliste kurulacak komisyon konusu sıcaklığını koruyor. Özgür Özel, Silivri önünden yaptığı açıklamada, Erdoğan'ın komisyona çağrısına "ne biçim çağrı şekli" diye bozulduğunu ve CHP'nin özgüvenli siyaset yaptığını dile getirdi. Mecliste kurulacak komisyonda 5'te 3 oranında nitelikli çoğunlukla karar alınacağının açıklanmasının CHP açısından önemli olduğunu, partinin bu komisyona 10 arkadaşını görevlendireceğini ve görev yapacaklarını bildirdi. Ancak Ersin Eroğlu, CHP'nin "nitelikli çoğunluk" çıkışının matematiksel olarak çok anlamlı olmadığını, çünkü AKP, MHP ve DEM Parti'nin milletvekili sayısıyla zaten bu çoğunluğu sağlayabildiğini ifade etti. Eroğlu, bu komisyonun aslında bir "Anayasa Komisyonu" olacağını düşündüğünü, çünkü burada Kürtçenin anayasal durumu, "Türk milleti" kavramı, yerinden yönetime ilişkin konular ve belediyelerin pozisyonları gibi anayasal düzenlemelerin konuşulacağını belirtti. Özgür Özel ise Türk, Kürt, Arap ayrımını "Bermuda Şeytan Üçgeni" olarak tanımlayarak reddetti ve bütün Türkiye'yi demokrasiyle kapsayacak, umutları yeşertecek, eşit vatandaşlığı sağlayacak bir süreci savunduğunu dile getirdi. Ersin Eroğlu, Türkiye'de sürekli bir anayasa tartışması olduğunu, ancak anayasanın değişmemiş hiçbir yerinin kalmadığını ve mevcut anayasaya dahi uyulmadığını belirterek yeni bir anayasaya gerçekten ihtiyaç olup olmadığından emin olmadığını ifade etti. Yeni anayasa yapıldığı takdirde Türkiye'de neyin değişeceğine dair bir netlik olmadığını, çünkü 2010 ve 2017'deki anayasa değişikliklerinin ülkeyi daha iyiye götürmediğini vurguladı. Gelecekteki siyasi dengelerin ve olası bir referandumun nasıl bir tablo çizeceğini görmek için okumaya devam edin.
Tüm bu gelişmelerin arka planında ise Ersin Eroğlu'nun "Teymenler" adlı kitabı, adalet sistemindeki çarpıklıkları ve askeri okulların iç yüzünü gözler önüne seriyor. Kitabın 15 Temmuz sonrasında askeri liseler ve harp okulları için hazırlanan gizli bir TSK raporu ile insan hikayelerine odaklanması büyük ilgi uyandırdı. Ersin Eroğlu, Hurşit Tolon'un "Harbiyeli Aldanmaz" çelengini bırakan teğmenlerden biri olarak, 40 yıl sonra korgeneral rütbesine yükselip Ergenekon kumpasıyla cezaevine girmesi gibi çarpıcı örnekler verdi. Necati Özkan'ın, İmamoğlu'nun siyasi danışmanı olup 1981 Kara Harp Okulu mezunu olduktan kısa bir süre sonra 12 Eylül zulmüyle "solcu" diye 3 yıl cezaevinde kalması ve 45 yıl sonra bugünlerde yeniden cezaevinde olması gibi dramatik bir hikaye de kitabında yer alıyor. Teymenlerin ihraç edilmesine karşı çıkan komutanların yaşadıkları da kitabın önemli bir bölümünü oluşturuyor; Albay Alper Topsakal, Yarbay Halit Türkoğlu ve Binbaşı Murat Ertürk'ün de ihraç edildiği, teymenler için olumsuz kanaat yazmayı reddeden bölük komutanlarının başka yerlere görevlendirildiği aktarıldı. Yüksek Disiplin Kurulunda Korgeneral Tevfik Algan, Tuğ General Hakan Tutucu ve iki albayın ihraçlara "hayır" oyu vermesi ve sonrasında Tevfik Algan'ın Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığından 3. Ordu emrine verilmesi, Hakan Tutucu'nun ise kızağa çekileceğini görüp istifa etmesi, bu komutanların duruşunun bedelini ödediklerini gösteriyor. Hakan Tutucu'nun 6 Şubat depreminde İskenderun'da komutan olarak emir beklemeden tüm askerlerini çıkartıp yüzlerce kişiyi enkazdan kurtaran kişi olması, adalet ve vicdan mücadelesinin somut bir örneği olarak öne çıktı. Toplamda 10 subayın bu soruşturma kapsamında TSK'dan ayrılmak zorunda kaldığı dile getirildi. Kitabın ayrıca Atatürkçü Teğmenler ve Ebru Eroğlu gibi ihraç edilen teğmenlerin hikayelerine de yer verdiği belirtildi. İhraç edilen beş teymenden dördünün Ankara Büyükşehir Belediyesi'nde çalıştığı, ancak birincilikle bitiren Ebru Eroğlu'nun ise hala İstanbul'da uygun bir iş bulamadığı ve üniforma özleminin içinde kaldığı aktarıldı. Tüm bu kişisel ve kurumsal trajedilerin Türkiye'nin geleceği için ne ifade ettiğini anlamak için okumaya devam edin.
Bu kadar farklı alanda yaşanan çalkantılar, Türkiye'de sessizce yerinden oynayan, geleceği şekillendirecek büyük bir dönüşümün işaretlerini veriyor. Silivri'deki nikahlar, yargıdaki derin yolsuzluk iddiaları, İBB'ye yönelik bitmek bilmeyen operasyonlar, Ekrem İmamoğlu'nun hukuksal ablukası ve parlamentodaki anayasa tartışmaları, her biri bu büyük yapbozun birer parçası. Yargıdaki bu denli ciddi "kirlilik" iddialarının, "FETÖ borsasından" vasi borsasına uzanan akıl almaz sistemlerin kamuoyu önünde dillendirilmesi ve yetkililerden hala somut bir adım gelmemesi, ülkenin en temel direklerinden birinin ne denli yıprandığını gösteriyor. Öte yandan, iktidarın yargı üzerindeki nüfuzu ve muhaliflere yönelik operasyonlar, siyasi hesaplaşmanın boyutlarını ortaya koyuyor. Özgür Özel'in "Bu rejime minnet edenin Allah belasını versin" sözleri, muhalefetin artan direncini ve inancını yansıtırken, Ersin Eroğlu gibi uzmanların yargıdaki ve siyasetteki kulis bilgileri, "Beyaz Toroslar çetesinin yakamızdan düşmesi" gibi beklentilerin bir hayli uzağında olduğumuzu gözler önüne seriyor. Türkiye, bu yaz sıcağında, görünürde sakin ama derinde büyük fay hatlarının hareket ettiği bir dönemi yaşıyor. Gelecek, bu sessiz depremin ardından neleri beraberinde getirecek, işte asıl merak edilen bu. Tüm bu derinlemesine analizler ve gelişmeler için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.