Türkiye'nin En Cesur Sesleri Susturulurken, Korkunç Bir Gerçek Ortaya Çıkıyor!
Türkiye medyası görülmemiş bir baskı ve çürümeyle karşı karşıya. Fatih Altaylı'nın şoke eden tutuklanması, Halk TV'ye uygulanan akıl almaz cezalar ve Cübbeli Ahmet'le aralarındaki "saat" skandalı, buzdağının sadece görünen yüzü. Ülkenin geleceğini derinde
Türkiye medyası, uzun yıllardır görülmemiş bir baskı ve manipülasyon dalgasıyla çalkalanırken, demokrasinin en temel direklerinden biri olan bağımsız gazetecilik, tarihinin en zorlu günlerini yaşıyor. Son dönemde yaşanan gelişmeler, sadece belli medya organlarını hedef almakla kalmıyor, aynı zamanda ülkenin geleceğini de derinden etkileyecek büyük bir dönüşümün habercisi niteliğinde. Bu makale, medya üzerinde kurulan bu akıl almaz baskının perde arkasını, iktidarın stratejilerini ve bu süreçte ortaya çıkan şaşırtıcı ilişkileri ayrıntılarıyla mercek altına alacak. Zira yaşanan her olay, Türkiye'nin nereye doğru sürüklendiğine dair kritik ipuçları sunuyor ve asıl büyük gerçeği en sonda gözler önüne sereceğiz. Bu çok yönlü haber dizisinin tüm detayları için okumaya devam edin.
Gazeteci Tarık Toros'un da dile getirdiği gibi, Türkiye, kimin nerede ne yaptığını anlamanın giderek zorlaştığı, öngörülemez bir döneme girmiş durumda. Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri, medyada "Hacı Yatmaz" olarak bilinen, devletin görünür ve görünmeyen aktörleriyle her zaman temas halinde olduğu düşünülen usta gazeteci Fatih Altaylı'nın beklenmedik bir şekilde gözaltına alınıp tutuklanması oldu. Fatih Altaylı'nın kendisi bile, ilk mektubunda adli kontrolle serbest bırakılmayı beklediğini ancak adliyedeki havayı görünce tutuklanacağını anladığını belirtiyor. Bu tutuklama, iktidarın herhangi bir muhalif sese karşı tahammülünün kalmadığını ve diktatoryal bir noktaya doğru ilerlediğini gösteren net bir mesaj olarak yorumlanıyor. Tarık Toros, bu adımın aynı zamanda "muhalifmiş gibi davranan" diğer medya kuruluşlarına da bir ayar verme amacı taşıdığını ifade ediyor. Fatih Altaylı'nın cezaevinde ne kadar kalacağı belirsizliğini korurken, serbest kaldıktan sonra bile "eski Fatih Altaylı" olamayacağı, muhtemelen belli anlaşmalar yapmak zorunda kalacağı düşünülüyor.
Fatih Altaylı özelindeki bu gelişmelerin yanı sıra, kamuoyunu şoke eden başka bir detay da, Cübbeli Ahmet ile olan çarpık ilişkisi oldu. Tarık Toros ve programın sunucusu, Fatih Altaylı'nın Cübbeli Ahmet'i uzun süre konuk ettiğini ve onun reyting gücünden faydalandığını belirtirken, aralarının bozulmasıyla ortaya çıkan iddialar, Türk medyasındaki çürümüşlüğü gözler önüne serdi. Fatih Altaylı, Cübbeli Ahmet'in, kızına çeyrek milyon dolarlık, yani 250.000 dolarlık lüks bir İsviçre saati alabilmek için kendisinden referans olmasını istediğini ifşa etti. Bu durum, sadece kişisel bir anlaşmazlık olmaktan öte, Cübbeli Ahmet'in kaynağı bilinmeyen zenginliği ve kamuoyunda yarattığı "yüzsüzlük" tartışmasını beraberinde getirdi. Bu türden ilişkilerin medyada nasıl kurulduğu, hatta istenebildiği, Türkiye'nin geldiği ahlaki yozlaşma noktasını da gözler önüne seriyor. Daha fazla derinlemesine haber ve analiz için Türkiye'nin önde gelen haber platformlarından biri olan https://www.avazturk.com adresini ziyaret edebilirsiniz.
Muhalif medya üzerindeki baskı da giderek artıyor ve Fatih Altaylı vakası bunun sadece bir parçası. Halk TV'ye yönelik Ocak ayında başlayan operasyonlar, yayın yönetmeni Suat Toktaş'ın tutuklanmasıyla zirveye ulaştı. Hukukçu Hüseyin Ersöz, o dönemde "inanılmaz şeyler oluyor, bambaşka bir evredeyiz" diyerek, yargının ve siyasetin geldiği noktaya dikkat çekmişti. Halk TV'nin sahibi Cafer Mahiroğlu'nun da, hakkında çıkan yakalama kararı nedeniyle Türkiye'ye dönemediği ve yurt dışından kanalını yönettiği biliniyor. Benzer durum, Sözcü grubunun patronu Burak Akbay için de geçerli. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK), Halk TV, Sözcü TV ve Tele1 gibi kanallara yönelik ağır para cezaları ve 10 günlük yayın durdurma cezaları vererek, sürekli bir baskı uyguluyor. Bu cezaların tekrarlanması halinde lisans iptali gibi daha ağır yaptırımların söz konusu olduğu belirtiliyor. Cafer Mahiroğlu'nun "reytinglerimiz düşerse kanalı kapatırım" açıklamasına rağmen, program sunucusu ve Tarık Toros, iktidarın asıl amacının bu kanalları tamamen kapatmak değil, kendi kontrolündeki "gizli" isimlere satmaya zorlamak olduğunu iddia ediyor. KRT TV örneğiyle bu taktiğin daha önce de uygulandığına dikkat çekiliyor.
Öte yandan, iktidara yakın medyanın tutumu ise bambaşka bir tablo çiziyor. Türkiye'nin en popüler genel yayın yönetmenlerinden biri olan Ahmet Hakan'ın, Kültür ve Turizm Bakanı Nuri Ersoy ile Atina'da bir yatta yaptığı röportaj büyük tepki topladı. Tarık Toros ve sunucu, bu tür bir görüşmenin gereksiz ve olağan dışı olduğunu, hatta gazetecilik sınırlarını aştığını vurguluyor. Ahmet Hakan'ın "sadece röportaj yapmak için gittim" açıklamasının inandırıcılıktan uzak olduğu, bunun medya ile iktidar arasındaki çarpık ilişki modelinin bir başka örneği olduğu belirtiliyor. Bu tür "yalakalık" olarak nitelendirilen davranışlar, medyadaki yozlaşmanın geldiği noktayı açıkça gösteriyor.
Tüm bu gelişmeler, Türkiye'nin içinde bulunduğu daha derin ve endişe verici bir gerçeğe işaret ediyor. Fatih Altaylı'nın tutuklanmasıyla, Halk TV ve diğer muhalif kanallara uygulanan baskılarla, Ahmet Hakan'ın tartışmalı röportajıyla ve Cübbeli Ahmet skandalıyla ortaya çıkan çarpık ilişkiler ve yüzsüzlük, ülkedeki genel çürümüşlüğün sadece alametleri olarak görülüyor. Tarık Toros'un da belirttiği gibi, Türkiye, artık başarıya değer veren değil, sadece iktidara yakın olanlara yol açan bir ülke haline geldi. En çarpıcı örneklerden biri de, RTÜK'ün ücretli platformlara dahi uyguladığı sansürler. Netflix'teki bir Türk yapımı filmdeki şiddet sahneleri nedeniyle platforma %5 para cezası verilmesi veya Spotify'daki bazı şarkılarda argo ifadeler bulunduğu gerekçesiyle yine %5 ceza kesilmesi ve içerik kaldırma yaptırımı uygulanması, iktidarın bir ahlak bekçisi gibi davranarak kişisel tercih ve özgürlüklere müdahalesinin geldiği absürt noktayı gösteriyor. İşte tüm bu baskıcı ve öngörülemez ortam, Türkiye'nin en değerli varlığı olan zeki, çalışkan ve başarılı insanları ülke dışına itiyor. Ülkenin dört bir yanından, ODTÜ, Bilkent gibi köklü üniversitelerden mezun olan mühendisler, akademisyenler ve yetenekli gençler, San Francisco'dan Londra'ya dünyanın dört bir yanına göç etmek zorunda kalıyor. Eskiden eğitimlerini yurt dışında tamamlayıp ülkeye dönen beyinlerin yerini, şimdi ülkeyi terk eden bir beyin göçü dalgası almış durumda. Türkiye'deki bu "çürümüşlük" ve baskı ortamı, sadece medyayı değil, tüm toplumu derinden etkileyerek ülkenin geleceğini ipotek altına alıyor ve en temel değerlerini kaybetmesine neden oluyor. Bu durum, umutları tüketen, geleceğe dair beklentileri zayıflatan en büyük trajedidir.