Türkiye'nin Gizli Ajandası Ortaya Çıkıyor

Türkiye'nin Gizli Ajandası Ortaya Çıkıyor

Türkiye'nin siyasi sahnesindeki en cesur iddialar bir araya geliyor! Bir gazetecinin kaleminden, derin devletin bilinmeyen yüzü, siyasi ittifakların şaşırtıcı sırları ve ülkenin terör sorununa dair akıl almaz bir kehanet bu haberde. Gelecek...

Türkiye'nin siyasi ve toplumsal panoramasına dair yıllardır süregelen tartışmalara yeni ve şok edici bir boyut ekleniyor. Ülkenin geleceğine yönelik derinlemesine analizler sunan bir ismin iddiaları, perde arkasında işleyen bir "üst devlet aklı"nın varlığını gözler önüne seriyor. Bu haber makalesinin ilerleyen bölümlerinde, bu iddiaların kapsamını ve olası sonuçlarını detaylı bir şekilde inceleyeceğiz. Okumaya devam ettikçe, Türkiye'nin son yıllardaki karmaşık siyasi olaylarının ardındaki "büyük planın" ne olabileceğine dair sarsıcı gerçeklerle karşılaşacaksınız.

Yıllardır süregelen siyasi tartışmalarda muhalif bir duruş sergilemesiyle bilinen Memduh Bayraktaroğlu, öncelikle kendi ülkesine ve insanlarına olan derin sevgisini dile getiriyor ve insanları din, ırk, renk veya dil ayrımı yapmadan sevdiğini belirtiyor. Ona göre, insanların temiz ahlaklı, insani hukuk ahlakına sahip ve başkalarının malında, mülkünde gözü olmayan bireyler olması en değerli özelliktir. Bayraktaroğlu, Türk insanının çoğunun "temiz ahlaklı" olduğuna inanmakla birlikte, "makul çoğunluğun sesinin azgın azınlık kadar çıkmadığını" dile getiriyor ve haksızlık karşısında susmanın "dilsiz şeytanlık" olduğunu vurguluyor. Devletin sahibi olanın millet olduğunu, yöneticilerin ise halkın oylarıyla ve vergileriyle yaşamlarını sürdürdüklerini belirterek, halkın göz ardı edilemeyeceğini ifade ediyor. Türkiye'nin bugüne kadar bir "beka sorunu" yaşamadığına ve ekonominin batmayacağına olan inancını defalarca dile getirdiğini de ekliyor. Hatta 2023-2024 yıllarında Devlet Bahçeli'nin "eli kanlı terör örgütü şefinin" "umut hakkından faydalanıp meclise gelerek" terör örgütüne silah bırakma çağrısı yapması gerektiğini söylediğinde, bu çağrıya ilk destek verenlerden biri olduğunu belirtiyor ve o dönemde aldığı tepkilere rağmen kendi düşüncesini paylaştığını ifade ediyor.

Bayraktaroğlu, kendisinin "zırttırı pırtırı fikir değiştiren" birisi olmadığını, tam tersine otuz yıldır ulusal medyada adalet, hukuk devleti, demokrasi, hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, insan hakları, bağımsız yargı ve bağımsız medyadan yana olduğunu açıkça seslendirdiğini ifade ediyor. Geçmişte, mevcut iktidarın temelini oluşturan milli görüşçülerle 1996-97 yıllarında asla "kanka" olmadığını, ancak özellikle hanımefendilerin ve kızların üniversitelere başörtüyle girmelerinin engellenmesine karşı çıktığını ve bu uğurda mücadele ettiğini vurguluyor. O dönemde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan ve okuduğu bir şiir nedeniyle yargılanan milli görüşlü Recep Tayyip Erdoğan'ın yanında yer aldığını ve bu nedenle kendi laik mahallesinden büyük tepki çektiğini anlatıyor. Hatta o dönemde Akşam Gazetesi'nde yazdığı bir yazıda, bu siyasi hareketin tek bir kişiyle (Necmettin Erbakan) başladığını ve eğer Erbakan, Adalet Partisi sıralarında siyaset yapabilseydi, bugünkü gibi güçlü bir "siyasal İslam hareketi" olmayacağını dile getirdiğini belirtiyor. Bayraktaroğlu, 12 Mart 1971 Muhtırası'nı ve sonrasındaki olayları detaylandırırken, askerin 27 Mayıs'tan 11 yıl sonra bir kez daha siyasete müdahale ettiğini, dönemin Başbakanı Süleyman Demirel'in istifaya zorlandığını hatırlatıyor. Demirel'in iktisadi sistemi uygulamayacağını söylemesi üzerine istifa ettiğini, hatta askerin ona "sonunun Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan gibi olabileceği" mesajını verdiğini ima ediyor. Bayraktaroğlu, bu tür derinlemesine analizlerin ve haberlerin daha fazla kitleye ulaşması için https://www.avazturk.com gibi platformların önemine dikkat çekiyor.

Bu noktada, Bayraktaroğlu'nun iddiasına göre olaylar daha da ilginç bir hal alıyor. 12 Mart Muhtırası'nı veren askerlerin, 1973 yılında ülkeyi seçime götürdüğünü, ancak kamuoyu araştırmalarında Süleyman Demirel liderliğindeki Adalet Partisi'nin tek başına yüzde 50'nin üzerinde oy alacağını görmeleri üzerine "devreye Necmettin Erbakan'ı sokarak" laik-seküler-modern Adalet Partisi'nin iktidara gelmesini engellediklerini öne sürüyor. Erbakan'ın İsviçre'den askerler tarafından "apar topar getirildiğini" ve ona Milli Selamet Partisi'ni kurdurduklarını iddia ediyor. Aynı dönemde, Adalet Partisi'nden ayrılan bazı isimlere de Demokratik Parti'nin kurdurulduğunu, böylece Demirel'in oylarının bölündüğünü ve tek başına hükümet kurmasının engellendiğini belirtiyor.

Bayraktaroğlu, bu olayların ardından Bülent Ecevit liderliğindeki CHP'nin yüzde 33 oy alarak birinci parti olduğunu, ancak tek başına hükümet kuramadığını, bu nedenle "Atatürk düşmanı" ve "cumhuriyet düşmanı" dediği Milli Selamet Partisi ile koalisyon kurduğunu hatırlatıyor. Ecevit'in bu koalisyonu kurarken "tarihi yanılgıyı ortadan kaldırıyoruz" dediğini, yani MSP'nin sanıldığı gibi Atatürk ve laiklik düşmanı olmadığını ima ettiğini vurguluyor. Ancak Ecevit ve Erbakan hükümetinin, 12 Mart hükümetlerinden kalan 4 milyar dolarlık döviz rezervinin neredeyse tamamını Kıbrıs çıkarması sırasında tükettiğini ve ABD'nin ekonomik ve askeri ambargo uygulamasıyla ülkenin büyük bir ekonomik krize girdiğini belirtiyor. Ecevit'in Kıbrıs zaferini erken seçime tahvil etmek istediğini ancak Erbakan'ın buna yanaşmadığını, sonrasında hükümet kurulamadığını ve "1. Milliyetçi Cephe hükümeti"nin kurulduğunu da anlatıyor. Tüm bu yaşananların ardında, Türkiye'de "üst devlet aklı" olarak tanımladığı bir yapının olduğunu iddia ediyor. Bu "devlet aklı"nın, 27 Mayıs, 12 Mart ve 12 Eylül askeri müdahaleleri gibi olayların yanı sıra, Recep Tayyip Erdoğan'ın siyasi yasağını CHP aracılığıyla kaldırtarak onu Başbakan yaptığını ve Devlet Bahçeli'nin bu "devlet aklı"nın en büyük yardımcısı olduğunu ileri sürüyor. Hatta MHP'nin Amerika'nın desteğiyle Cemal Tural tarafından, Ortadoğu'da Amerika ve İsrail'in çıkarlarını korumak ve kuzeydeki komünist Sovyetler Birliği ile mücadele etmek amacıyla kurulduğunu iddia ediyor.

Bayraktaroğlu, iddialarının ciddiyetini vurgulamak için, 2007 yılında yayınlanan "Karanlık Mevzular" adlı kitabında Profesör Mahir Kaynak ile yaptığı söyleşilere atıfta bulunuyor. Mahir Kaynak'ın kendisine "Derin devlet ya da devlet aklı Türkiye'de dini kaldırmak isterse bunu AK Parti gibi siyasal İslamcı bir partinin eliyle yapar. Eğer şeriatı getirmek isterse bunu CHP'ye yaptırır. Eğer Kürdistan'ın kurulmasına göz yumacaksa bunu da MHP eliyle yapar. Derin devletin çalışma prensibi, derin aklı ve stratejisi bu şekilde çalışır" dediğini aktarıyor. Bayraktaroğlu, günümüzde bu iddiaların ne kadar haklı çıktığını sorguluyor ve "din kaldı mı?" diyerek, imam hatip liselerinin bile çoğunun deist olduğunu, dinsizlerin sayısının arttığını ve ülkenin yarısının deist olabileceğini, bunun da Erdoğan ve ekibi sayesinde gerçekleştiğini iddia ediyor. Ayrıca, eğer bir gün Türkiye'ye şeriat devleti kuralları getirilecek olursa, bunun da CHP eliyle yapılacağını öne sürüyor, zira bu "devlet aklı"nın CHP'yi laikliğin ötesine geçecek ve "Türkiye Cumhuriyeti Devleti bir İslam devletidir" demeye ikna edebileceğini iddia ediyor.

Ve şimdi, Bayraktaroğlu'nun tüm bu iddiaları birleştiren, en çarpıcı ve akıl almaz kehanetine geliyoruz: Yıllardır ısrarla söylediği bir iddiaya göre, içinde bulunduğumuz "terörsüz Türkiye operasyonu"nun arkasında Devlet Bahçeli var ve bu operasyon, Trump daha seçimleri kazanmadan önce Bahçeli'ye, CIA ile güçlü ilişkileri olan eski MİT Müsteşarı Şahap Atasagun aracılığıyla bildirilmiş. Bu "yeni dünya düzeni" ve "bölge düzeni" kapsamında, Suriye'de bir Kürt devleti olmasa bile otonom bir Kürt bölgesi kurulacağını beş yıldır söylediğini belirten Bayraktaroğlu, Bahçeli'nin İsrail ve Amerika ile ortak hareket edeceğini ve kendisinin de buna taraftar olduğunu ifade ediyor. Bu gelişmenin, Kuzey Irak ve Kuzey Suriye'deki yeraltı kaynaklarından Türkiye'nin de yararlanabileceği, kavgasız, savaşsız bir döneme işaret ettiğini düşünüyor. Bu vizyonun nihai sonucunda ise, Türkiye'nin asla bir İslam devleti olmayacağını, ancak Müslümanların ibadetlerini özgürce yapabildiği, hukukun üstünlüğünün uygulandığı, gazetecilere baskının olmadığı, siyasetçilerin yapıcı diyalog içinde olduğu bir rejimle geleceğinin altını çiziyor. Ve en büyük iddia olarak, bu yeni Türkiye'de ne Erdoğan'ın ne de Bahçeli'nin yer almayacağını öne sürüyor. Son olarak, Bayraktaroğlu, tüm bu gelişmelerin, Erdoğan'ın gelecekte yargılanıp yargılanmayacağı konusunda yüce meclisin alacağı karara bağlı olduğunu, ancak meclis bu kararı alsa da almasa da, "Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin terör sorununun bitmiş olduğunu" iddia ederek sözlerini tamamlıyor. Bayraktaroğlu'na göre, bu "devlet aklı," Türkiye'yi geçmişteki "akılsızlıklardan" kurtararak, MHP gibi demokrasiyle mesafesi olan bir partiyi bile "demokrasinin ve hukukun kurtarıcısı rolüne soyundurduğunu" belirtiyor. Bu çarpıcı iddialar, Türkiye'nin yakın geçmişini ve geleceğini anlamak isteyenler için yepyeni bir bakış açısı sunuyor.