Türkiye'nin Aydınlanma Sınavı ve Bilinmezliğe Giden Yollar
Bir gazetecinin Silivri günlüğünden sızan çarpıcı notlar, Türkiye'nin eğitimden siyasete, adaletten dış politikaya uzanan derin sorunlarını gözler önüne seriyor! Ülkenin kaderini belirleyecek bu sarsıcı detayları okumak için sabırsızlanacaksınız.
Silivri'deki günlerinden notlar aktaran deneyimli bir gazeteci, son günlerde ülkenin dört bir yanında yaşanan olayların ve toplumsal algının derinlemesine analizini yaparak, Türkiye'nin karşı karşıya olduğu büyük sınavları ve geleceğe dair belirsizlikleri çarpıcı detaylarla gözler önüne seriyor. Ülkenin en temel sorunlarından biri olarak işaret edilen "cehalet" kavramı, sadece eğitim sistemindeki çöküşü değil, aynı zamanda siyaset, adalet ve toplumsal yaşamın her alanına sızmış bir tehlike olarak tanımlanıyor. Bu kapsamlı makalede, bir bilgi yarışmasında yaşanan akıl almaz anlardan, iktidarın şaşırtıcı adımlarına, ülkeyi saran felaketlerden, içeriden gelen siyasi analizlere kadar pek çok kritik başlık ele alınıyor ve olayların perde arkasındaki gerçekler adım adım ortaya konuluyor. Bu kapsamlı değerlendirmeleri ve daha fazlasını okumaya devam edin.
Gazetecinin son günlerdeki öfkesinin temelinde, bir televizyon kanalında rastladığı bir bilgi yarışması programı yatıyor. Sunucunun lakayıt tavırları eşliğinde sorulan ilkokul düzeyindeki basit sorulara, yaşları yirmili-otuzlu, üniversite mezunu üç yarışmacıdan tek bir doğru yanıt gelmemesi, yazarı şaşkınlığa ve büyük bir sinire sürüklüyor. Güneş sistemi hakkında sorulan "Güneş sisteminde kaç yıldız vardır?", "Güneş sistemindeki en büyük gezegen hangisidir?" ve "Güneş'e en yakın gezegen hangisidir?" gibi temel sorulara sırasıyla hiçbir yanıt verilememesi, "Venüs" ve "Dünya" gibi yanlış cevapların verilmesi, ülkenin eğitim sisteminin geldiği noktanın acı bir göstergesi olarak vurgulanıyor. Bu durumun, AKP'nin eğitim politikalarının doğrudan bir sonucu olduğu ve "iliklere kadar işlemiş cehalet"in memleketin diğer tüm sorunlarının ana nedeni olduğu düşüncesi dile getiriliyor. Eğitimdeki bu vahim tablo, geleceğe dair endişeleri daha da artırırken, diğer yandan siyasi arenada yaşananlar da dikkat çekmeye devam ediyor; bu çarpıcı detayları öğrenmek için okumaya devam edin.
Hapishaneden aktarılan bilgilere göre, gazetecinin geçtiğimiz hafta sonu ziyaretçileri arasında önemli siyasi figürler de yer aldı. Cuma günü ailesi ve ilk kez ziyaret izni çıkan iki arkadaşıyla cam arkasından, telefonla görüşen gazeteci, Hande'nin kendisini çok güldürdüğünü, Zeynep'in ise Gazeteciler Cemiyeti ödülünü kendisi adına aldığını ve güzel bir konuşma yaptığını aktarıyor. Ardından gelen vekil görüşlerinde ise Cumhuriyet Halk Partisi'nden Tuncay Özkan ve daha sonra DEVA Partisi'nden istifa edip CHP'ye geçen vekillerle siyaset konuşuluyor. Tuncay Özkan'ın "Tüm muhalefet milletvekilleri ve tüm muhalefet belediyeleri aynı anda istifa ederse ortaya çok büyük bir meşruiyet sorunu çıkar, mecburlar erken seçime" şeklindeki erken seçim önerisi, gazeteci tarafından Erdoğan'ın meşruiyet kaygısı taşımadığı ve ara seçimlerle durumu idare edebileceği gerekçesiyle reddediliyor. Cumartesi sabahı ise 30 yıllık dostu, eski Hürriyet vekili Enis Berberoğlu'nu ağırlayan gazeteci, güncel konulardan "Çözüm Komisyonu" meselesine değiniyor. Komisyonda çoğunluğun AKP-MHP-DEM ittifakında olduğunu, hatta Cumhurbaşkanı'nın "Artık üçlü ittifak olduk" dediği grupta yer aldığını belirtiyor. CHP'nin bu komisyonda yer almasının anlamsız olduğunu, çünkü kararların salt çoğunlukla alınacağını ve pazarlığın çoktan Öcalan tarafından yapıldığını, CHP'nin ise "günah keçisi" olarak kullanılmak istendiğini iddia ediyor. Muhalefetin strateji arayışları sürerken, ülkedeki adalet mekanizmasında yaşanan şaşırtıcı gelişmeler de gündemdeki yerini koruyor; okumaya devam edin.
Adalet mekanizmasındaki çelişkili durumlar da gazetecinin dikkatini çeken önemli başlıklardan birini oluşturuyor. Murat Çalık ve Abdurrahman Tutdere vakaları bu duruma örnek olarak gösteriliyor. Murat Çalık ile ilgili olarak toplumda oluşan "mağduriyet, insafsızlık, insanlıktan çıkma" algısının iktidar tarafından bilerek yaratıldığı, görüntülerin gizlenmek yerine açıkça topluma yansıtıldığı ve ardından Bülent Arınç gibi isimlerin "vicdanı oynamak" için ziyarette bulunmasının "çok normal değil" olarak nitelendirildiği belirtiliyor. Abdurrahman Tutdere'nin "saçma" ev hapsinin sona ermesi ve "bağımsız yargı"nın bir anda hatadan dönme kararı alması ise CHP'lilerin bile şaşkınlıkla karşıladığı, adaletin çalışmasının "şaşırtıcı" bulunduğu bir olay olarak aktarılıyor. Gazetecinin kendi yaşadığı hukuk süreci de bu duruma paralel bir örnek teşkil ediyor. Bir aylık tutukluluğunun gözden geçirilmesi duruşmasında tutukluluğa devam kararı alan Sulh Ceza Hakimi'nin yazdığı gerekçenin ise "komik" olduğu ifade ediliyor. 2,5 dakikalık kayıtlı bir konuşmanın "kuvvetli suç şüphesi" olarak gösterilmesi ve iddianamesi yazılmış bir soruşturmanın hala "devam etmesi" denmesi gibi hataların, yargının işini ne kadar özensiz yaptığını gösterdiği ve bunun adalete büyük bir ayıp olduğu vurgulanıyor. Adalet sistemindeki bu akıl almaz durumlar, ülkenin yönetiminde de benzer sorunların yaşandığını işaret ediyor; bu kritik konuları derinlemesine anlamak için okumaya devam edin.
Ülke genelinde yaşanan felaketler ve dış politika konuları da gazetecinin gündeminde önemli bir yer tutuyor. İç Anadolu ve Karadeniz'e kadar yayılan orman yangınlarının yanı sıra her türlü felaketin peş peşe gelmesi, gazeteci tarafından "Allah mesaj yolluyor, adaletsizlik yapıyorsunuz, size ceza veririm diyor sanki" şeklinde batıl inançsız bir yorumla, iktidarın "uğurunun kaçtığı"na dair bir göndermeyle aktarılıyor. Tarım ve Orman Bakanı'nın "Biz bu yangınlarla başedecek güçteyiz" sözlerinin ise "Bilhassa söndürmüyoruz" anlamına geldiği şeklinde ironik bir yorumla eleştiriliyor. Dış politikada ise Suriye'deki geleceğe dair şaşırtıcı bir öngörü paylaşılıyor. Gazeteci, uzun süredir Suriye'de istikrarsızlık beklediğini ancak çok da uzun olmayan bir süre sonunda YPG'nin başındaki PKK'lı Mazlum Abdi'nin Suriye'nin başına geçeceğini iddia ediyor. ABD Büyükelçisi Tom Barrack'ın adımlarında bu durumun işaretlerini gördüğünü belirten gazeteci, ABD ve İsrail'in cihatçı liderleri uzun süreli tutmayacağını ve Irak'ta olduğu gibi Kürt grupları iktidara getireceğini düşünüyor. Hakan Fidan'ın "terörsüz Türkiye" söylemlerinin ne kadar gerçekçi olmadığını NTV ekranlarından yaptığı açıklamalarda dile getirmesi, sürecin "riskli, kırılgan ve güvenilir durumda değil" olduğunu gösteriyor. Gazeteci, Batı'nın YPG'yi "batılı, medeni, laik, IŞİD'e karşı savaşan muhteşem savaşçılar" olarak pazarlamasının boşa olmadığını ve bu pazarlamanın bir anda çöpe atılamayacağını belirtiyor. Tüm bu dış gelişmeler ve iç sorunlar ışığında, iktidardaki tuhaf atamalar da dikkat çekiyor; okumaya devam edin.
İktidarın bürokratik atamalarındaki tutarsızlıklar ve "arpalık" olarak nitelendirilen kurumlardaki görevlendirmeler de gazetecinin tepkisini çekiyor. Birkaç hafta önce hayatını kaybeden eski Cumhurbaşkanlığı Danışmanı ve Ekonomi Politikaları Kurulu Üyesi Yiğit Bulut'tan boşalan Türk Telekom Yönetim Kurulu Üyeliği'ne şair ve yazar İskender Pala'nın atanması büyük bir eleştiri konusu oluyor. Gazeteci, İskender Pala'yı sevdiğini ve Cumhurbaşkanlığı Kültür Sanat Politikaları Kurulu Başkanlığı görevinin kendisine çok uygun olduğunu belirtirken, Türk Telekom Yönetim Kurulu Üyeliği'nin ise "neyin nesi" olduğunu sorguluyor. Hiç kimsenin "Ben ne anlarım Türk Telekom'dan, ne anlarım şirket yönetmekten" diyerek bu görevi reddetmemesini eleştiren gazeteci, bu durumun liyakatsizliği ve koltuk hırsını gözler önüne serdiğini vurguluyor. Ayrıca, son dönemde çıkan "200 PKK'lının salıverildiği" iddialarına da değinen gazeteci, eğer devlet yasal düzenleme yapmadan, tepkiden korktuğu için teröristleri serbest bırakıyorsa bunun "tam bir felaket" olacağını ve hesabını soracak kimsenin bulunmayacağını belirtiyor. Tüm bu gelişmelerin yanı sıra, gazetecinin Silivri'deki yaşam koşulları da merak konusu oluyor; okumaya devam edin.
Gazetecinin Silivri'deki yaşam koşulları da aktarılanlar arasında yer alıyor. Silivri'nin aşırı sıcak olduğunu ve 40 güne yaklaştığı bu süreçte yağmur dahi görmediğini, "envayi çeşit böcek" ve "Silivrisinek" ile mücadele ettiğini belirtiyor. Ancak tüm olumsuzluklara rağmen, burada "gençleştiğini", 4 kilo verdiğini, düzenli yürüyüş ve spor yaptığını, fiziksel olarak iyiye gittiğini ifade ediyor. Su bidonlarından yaptığı dambılları ise kardiyoloğunun uyarısıyla bıraktığını, aort genişlemesi olanlar için tehlikeli olduğunu öğreniyor. Öte yandan, cezaevinde ağır sağlık sorunları yaşayan Ayşe Barım'ın durumu da yürek burkuyor. 28 kilo veren, beyin anevrizması ve ciddi kalp sorunları olan Barım'ın baygın bulunması ve kendi doktorları yerine en yakın sağlık kuruluşunda tedavi edilip geri yollanması kararı, gazeteci tarafından "nezle oldu da tedavi edilip geri gelecek" gibi bir algıyla eleştiriliyor ve "psikolojisinin çok ama çok bozuk" olduğu aktarılıyor. Tüm bu kişisel deneyimlerin yanı sıra, gazetecilik faaliyetlerini sürdürme kararlılığı da dikkat çekiyor.
Gazeteci, gündemi haber kanallarından, gelen siyasetçilerden, günlük okuduğu üç gazeteden ve ziyaret eden avukat dostları aracılığıyla takip ettiğini belirtiyor. 40 günlük sürede Yavuz Ağıralioğlu ile yaptığı sohbet dışında hiçbir bilgi aktarımında sorun yaşamadığını ifade ediyor. Özellikle haber televizyonlarını izlerken ve bazı haberleri okurken "cehalet" ve "unutkanlık" karşısında şaşkınlık duyduğunu belirtiyor. CHP'li gölge bakanlardan Deniz Yavuzyılmaz'ın Irak'tan gelip Yumurtalık'a uzanan petrol boru hattı ile ilgili açıkladığı belgenin medyada yeni bir şeymiş gibi karşılanmasına ise tepki gösteriyor. Zira bu bilginin aslında iki yıllık olduğu, Irak Hükümeti'nin başvurusu sonucu uluslararası tahkimin Türkiye'ye 1 milyar 800 milyon dolar ceza verdiği haberinin iki yıl önce örtbas edildiği ve o günden beri petrol hattından petrol gelmediği halde Türkiye'nin milyonlarca dolar kaybettiği ortaya çıkıyor. Olaydaki tek yeniliğin, geçen hafta Türkiye ile Irak arasında boru hattı sözleşmesinin iptal edilmesi olduğu, ancak "balık hafızalı medyanın" olayı hatırlamadığı ve Dezenformasyon Merkezi'nin "doğrulama gibi bir yalanlama" yaptığı belirtiliyor. Tüm bu gelişmeler ışığında, gazeteci duruşma gününü beklerken okumaya, yazmaya ve anlatmaya devam ediyor. Genç avukatların duruşlarından duygulandığını, ailesi ve dostlarının ziyaretleriyle keyiflendiğini belirtiyor. Mehmet Şef'in restoranını özlediğini ancak en çok kaşarlı bir tost özlediğini söyleyen gazeteci, halinden şikayetçi olmadığını da ekliyor. Yalnız bırakmayan milyonlara teşekkür ederken, durumuyla ilgili program yapan Dücane Cündioğlu'na, cezaevi ve fikirler arasındaki bağlantıyı analiz eden psikolog Feyza Bayraktar'a, destek yazıları yazan Ertuğrul Özkök ve hukuk profesörü Tolga Şirin'e de şükranlarını iletiyor. Kitap tavsiyesi olarak ise Turan Akıncı'nın "İşgal: İstanbul’da Yabancı Güçler 1918-1923" adlı araştırmasını tüm Cumhuriyet düşmanlarına okutulması, Cumhuriyet aşıklarının ise mutlaka okuması gereken nitelikli bir eser olarak öneriyor. Ayrıca Acar Baltaş'ın "Hayalini Yorganına Göre Uzat" adlı kitabını da dönemin saçmalıklarını ve kolaycı başarı satıcılarını eleştiren, "lezzetli" bir kitap olarak tavsiye ediyor.
Tüm bu aktarımlar, Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu durumun sadece siyasi ya da ekonomik krizlerle açıklanamayacak kadar derin olduğunu gözler önüne seriyor. Eğitimden adalete, devlet yönetiminden toplumsal bilinç düzeyine kadar sirayet etmiş olan bir cehalet ve liyakatsizlik sorunu, ülkenin temel dinamiklerini derinden etkiliyor. Medyanın olayları çarpıtma ve unutturma çabaları, iktidarın şeffaflıktan uzaklaşan yönetim anlayışı ve yargının sorgulanır kararları, toplumda büyük bir şaşkınlık ve hayal kırıklığı yaratıyor. Bu tabloda, ülkenin geleceğine dair en büyük tehdidin, ne ekonomik krizler ne de dış politikadaki dalgalanmalar değil, aksine iliklere kadar işlemiş olan bu cehalet ve onun beslediği duyarsızlık olduğu açıkça görülüyor. Bu durumun daha fazla detayına ulaşmak ve ülkenin nasıl bir çıkmaza sürüklendiğini anlamak için https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz. Bu derinlemesine analiz, Türkiye'nin acilen yüzleşmesi gereken gerçekleri ve aydınlık bir gelecek için atılması gereken adımları bir kez daha gözler önüne seriyor.